kur’an, Bizden Nasıl Bir Konuşma Üslûbu İstiyor?

Kur’ân-ı Kerîm, bizleri güzel ve düzgün ifâdeler kullanmaya dâvet etmektedir. İnsanlara “kavl-i hasen” ( el-Bakara, 83; el-İsrâ, 53) yani en güzel sözü söylemeyi emreder.

Kur’ân-ı Kerîm anne-babaya karşı “öf” bile deme, onlara; قَوْلاً كَرِيماً (kavlen kerîmâ) (el-İsrâ, 23.) yani ikramkâr ve iltifatkâr söz söyle, buyurmaktadır.

Fakir-fukarâya, muhtaç ve mahrumlara verecek bir şey bulamıyorsan, hiç olmazsa onlara karşı,قَوْلاً مَيْسُوراً (kavlen meysûrâ) (el-İsrâ, 28.) yani gönül alıcı, rûhu dinlendirici, tesellî edici bir söz söyle, buyurulur.

Başa kakmak ve gönül incitmek sûretiyle ecri zâyî edilen bir sadakadansa قَوْلٌ مَعْرُوفٌ (kavlün ma’rûfun) (el-Bakara, 263.) yani tatlı bir söz daha hayırlıdır, buyuruyor.

Kanadı kırık bir kuş gibi himâyeye muhtaç yetimlere, yakın akrabâya, yoksullara karşı yine  قَوْلاً مَعْرُوفاً (kavlen ma’rûfâ) (en-Nisâ 5, 8.) yani güzel söz ve tatlı dille konuş, buyuruyor.

YERİNDE VE UYGUN SÖZ SÖYLEMEK

Kalbinde mânevî hastalık bulunan kimselere karşı herhangi bir töhmete, fitneye veya yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için yine قَوْلاً مَعْرُوفاً (kavlen ma’rûfâ) (el-Ahzâb, 32.) yani yerinde ve uygun bir söz söyleyin, buyuruyor.

Zâlimlerin kalbini yumuşatmak içinقَوْلاً لَيِّناً (kavlen leyyinâ) (Tâhâ, 44.) yani yumuşak söz söyleyin, buyuruyor. Tebliğde sert ve haşin hitapların, menfî bir tesir hâsıl edeceğini telkîn ediyor. Bu yüzden tatlı dille, güler yüzle, nefret ettirmeden, bilâkis müjdeleyen ve muhabbeti artıran bir üslûb ile konuşmayı öğütlüyor.

Yine tebliğ esnâsında قَوْلاً بَلِيغاً (kavlen belîgâ) (en-Nisâ, 63.) yani gönüllere işleyecek tesirli ve belîğ bir söz söyleyin, buyuruyor. Böylece sözümüzün tesirli olabilmesi ve gönüllere ulaşabilmesi için kalpten gelmesi gerektiğini, aksi hâlde sırf dilden çıkan ifâdelerin bir kulaktan girip diğerinden çıkacağını telkîn ediyor. Tıpkı kaldırım kenarlarında açan çiçekler gibi, gönülden gelmeyen sözlerin de tesir bakımından gayet kısa ömürlü olacağını ihtâr ediyor.

TEBLİĞ VE İRŞAD ETMENİN ÜSLUBU

Ayrıca tebliğ veya irşâdın sıradan sözlerle değil; belîğ yani rûha tesir edecek, güzel, hikmetli, edebî ve titizlikle seçilmiş özlü ifâdelerle yapılması da ilâhî emirler cümlesindendir. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:

(Rasûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle dâvet et!..”(en-Nahl, 125)

Ruhlar hikmete meclûbdur. Hikmetli söz, rûhun gıdâsıdır. Hazret-i Ali(r.a) buyurur ki:

“Nükteli ve hikmetli söz ve davranışlarla ruhlarınızı dinlendirin. Zira bedenlerin yorulduğu gibi ruhlar da yorulur.”

Yani mü’minin dili, ilâhî hakîkatlerin bediî ve rûhânî güzelliklerini sergileyen bir hikmet pınarı olmalıdır.

Yine Kur’ân-ı Kerîm, kendimiz için doğruluk, adâlet ve hakkâniyetle muâmele görmek istiyorsak, işlerimizin ve hâllerimizin düzelip Allâh’ın bizi affetmesini diliyorsak, bizim de her hususta doğru, samimî, âdil ve hak-şinas olmamızı emrederekقَوْلاً سَدِيداً (kavlen sedîdâ) (en-Nisâ, 9; el-Ahzâb, 70.) yani doğru söz söyleyin, buyuruyor.

Nitekim doğru sözlü olmak ve hiç kimseyi aslâ aldatmamak, müslümanlığımızın olmazsa olmaz bir şartıdır. Müslüman, acı da olsa, kendi aleyhine bile olsa, doğruyu söyler. Nitekim Allah Rasûlü (s.a.v) şakalarında bile hakîkat dışı bir ifâde kullanmamışlardır. Zira O’nun doğruluk şuuru öyle bir kalbî rikkat hâline gelmişti ki bir kadının çocuğunu çağırırken:

“−Gel bak sana ne vereceğim!” demesi üzerine hemen kadına, ona ne vereceğini sormuş, kadın da birkaç hurma vereceğini söyleyince:

“−Şâyet ona bir şey vermeyecek olsaydın, sana bir yalan günâhı yazılırdı.” buyurmuşlardır. (Ebû Dâvud, Edeb, 80/4991; Ahmed, III, 447)

İşte hidâyet rehberimiz Kur’ân-ı Kerîm nice âyetiyle biz mü’minleri doğru, düzgün, münâsip, yumuşak ve tatlı ifâdelerle konuşmaya dâvet etmekte, bunların zıddı olan konuşmalardan da sakındırmaktadır.

KUR’ÂN’IN MEN ETTİĞİ KONUŞMALAR

Kur’ân-ı Kerîm, şirk ve küfür ehlinin hakîkat dışı ifâdelerinin, vebâli çok büyük söz (el-İsrâ, 40.), boş söz (er-Ra’d, 33.)ve tenâkuz dolu söz(ez-Zâriyât, 8.) olduğunu bildirir. Başta şirk, nifak ve küfür gibi Allâh’a karşı irtikâb edilenler olmak üzere her türlü yalan sözü (el-Hac, 30.) de şiddetle yasaklar. Bu cümleden olarak yalancı şâhitlik yapanlara Kur’ân’ın tehdîdi gerçekten pek büyüktür.

Cenâb-ı Hak, kötü sözlerin(en-Nisâ, 148.) ve çirkin davranışların, mazlumun hâkim önünde ifâde etmesi gibi istisnâlar hâriç, ulu-orta söylenip alâkalı-alâkasız herkese ifşâ edilmesini yasaklar. Zira bâzı çirkinliklerin anlatılıp duyurulması, onların öğrenilip yaygınlaşmasına sebebiyet verir. Edepsizlik ve hayâsızlık türünden konuşmalar da böyledir. Hadîs-i şerîfte buyrulur:

“Müstehcen konuşmak, münâfıklıktan bir bölümdür.”(Tirmizî, Kitâbu’l-Birr ve’s-Sıla, 80)

Bir de kötü ifâdelerin dile yerleşmesinden sakınmak lâzımdır. Şu kıssa bunu ne güzel îzah eder:

Hazret-i Îsâ(a.s) yolda bir domuza rastlar. Ona; “Selâmetle yoldan çekil!” der. Yanında bulunanlar:

“–Bunu şu domuz için mi söylüyorsun?” diye sorarlar. (O ise domuz kelimesini telâffuz etmekten ve o hayvana hitapta bile kaba bir ifâde kullanmaktan sakındığını belirtmek üzere):

“–Ben, dilimi çirkin sözler söylemeye alıştırmaktan korkuyorum!” cevâbını verir. (Muvatta, Kelâm, 4)

Lisanda gerekli gereksiz çokça tekrar olunan kelimelere “pelesenk” denir ki bu bir konuşma zaafıdır. Hele böyle bir kelime, yakışıksız veya kaba ifâdeli ise, bunun mahzûru çok daha büyüktür. Sâlih insanları incitip uzaklaştıracak bu kötü huy, mü’minlere aslâ yakışmaz. Nitekim bir hadîs-i şerîfte:

“Allah katında en kötü kimse, ağzının bozukluğundan dolayı insanların kendisiyle buluşmayı ve görüşmeyi terk ettiği kimsedir.” buyrulur. (Buhârî, Edeb, 48)

Yine Rasûlullah(s.a.v) konuşma esnâsında kaba ve çirkin kelimelerin kullanılmasını istemez, aynı mânâyı ifâde eden farklı kelimeler varsa, edep ve nezâkete en uygun olanının tercih edilmesini tavsiye ederdi.

MÜBALAĞALI YILDIZLI LAFLAR KULLANMAYI KUR'ÂN MEN EDİYOR

İnsanları aldatmak için sözü allayıp pullamak, bir şeyi olduğundan farklı göstermek maksadıyla mübâlağalı ve yaldızlı lâflar (el-En’âm, 112.) kullanmak da Kur’ân’ın men ettiği bir konuşma tarzıdır. Mü’min, sözlerinin kolay anlaşılır olmasına dikkat etmelidir. Konuşmaktan maksadın, merâmını net bir şekilde ifâde etmek olduğunu unutmamalıdır. Tasannûya kaçmak, yani gayr-i tabiî bir sûrette süslü sözlerle edebiyat yapmaya kalkışmak ve bilgiçlik taslamak, muhâtaplar nazarındaki îtimat ve îtibârı zedeler. Sadece konuşmuş olmak için böyle davranıldığı düşüncesini doğurur. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu tip konuşmaların ilâhî gazabı celbettiğini haber vermiş ve bir defasında da şöyle buyurmuştur:

“Kim, insanların kalbini çelmek (kendine çekmek) için kelâmın (şatafatlı) kullanılışını öğrenir, (insanları bıktırırcasına) sözü gereğinden fazla uzatırsa, Allah kıyâmet günü ondan ne farz ne nâfile hiçbir ibâdetini kabul etmez!” (Ebû Dâvud, Edeb, 86/5006)

Bu sebeple sözü fazla uzatmadan, kısa ve öz bir şekilde ifâde etmek gerekir. İfâdelerimiz berrak bir su gibi duru, sade, fakat akıcı olmalıdır. Zira Hazret-i Mevlânâ’nın ifâdesiyle:

“Uzun sözü, maksadını anlatamayan söyler.”

GÜZEL SÖZ SÖYLEMEK İÇİN EVVELA DİNLEMEYİ ÖĞRENMEK ŞART

Lâfı uzatmak, dönüp dolaşıp aynı şeyi tekrarlamak, hem muhâtabı sıkar hem de onu anlayışsız yerine koymak olur. Buna edebiyatta “itnap” yani sözde gevezelik denir.

Güzel konuşmak için, evvelâ dinlemeyi öğrenmek de şarttır. Cenâb-ı Hak, çok dinleyip az konuşması için insana iki kulak, bir dil bahşetmiştir. Gereksiz yere çok konuşmak, insanı gözden düşürür. Bir de içi boş tartışmalarla uzun uzadıya konuşup vakit isrâfından sakınmalıdır.

İmam Evzâî (v. 157) der ki:

“Allah, bir topluluğa şer murâd ederse, onlara gereksiz yere cedel (tartışma) kapısını açar ve onları amelden alıkoyar.”

Bu yüzden gereksiz çekişmeler ve boş lâkırdılar da konuşmanın isrâfı cümlesindendir. Rasûl-i Ekrem(s.a.v buyururlar ki:

“İnsanoğlunun konuşmaları lehine değil, aleyhinedir. Ancak iyiliği emretmek veya kötülükten men etmek için yaptığı konuşmalar bunun dışındadır.”(İbn-i Mâce, Fiten, 64)

“Yâ Hafsa! Çok konuşmaktan sakın. Söylenen şey zikrullâh olmadıkça kalbi öldürür. Fakat Allâh’ı çokça zikret. İşte bu, kalbi diriltir.”(Ali el-Müttakî, no: 1896)

“...Hayırlı şeyler konuşmak, sükûttan daha iyidir; sükût da kötü şeyler konuşmaktan daha iyidir.” (Hâkim, III, 343; Beyhâkî, Şuab, 256/4993)

Dolayısıyla nerede, ne zaman ve ne kadar konuşacağını iyi ayarlamak gerekir. Şeyh Sâdî-i Şîrâzî ne güzel söyler:

“İki şey akıl hafifliğini gösterir: Söyleyecek yerde susmak, susacak yerde söylemek.”

MUHATABIN DURUMUNA GÖRE SES TONUNU NAZİK BİR ŞEKİLDE AYARLA

Ayrıca muhâtabın durumuna göre ses tonunu da nâzik bir şekilde ayarlamak îcâb eder. Çok yüksek ve bed bir sesle, kaba-saba konuşup kulak tırmalamak da, Kur’ân-ı Kerîm’in men ettiği konuşmalardandır.

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Yürüyüşünde tabiî ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.” (Lokman, 19)

Nitekim bâzı sahâbîlerin, Peygamber Efendimiz’in huzûrunda yüksek sesle konuşmaları üzerine şu ilâhî ihtar gelmiştir:

“Ey îmân edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin! Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’le yüksek sesle konuşmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.” (el-Hucurât, 2)

Bu da büyüklerin ve hürmete şâyan kimselerin huzûrunda edeben sesi kısmak gerektiğini ifâde etmektedir.

Ayrıca dili; dedikodu, gıybet, iftirâ, sû-i zan gibi çirkinliklerle de kirletmemek îcâb eder. Bunlar, kalpteki fesâdı gösteren dilin âfetleridir.

MÜ'MİNİN TATLI DİLİ

Velhâsıl, Kur’ân ahlâkıyla ahlâklanmış bir mü’min, açılmış bir çiçek gibi, güzelliğiyle, hoş râyihasıyla, rûhu okşamalıdır. Her sözü, rûha gıdâ olan pırlanta ifâdelerden müteşekkil olmalıdır. Sîmâsından tebessümü eksik etmemeli, tatlı diliyle dâimâ rahmet tevzî etmelidir. Şahsiyeti ve davranışları itibârıyla “ahsen, ecmel ve ekmel” kıvâmında olmalıdır.

Ahsen yani her işi en güzel olmalı, etrafına dâimâ güzellik tevzî etmelidir.

Ecmel yani gönle huzur ve ferahlık verecek zarâfet ve letâfette olmalıdır.

Ekmel yani çok olgun, en mükemmel olmalıdır.

Böylesine ideal mü’minlerin her işi ve eseri, İslâm’ın güzelliğini, ihtişâmını, estetiğini, huzûrunu ve güleryüzünü aksettirir.

Hilye-i şerîfelerde nakledildiğine göre, Peygamber Efendimiz’in yüzünde nûr-i melâhat, sözlerinde selâset, hareketlerinde letâfet, lisânında talâkat, kelimelerinde fesâhat, beyânında fevkalâde belâğat vardı. Konuşması son derece tatlı ve gönül okşayıcı, kelimeleri ne fazla ne de eksik idi. Tane tane konuşur, her cümlesi, dinleyenler tarafından rahatça anlaşılırdı. Çabuk çabuk konuşarak sözlerini arka arkaya sıralamazdı. Hâsılı O, insanların en fasih, veciz ve hikmetli konuşanı, en özlü söz söyleyeni ve merâmını en doğru şekilde ifâde edeni idi.

Ebû Kursâfe şöyle der:

“Ben, annem ve teyzem, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e gidip bey’at etmiştik. Huzûr-i âlîlerinden ayrıldığımızda, annem ve teyzem bana:

«–Yavrucuğum, bu zât gibisini hiç görmedik! Yüzü O’ndan daha güzel, elbiseleri daha temiz ve sözü daha yumuşak başka birini bilmiyoruz. Sanki mübârek ağzından nûr saçılıyordu.» dediler.” (Heysemî, VIII, 279-280)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Yazilanlari bastan sona okudum konuşmanin önemini anladim sizde bastan sona okuyun ve bunlari okumakla kalmayin hayatinizda uygulayinki lafiniz dinlensin farki görursunuz zaten herkese iyi gunler..

    Ne yazayım mükemmel mükemmel sonsuz eriyis

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.