Kadınlar Hakkında Ayetler

Kadınlar ile ilgili ayetler nelerdir? İslam’da kadın ve kadın hakları...

Kadınlar hakkında ayetler ve kadınlara dair Kur’ânî hükümler...

KADINLARI BOŞAMAK VE ZEVCELERE VASİYET ETMEK

“Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınız zaman iddetlerini gözeterek boşayın ve bekleme sürelerini iyice hesap edin. Rabbiniz Allâh’a saygısızlıktan sakının. Apaçık bir hayâsızlık yapmış olmadıkça onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar Allâh’ın koyduğu sınırlardır. Kim Allâh’ın koyduğu sınırları aşarsa aslında kendisine yazık etmiş olur. Bilemezsin ki; belki Allah bundan sonra yeni bir durum ortaya çıkarıverir. Sürelerinin sonuna ulaştıklarında onları ya uygun biçimde tutun yahut onlardan uygun biçimde ayrılın; içinizden adaletli iki kişiyi şâhit tutun ve şâhitliği Allah için îtinayla yerine getirin. İşte Allâh’a ve âhiret gününe inananlara öğütlenen budur. Kim Allâh’a saygısızlıktan sakınırsa, ona Allah bir çıkış yolu gösterir.” (et-Talâk, 1, 6-7)

Cenâb-ı Hak, kadınların âdet dönemlerinde değil, temizlik müddetinde iken boşanmasını emretmiş, acele etmeden kendilerine zaman tanımanın pişmanlığa engel olacağını belirtmiştir. Hazret-i Ali Efendimiz, “Hanımını sünnete uygun boşayıp da pişman olan hiç kimse yoktur!” buyurmuştur.

“İçinizden vefat edip de geride (dul) eşler bırakanlar, bir yıla kadar evlerinden çıkarılmaksızın eşlerinin geçimliğini vasiyet etsinler. Eğer o kadınlar, (kendiliklerinden) çıkar giderlerse, kendi yaptıkları uygun şeylerde sizin için bir vebal yoktur. Allah izzet ve hikmet sahibidir. Boşanmış kadınlara hakkaniyet ölçüsünde faydalanacakları uygun bir şeyler verilmesi, Allâh’ın rızâsını gözetenlerin borcudur.” (el-Bakara, 240-241)

KADININ ŞÂHİTLİĞİ, ERKEĞİN ŞÂHİTLİĞİNİN YARISIDIR

“…Erkeklerinizden iki şâhidi de tanık tutun. Şâhitler iki erkek olmazlarsa, rızâ göstereceğiniz şâhitlerden bir erkekle -biri yanılırsa, diğerinin ona hatırlatması için- iki de kadın olsunlar…” (el-Bakara, 282)

Tek erkeğin yeterli olmaması, onun akıl ve dürüstlük bakımlarından eksik olduğu gerekçesine değil, hakkın ve alacağın zâyî olmaması için daha ihtiyatlı ve tedbirli olma hikmetine bağlıdır.

Ticârî işlerde ve âyette geçtiği gibi bilhassa borçların yazılması gibi konularda, bir kadın yerine iki kadının şart koşulması da tek kadının akıl ve dürüstlüğünün yeterliği konusundaki şüpheden veya hükümden değil, onların özel durumları, konumları, psikolojileri, ev dışındaki hayatla ilgileri bakımından unutma veya şaşırma ihtimallerinin daha fazla olmasındandır. Yani yine hakkın zâyî olmamasına yönelik bir tedbirden ibarettir. Kadın bu bakımdan da ikinci sınıf ve dereceden bir insan olarak algılanmadığı içindir ki, “erkek bulunmadığı takdirde” denilmemiş, erkek bulunsa bile kadınların tanıklığı kabul edilmiştir.

NİKÂHIN TEŞVİK EDİLMESİ

“Yetimlerin hakkına riâyet edemeyeceğinizden korkarsanız, beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Haksızlık etmekten korkarsanız, tek kadın veya mülkiyetinizde bulunan câriye ile yetinin; bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.” (en-Nisâ, 3)

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’dan gelen bir rivayete göre, bir adamın bakımında velâyeti altında yetim bir kız vardı ve adam, kızın hurmalığını elinden kaçırmamak için yetim kızı sevmediği hâlde nikâhına aldı ve ona eziyet etti. (Bkz: Buhârî, Tefsir, 4/4573)

Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Yetim, bir başkasıyla evlendirilirken onun menfaatinin koruyucusu velisidir. Eğer yetim bir kızı, bizzat velisi almak/nikâhlamak isterse bu takdirde onun koruyucusu yoktur. Şartları belirlemek de -aynı zamanda evlenme akdinin diğer tarafı olan- veliye kalmaktadır. Bu durumda hakkın kötüye kullanılması, yetimlerin hukukunun zâyî olması ihtimali artacağından velilere, adâletten sapma riski karşısında, himayeleri altında bulunan ve kendileriyle evlenmeleri câiz olacak kadar da uzak akrabaları olan yetim kızlarla evlenmek yerine, başka kadınlarla evlenmeleri tavsiye edilmektedir.

Erkeğin birden fazla kadınla evlenme imkân ve uygulamasını, İslâm getirmemiş, mevcut uygulamayı belli şartlara ve hukuk kurallarına bağlamak sûretiyle iyileştirerek devam ettirmiştir. Devam ettirirken de iki durumu birbirinden ayırmış gibidir:

a) Henüz evlenmemiş olanlara -bu âyette- bir kadınla yetinmeleri tavsiye edilmiş, birden fazla kadınla evli olanlar için adalete riayet edememe tehlikesinin bulunduğu, bundan uzak kalmanın en uygun yolunun ise, bir kadınla evlenmek olduğu dile getirilmiştir.

b) Nisâ Sûresi’nin 129. âyet-i kerîmesinde ise, birden fazla kadınla fiilen evli olanlara hitap edilmiş, birden fazla kadın arasında adalete tam riâyetin mümkün olmadığı bir kere daha hatırlatıldıktan sonra, hiç olmazsa adaletsizlikte, farklı ilgi ve muâmelede ölçünün kaçırılmaması istenmiştir.

MÎRAS ÂYETLERİ

“Allah size, çocuklarınız hakkında erkeğe, iki kadın payı kadar (vermenizi) emreder. İkiden fazla kadın iseler, bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir kadınsa, yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin mîrastan altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana-babası ona vâris olmuşlarsa, anasının hakkı üçte birdir. Ölenin kardeşleri varsa, anasının payı, vasiyetten ve borçtan sonra altıda birdir. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından konulmuş paylardır; şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.

Yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra, eşlerinizin, çocukları yoksa, bıraktıklarının yarısı sizindir. Çocukları varsa bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Çocuğunuz yoksa sizin de, yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır. Çocuğunuz varsa bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek veya kadının, anası, babası ve çocukları bulunmadığı hâlde malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek yahut bir kız kardeşi varsa, vasiyetten ve borçtan sonra her birinin payı altıda birdir. Bundan fazla iseler, üçte bire ortaktırlar. Kimse zarar görmesin; Allâh’ın hükmü budur. Allah her şeyi bilendir, hilm sahibidir.” (en-Nisâ, 11-12)

Mîras paylaşımında kadınların yarım erkek hissesi kadar pay almaları, nîmet-külfet dengesi gibi başka unsurlar göz önüne alınarak bakıldığında, bu dağıtım şeklinin adalet ve hakkaniyete daha uygun olduğu görülmektedir.

Bütün durumlarda kadının payı, erkeğinkinin yarısı kadar değildir. Çocukları da bulunan bir ölünün mîrası paylaştırılırken anası ile babası hayatta iseler bunların payları altıda birer olmak üzere eşittir. Dede ve nine de böyledir.

Anası bir olan kardeşler, birden fazla iseler, mîrasın üçte birini -erkek ve kadın- eşit olarak paylaşırlar. Bu eşit paylaştırmada ya mirasçının ölü ile yakınlık derecesi ya da onu ölüye bağlayan vâsıta göz önüne alınmıştır.

Bu taksimatı yapan, Cenâb-ı Hak’tır. Bereketin çoklukta olmadığı da muhakkaktır. Burada teslim olup rızâ göstermek, mutlaka kişiyi hiç fark edemeyeceği rahmetlere kavuşturacaktır. Mîras âyetlerini:

“-Ama bugün erkek çocuğu, anne ve babasına bakmıyor! Boşanan kız kardeşleri ile ilgilenmiyor! Âilede birisine ait olan kefaret borcunu üstlenmiyor, o zaman bunu da almasın!..” demek, aslâ câiz olmaz.

Küllî aklın vermiş olduğu kararı, cüz’î akıl sorgulamaya kalkarsa ya inkâra gider, ya da işin içinden çıkamaz. Teslîmiyet ve tevekkül, en güzelidir. Erkeklerin ise, mîrası nasıl alırsa alsın, kardeşlerini gözetmesi gerekir. Kişinin ilk olarak en yakınlarından kaçacağı mahşer yerinde, zor duruma düşmemek için herkesin Allâh’ın emir ve yasaklarına îtina göstermesi gerektiği akıldan çıkarılmamalıdır.

EVLENİLMESİ HARAM OLAN KADINLAR

“Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşin kızları, kız kardeşin kızları, sizi emziren analarınız, süt bacılarınız, eşlerinizin anaları, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer onlarla birleşmiş değilseniz (evliliğiniz son bulduğunda) kızlarını almanızda size bir mahzur yoktur.

Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı; ancak geçen geçmiştir, Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

Elinizin altında bulunan câriyeler müstesnâ, evli kadınlar da size haram kılındı; Allâh’ın size emri budur. Bunlardan başkasını, iffetli yaşamak ve zinâ etmemek kaydıyla, mallarınızla (mehir ile) istemeniz size helâl kılındı. Onlarla karı-koca ilişkisi yaşamanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Mehir kesiminden sonra karşılıklı anlaşmanızda size günah yoktur. Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.” (en-Nisâ, 23-24)

Evlenilmesi haram kılınan kadınların dışındakiler ile iffet ve mehir şartı konulmak sûreti ile evlenilmesi helâl kılınmıştır. Mehrin azlığını veya çokluğunu evlenecek kız tayin edecektir. Evlenecek kızın kocasından istediği bu mehir, Kur’ân’ın izin verdiği en tabiî hakkıdır. Bu hususta zorlama yapılamaz. Mehir evlenecek kızın velisine değil, kendisine verilir.

MAZERET HÂLİNDE CÂRİYE İLE EVLENMENİN CÂİZ OLUŞU

“İçinizden mü’min ve hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, ellerinizin altında bulunan mü’min câriye kızlarınızdan alsın. Allah sizin îmânınızı daha iyi bilmektedir. Birbirinizden türeyip gelmektesiniz. Öyleyse iffetli yaşamaları, zinâ etmemeleri ve gizli dost da tutmamaları şartıyla ve âilelerinin de izniyle onları nikâhlayıp alın, mehirlerini de âdete uygun olarak verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınların cezasının yarısı gerekir. Bu, içinizden günaha düşmekten korkanlar içindir; sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (en-Nisâ, 25)

Câriye ile evlenmek, hür insanların nezdinde istenilmeyen bir durum olmakla birlikte, harama düşmemek için evlenilmesinin uygun olduğu Cenâb-ı Hak tarafından bildirilmiştir. Zinâ etmek daha büyük bir günahtır.

ERKEKLERİN KADINLAR ÜZERİNDE YÖNETİCİLİĞİ, HAKEM TÂYİNİ

“Allâh’ın insanlardan bir kısmını, diğerlerine üstün kılmasına bağlı olarak ve mallarından harcama yapmaları sebebiyle erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudurlar. Sâliha kadınlar, Allâh’a itaatkârdırlar. Allâh’ın korumasına uygun olarak, kimsenin görmediği durumlarda da kendilerini korurlar. (Evlilik hukukuna) baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) onları dövün. Eğer size itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.

Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin âilesinden bir hakem ve kadının âilesinden bir hakem gönderin. Düzeltmek isterlerse, Allah aralarını bulur; şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.” (en-Nisâ, 34-35)

Erkeklerin “kavvâm” olarak seçilmelerinde iki gerekçe ön plâna çıkar. İlki, Allah insanların bir kısmına diğerlerinden üstün kâbiliyetler vermiştir. Bu cümleden olarak koruma ve yönetme bakımından erkekler, kadınlardan daha uygun özelliklerle donatılmışlardır. Diğeri ise, erkekler âile geçimini ve diğer mâlî yükümlülükleri üstlenmişlerdir.

Bazı müfessirlere göre bu iki gerekçeden birincisi, insan tabiatının değişmez özelliğidir. Bu hususta da kadınların “Biz de evin geçimini sağlıyoruz, artık tâbî olmamız için bir gerekçe yoktur!” demeleri uygun düşmez. Asıl olan, bu vazifeyi, Cenâb-ı Hakk’ın erkeğe vermiş olması, sorumluluk arttıkça hesap vermenin de güçleşeceğini iyi bilmektir. Bu cümleden olarak bizlere düşen, cüz’î aklımızı kullanarak sebep ve hikmetler bulmaya çalışsak da küllî akıl sahibi olan Allâh’ımızın bizim bilemediğimiz nice şeyleri bildiğini, bunun hikmetinin olduğunu bilip teslim olmaktır.

Âile hayatı içinde kadın, kurallara göre rolünü îfâ edip etmemesi yönünden iki sıfatla nitelendirilmiştir: “Sâliha” ve “Nâşize”...

Sâliha kadınlar, hem kocalarının ve diğer âile fertlerinin yanında hem de onların bulunmadıkları yerlerde vazifelerini hakkıyla yerine getirir; Allâh’ın koyduğu, toplumun benimsediği kuralların dışına çıkmaz, âileye ihanet etmez, şerefine leke sürmezler.

Bazı davranış ve tavırları sebebiyle yoldan çıkma, hukuka baş kaldırma (nüşûz) belirtileri gösteren, böylece “nâşize” olması ihtimali beliren kadınlara karşı Kur’ân-ı Kerîm, vazifeyi âilenin reisi sıfatıyla önce kocaya vermektedir. Kadının nüşûzü, “kocasından nefret etmesi, ona itaat etmeyi kendine yedirememesi, başkasına göz koyması” şeklinde açıklanmıştır. Tavsiye edilen tedbirlere başvurmasına rağmen koca düzeni sağlayamazsa ve âilenin dağılmasından korkulursa, sıra hakemlere gelecektir.

Nisâ Sûresi 35. âyet-i kerîmede eşlerin ikisinde de kusur olması durumu tefsirlerde daha çok dikkate alınır. Gerek tek taraflı, gerekse iki taraflı kusur söz konusu olsun, evlilik, kimseye haber etmeden, eşlerin ya da haberi olduğu hâlde anne-baba, eş-dost ve akrabaların da devreye girmeden, iki kişinin verdikleri kararla;

“-Beceremedik, ayrılıyoruz, kimsenin karışmasını istemiyoruz!” diyerek bitirilecek bir akit değildir.

Devreye büyükler girmeli, hem kızın hem erkeğin akrabaları arasından en güvenilir ve îman ehli olanlar, hakem tayin edilmeli, bunlar eşlerle konuştuktan sonra hâdiseyi serinkanlı bir şekilde değerlendirmeli ve gerekli olan hususları adâlet ve vicdanla tespit etmelidirler. Akrabaların da bu hususa riâyet etmelerinin sağlanması gerekir. Hakemler devreye sokulmadan yapılan bütün boşamalar veballidir.

KOCANIN GEÇİMSİZ OLMASI

“Eğer bir kadın kocasının kötü muâmelesinden yahut yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarında bir uzlaşmaya varmalarında onlara günah yoktur ve sulh hayırlıdır. Nefisler de cimriliğe meyillidir. Eğer güzel davranır ve Allâh’a itaatsizlikten sakınırsanız, bilin ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (en-Nisâ, 128)

“Kocasının kendisini sevmediğini, beğenmediğini, başka kadınlara meylettiğini fark eden kadın, sulh yapar.” derken, kocası tarafından kötü muâmele gören kadının, ona bazı menfaatler sunarak kendisine karşı iyi davranmasını sağlayabileceğine, böyle bir imkânı değerlendirmenin uygun olduğuna da işaret edilmiştir. Ancak güzel olan, takvâya yakışan bu değildir.

Erkek, eşinin kendisine bir menfaat sağlaması veya haklarından vazgeçmesi karşılığında ona iyi davranmakla, bu yoldan evliliği sürdürmeye râzı olmakla, iyi ve güzel insan, takvâ sahibi kul vasıflarını kazanamaz.

“Ne kadar üzerine düşseniz de kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz; bari birine büsbütün kapılıp da diğerini askıda imiş gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve Allâh’a itaatsizlikten sakınırsanız, bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, engin rahmet sahibidir. Eğer karı-koca ayrılırlarsa Allah bol rızkından onların ihtiyaçlarını giderir. Allâh’ın lutfu geniştir, hikmeti sonsuzdur.” (en-Nisâ, 129-130)

Bu âyetlerde ise, erkeğin başka bir kadınla dinen meşrû bir nikâhla birliktelik yaşamaya başlaması ve aynı zamanda ilk eşini aynı nikâh altında tutmak istemesi ifade buyrulmaktadır. Böyle bir durumda kocanın eşler arasında gerekli adâleti sağlamasının mümkün olmadığı, kadınlar arası kıskançlık vb. duygular neticesinde pek çok günaha sürükleme ihtimalinin arttığı ve nihayet evlilikte sulhün (huzur ve barışın) imkânsız hâle geldiği ortaya konmaktadır.

Bir de bunun üstüne erkeğin tek bir kadına meyletmesi, diğerini maddî ve mânevî zor durumda bırakma ihtimali yüksek olup, bu da işin başka acı yönüdür.

Kadın, bu durumu kaldıramaz da eşinden ayrılmayı talep ederse, bu, kadının hakkıdır ve günaha girmek tehlikesindense ayrılacak olurlarsa, geçinemez zor durumda kalırım korkusu taşımadan rızkı verenin Cenâb-ı Allah olduğunu bilmek, kişiyi dünyada ve âhirette huzurlu kılacaktır.

EHL-İ KİTÂBIN KADINLARI İLE EVLENME

“Bugün size iyi ve temiz nimetler helâl kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği size helâldir; sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir. Gayr-i meşrû ilişkide bulunmak veya gizli dost tutmak şeklinde değil de meşrû bir nikâhla evlenmek şartıyla, mü’min kadınlardan iffetli olanlar ile sizden önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar -mehirlerini verdiğiniz takdirde- size helâldir. Kim inanmayı reddederse, ameli kesinlikle boşa gider. O, âhirette de hüsrana uğrayanlardandır.” (el-Mâide, 5)

Müslüman erkekler, müslüman kadınlarla birlikte ehl-i kitap, yani hıristiyan ya da yahudi kadınlarla da evlenebilirler. Fakat müslüman bir kadın, aslâ ehl-i kitap (yahudi veya hıristiyan) ile evlenemez. Dinen haramdır. Erkek, “kavvâm” kabul edildiği ve ailenin reisi olduğu için ona verilen ruhsat, eşine tâbî olmakla yükümlü olan kadın için verilmemiştir. Zira kadın, çocuklarının eğitimi, onlara isim verilmesi vb. konularda tam bir söz sahibi değildir. Bu da onun neslini de mânen zâyî etme tehlikesine sokmaktadır. Tabiî, gerek ehl-i kitapla evlilikte, gerekse müslüman bir kadınla evlilikte; hanımının ve çocuklarının eğitim, irşad ve hidayet sorumluluğu da öncelikle babaya yüklenmiştir.

İFTİRA HADDİ

“İffetli kadınlara iftira atan, sonra da dört şâhit getiremeyen kimselere seksen sopa vurun ve artık onların şâhitliklerini aslâ kabul etmeyin. İşte onlar yoldan çıkanların ta kendileridir. Bundan sonra tevbe edip hallerini düzeltenler müstesnâ... Allah çok bağışlayıcıdır, çok esirgeyicidir.” (en-Nûr, 4-5)

Kadınlara iftira atılması, erkeklere iftira atılması gibi değildir. Kadının bu sebeple iç dünyasında yaşadığı mağduriyetle toplum içinde başına gelenler de erkekle bir tutulamaz. Bu sebeple dînimizde kadına daha husûsî bir koruma imkânı sağlanmıştır.

KARI-KOCANIN LÂNETLEŞMESİ (LİAN)

“Eşlerine zinâ suçlamasında bulunup da kendilerinden başka şâhitleri olmayanların her birinin şehâdeti, dört kere, doğru söylediğine Allâh’ı şâhit göstermesi; beşinci olarak da, «Eğer yalan söyleyenlerden ise Allâh’ın lânetine uğramasını» dilemesidir. İftiraya uğrayan kadının dört kere, kocasının yalan söyleyenlerden olduğuna Allâh’ı şâhit göstermesi, kendisini ceza görmekten kurtarır. Kadının beşinci şâhitlik ifadesi, «Eğer kocası doğru söyleyenlerden ise, kendisinin Allâh’ın gazabına uğramayı dilemesi» olacaktır.” (Bkz. en-Nûr, 8-10)

Hilâl bin Ümeyye, Peygamber Efendimize gelerek Şerîk isimli birisi ile karısının zina ettiğini iddia etmiş, o da dört şahit getiremezse, kendisine iftira cezası vereceğini bildirmişti. Hilâl:

“-Ey Allâh’ın elçisi, bir kimse karısının üzerinde bir erkek görürse, şâhit arar mı?” diye savunma yapmışsa da Peygamberimiz:

“-Ya dört şahit veya sırtına sopa!” diyerek ısrar etmişti.

Hilâl doğru söylediğini ifade ederek işi Allâh’a bıraktı, O’nun vahiy ile durumu aydınlatacağı ümidini dile getirdi, arkasından da “mülâane (lânetleşme) âyeti” diye anılan bu âyetler geldi. (Bkz. Ebû Dâvûd, Talâk, 27)

Önce koca başlar. Allah adına şahitlik ederek, karısının zinâ ettiğini, bu hususta doğru söylediğini dört kez tekrar eder, beşincisinde de “Kim yalancı ise, onun üzerine lânet insin!” der. Kocasının bu iddiasını kabul etmeyen kadın, aynı şeyi yapar. O da dört kere kendisinin doğru söylediğini ve masum olduğunu dile getirir. Beşincisinde de yalancıya Allâh’ın lânetini diler. Bu şekilde nikâhları da bir daha bir araya gelemeyecek şekilde bitmiş olur. Aralarındaki nihâî hüküm, âhirete kalmış olur.

GÖZÜ HARAMDAN KORUMA (TESETTÜR ÂYETİ)

“Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar. Açıkta kalanlardan başka süslerini göstermesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerinden bağlasınlar. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kadınları, hizmetlerinde bulunan köleleri ve câriyeleri, cinsî arzusu bulunmayan erkek hizmetçiler, kadınların cinselliklerinin farkında olmayan çocuklar dışında kimseye süslerini göstermesinler. Yürürken, gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler! Hepiniz Allâh’a tevbe edin. Umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (en-Nûr, 31)

“Evlenmekten umudunu kesmiş yaşlı kadınların, cinsî câzibelerini sergilemeksizin giysilerini çıkarmalarında onlar için bir mahzur yoktur, bununla beraber iffetlerini korumaya özen göstermeleri, kendileri için daha hayırlıdır…” (en-Nûr, 60)

Kadının tesettürü, erkekten farklıdır. Kadının elleri ve yüzü hâriç, bütün bedeni avrettir ve örtülmesi gerekir. Bu âyetlerde açıkça baş örtüsünü de yakasına kadar indirmesi emredilir. Harama bakmak konusunda kadın da, erkek de aynı yükümlülüğe sahiptir. Yaşlı kadınlar, bütün bedeni kapatmakta aynı yükümlülüklere tâbîdirler.

KOCANIN HANIMINI MUHAYYER BIRAKMASI, TALÂK SAYILMAZ

“Ey Peygamber! Eşlerine şöyle de: «Dünya hayatını ve güzelliklerini istiyorsanız, gelin size bir şeyler vereyim, sonra da güzellikle sizi serbest bırakayım. Yok eğer Allâh’ı, Rasûlü’nü ve âhiret yurdunu istiyorsanız, şunu bilin ki Allah, içinizden iyiliği seçenlere büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (el-Ahzâb, 28-29)

Peygamber Efendimiz’in eşlerinin kendisinden, lüks ve müreffeh bir hayat, takı ve ziynet kabîlinden bazı şeyler istemeleri ve birbirlerini kıskanmak sûretiyle O’nu üzmeleri sebebiyle Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir ay onlara yaklaşmamak üzere yemin edip (îlâ) ayrı yaşamaya karar verdi.

Bu bir ay dolunca, “eşlerine seçme hakkı verildiği” için “tahyîr: tercih yapma” adıyla anılan yukarıdaki âyetler nâzil oldu. Âyet gelince, Peygamber Efendimiz, o gün nikâhı altında bulunan eşlerini toplamış ve kendilerine seçim imkânı tanımıştır. Ya mevcut hayat standartları ile yaşamaya devam ederek âhiret mükâfâtını seçmeleri ya da dünya refah ve konforuna kavuşabilmek için Peygamber Efendimiz’den boşanmaları…

Mü’minlerin anneleri olan Peygamber Efendimiz’in hanımları, bu durum karşısında heyecanlanmış, Allah Rasûlü’nün kendilerini boşamadığı için sevinç gözyaşları dökmüşler ve bütün muhabbet ve samimiyetleri ile “Allah ve Rasûlü’nü tercih ettiklerini” ifade etmişlerdir. (Bkz: Buhârî, Tefsîr, 33/4-5; Müslim, Talâk, 30-35; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1517)

Kaynak: Fatma Hâle Sağım, Şebnem Dergisi, Sayı: 174

İslam ve İhsan

İSLAM'DA KADIN

İslam'da Kadın

KADINLAR İLE İLGİLİ HADİS-İ ŞERİFLER

Kadınlar ile İlgili Hadis-i Şerifler

İSLAM'DA KADIN HAKLARI NELERDİR?

İslam'da Kadın Hakları Nelerdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.