Kalbin Manevi Süsü

İnsanın hâl ve davranışları, kalp âlemindeki müsbet veya menfi enerjiye göre şekillenir. Bütün fazîletli davranışlar, kalplerdeki müsbet ve rûhânî hissiyâtın bir yansımasıdır. Dolayısıyla hizmetlerin mânevî keyfiyeti de, ona vesîle olan gönüllerdeki mânevî hasletlerin seviyesi nisbetindedir.

Bu bakımdan hiz­met­te bu­lu­nan­la­rın gö­nül­le­ri, feyz ve rû­hâ­ni­yet­le do­lu ol­ma­lı­dır. Gö­nül uf­kunun inkişâfı, an­cak mâ­ne­vî gı­da­lar­la müm­kün­dür. Kalbî ol­gun­lu­ğun ne­ti­ce­sin­de ise tefekkür ve hissiyat de­rin­le­şir. Bahâuddin Nakşibend, Azîz Mahmud Hüdâyî, İmâm Ga­zâ­lî, Mev­lâ­nâ ve em­sâ­li Hak dost­la­rı, sa­de­ce zâ­hi­rî ilimde ka­lıp, kal­bî ilimlerle mü­ceh­hez ol­ma­sa­lar­dı, asır­lar­dan be­ri gö­nül se­mâ­la­rı­mız­da bi­rer Sü­rey­ya yıl­dı­zı gi­bi parlamaya devam edemezlerdi.

Bu büyük Allah dostları, hâdiseleri gönül penceresinden, aşk ve muhabbet nazarıyla müşâhede ettikleri için; bulundukları toplumlara, hidâyet bekleyen nice gönüllere ve hattâ cihâna yön ve­ren padişahlara rehberlik etmişlerdir. Zira onlar, zâhirî ilimlerin, akıl ve mantık bilgilerinin üzerindeki sırlı örtüyü kaldırmışlar, ilâhî aşk ve muhabbetin feyizli tecellîlerine mazhar olmuşlardır.

MANEVİ ZAAFLARI OLAN DİN KARDEŞLERİMİZE YARDIMCI OLMALI

Bu Hak dostları, fânî vücutları asır­lar­dır top­rak al­tın­da ol­ma­sı­na rağ­men, feyz, rû­hâ­ni­yet ve gö­nül eser­le­riy­le günümüze kadar geldikleri gibi, bundan sonra da hizmetleriyle diri kalmaya devam edeceklerdir.

Hiz­me­tin en mühim gâ­ye­le­rin­den bi­ri olan hidâyet mahrumlarının hi­dâ­yetine ve­sî­le ola­bil­mek veya mânevî hususlarda zaaf içinde olan din kardeşlerinin ıslahına yardımcı olabilmek, reh­ber in­sa­nın mâ­ne­vî du­ru­mu­na bağ­lı bir key­fi­yet­tir. İs­lâm’ı şah­sî ha­yâ­tı­mız­da ne ka­dar tat­bik ede­bi­lir­sek, di­ğer in­san­la­ra da o nisbet­te müsbet te­sir ede­bil­me imkânımız olur.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hizmet, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.