Kabirde Peygamberimizle İlgili Sorulacak Sorular

Peygamberimizin kaybolacak ve çoğalacak dediği şeyler nelerdi? Peygamberimiz güneş tutulması sırasında namaz kılarken ona neler arz edildi? Peygamberimiz Allah'a neden "Ey Rabbİm aralarında ben de varım!" dedi? Cehennemde gördüğü kadının günahı neydi? Kabirde sorulan soruları nasıl anlattı? Dr. Murat Kaya anlatıyor...

Ebû Hüreyre (r.a) Hazretleri’nin nakline göre Nebiyy-i Muhterem Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

“İlim kabzolunacak (yâni kaldırılacak), cehâlet ve fitneler zuhûr edecek ve herc çoğalacaktır.”

Ashâb-ı kirâm (r.a):

“‒Yâ Rasûlâllâh, herc nedir?” diye sordular.

Efendimiz (s.a.v), “öldürme”yi kastederek mübârek ellerini yanlamasına indirerek:

“‒İşte böyle!” buyurdular. (Buhârî, İlim, 24)

BU HADİSTEN NE ANLAMALIYIZ?

Herc’in lügat mânâsı ihtilat ve karışıklıktır. Katl yani insanların birbirlerini öldürmeleri mânâsında kullanılması mecâzendir.

Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz, eliyle yanlamasına kesme işareti yaparak herc kelimesini, insanların kılıçla birbirini kesmesi mânâsında kullandığını ifâde etmişlerdir.

Esmâ (r.a) şöyle anlatır:

“(Küsûf yani Güneş tutulması esnâsında) Âişe (r.a) namaz kılarken yanına vardım:

«‒Bu insanlara ne oluyor, neden korkuyorlar?» dedim.

(Güneş tutulduğunu anlatmak için) semâya doğru (başıyla) işaret etti. Bir de baktım ki bütün insanlar namaza durmuş. Âişe (r.a): «Sübhânallâh!» dedi. Ben:

«‒Bu mühim bir hâdise ve ilâhî azametin alâmetlerinden biri mi?» diye sordum. Başıyla «Evet» diye işaret etti. Bunun üzerine ben de namaza durdum. Rasûlullah (s.a.v) kıraati pek ziyâde uzattığı için üzerime baygınlık geldi. (Yanımdaki kırbadan) başıma su dökmeye başladım.

Namazdan sonra Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) Allâh’a hamd ü senâ edip şöyle buyurdular:

«‒Şimdiye kadar bana gösterilmeyen şeylerin tamamı şu namaz kıldığım esnâda bana arzedildi. Cennet ve Cehennem bile gösterildi. Bana, sizin kabirlerinizde, Mesîh-i Deccâl (yüzünden çekilecek) imtihanlara benzer veya ona yakın bir imtihân geçireceğiniz vahyedildi. (Kabre giren kimseye):

“‒Bu adam (Yâni Rasûlullâh [s.a.v]) hakkındaki fikrin nedir?” diye sorulacak. Mü’min, yâhud yakîn sâhibi olan kimse:

“‒O Zât-ı Şerîf, Muhammed’dir, Allâh’ın Rasûlü’dür. Bize apaçık deliller ve hidâyet getirdi. Biz de O’nun dâvetine icâbet ettik ve izinden yürüdük. O, Muhammed (s.a.v)’dir!” diyecek ve bu sözünü üç kere tekrâr edecek. Bunun üzerine kendisine:

“‒O hâlde yat da rahâtına bak! Güzel bir şekilde uyu! O (Zât-ı Şerîf’in nübüvvetine) yakînen îmân ettiğini açıkça gördük!” denilecek.

Kabre giren kimse eğer münâfık ise veya kalbinde şek varsa (o suâle):

“‒Ben ne bileyim? İşittim, öteki beriki bir şeyler söylüyordu, ben de onlar gibi söyledim!” cevabını verecek».” (Buhârî, İlim, 24, Ezân, 89)

BU HADİSTEN NE ANLAMALIYIZ?

Diğer tarikten gelen hadiste şu ilave vardır:

Namazın akabinde Allah Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurdular:

“Cennet bana yaklaştı. O kadar ki, eğer uzansaydım salkımlarından bir tanesini alıp size getirebilirdim. Cehennem de bana o kadar yak­laştı ki: «Ey Rabbim, ben de onlarla beraber miyim?» dedim. Orada bir kadın gördüm. Bir kedi onu tırmalayıp duruyordu. «Buna ne oluyor?» diye sordum. «Bu kadın o kediyi açlıktan ölünceye kadar hapsetti. Kadın ona yiyecek vermedi, kendi kendine yerin haşerelerinden yemesi için de salıvermedi» dediler.” (Buhârî, Ezân, 89)

İslâm, Allah’ın nimetlerini ve kudretinin eserlerini hiçbir ân hatırdan çıkarmamak için, muayyen bir nizâm üzere tekerrür eden felekî (astronomik) hâdiselerin her biriyle alâkalı bir namaz koymuş, vakitlerin ve zamanların hiçbirini ibadetsiz bırakmamıştır:

Hergün aydınlığın başlamasıyla Sabah Namazı,

Güneşin sarılığı geçince İşrak namazı,

Gündüzün dörtte biri geçince Duhâ,

Günün yarısı bitince Öğle,

Günün dörtte biri kaldığında İkindi,

Aydınlığın bitiminde Akşam,

Koyu karanlık bastırınca Yatsı,

Gecenin ortasında Teheccüd,

Ramazan’da Terâvîh,

Bayramlarda Bayram Namazları,

Güneş ve Ay tutulduğunda Küsûf ve Husûf namazları kılınır… (Ahmed Naîm Efendi, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, I, 87-88)

*****

Namaz kılan kişi başkasına bir şey hatırlatmak istediğinde erkekler “Sübhânallah” derler, kadınlar da el çırparlar. Muhtemelen Hz. Âişe vâlidemiz henüz bu hükmü bilmiyordu veya sesini duyacak olan kızkardeşi olduğu için bunda şer’î bir mahzûr görmemişti.

RABBIM BEN ONLARIN İÇİNDEYİM!

Ukbe bin Âmir (r.a) anlatıyor:

“Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v) ile birlikte birgün namaz kıldık. Kıyâmı biraz uzattı. Aslında bize namaz kıldırdığında hafif tutardı. Namaz esnâsında Efendimiz’den; «Rabbim, ben onların içindeyim!» niyâzından başka bir şey işitmiyorduk. Sonra Efendimiz’in elini uzatıp bir şey almaya çalıştığını gördüm. Sonra rükûa vardı. Namazın kalan kısmını serî bir şekilde tamamladı.

Rasûlullâh (s.a.v) selam verince oturdu, biz de etrafına oturduk. Rasûlullâh (s.a.v):

«−Biliyorum, namazı ve kıyâmı uzattığım için şaşırdınız» buyurdu. Biz:

«−Evet, ey Allâh’ın Rasûlü! Bir de sizin “Rabbim, ben onların içindeyim” dediğinizi işittik» dedik. Rasûlullâh (s.a.v):

«−Canımı yed-i kudretinde tutan Zât’a yemin ederim ki âhiretle ilgili size ne vaad edildiyse şu durduğum yerde bana arzedildi. Bana cehennem gösterildi. Onun bir kıvılcımı bu tarafa yönelip şu bulunduğum yere yaklaştı. Sizi kuşatmasından korktum da; “Rabbim, ben onların içindeyim!” dedim. Cenâb-ı Hak onu sizden uzaklaştırdı. Bir yaygı gibi parça parça geri döndü. O esnâda Cehennem’e bir göz attım, Ğıfâr Oğulları’ndan Amr bin Hursân’ı orada yayına yaslanmış vaziyette gördüm. (Bu adam câhiliye döneminde hacıların mallarını çalardı.) Orada kedisini hapsedip yemek vermeyen, gitmesine de müsaade etmeyen Himyerli kadını da gördüm».” (İbn-i Hibbân, Sahîh, XIV, 129/6432; Taberânî, Kebîr, XV, 345/14286; Heysemî, II, 89. Krş. Buhârî, Ezân, 89)

Peygamber Efendimiz’in “Rabbim, ben onların içindeyim” niyâzını anlayabilmek için Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in şu hadîs-i şerîfine bakalım:

“Allah Teâlâ ümmetim için bana iki emân indirdi:

«Sen içlerinde olduğun müddetçe Allah onlara (umumî bir) azap verecek değildir.

İstiğfar ettikleri müddetçe de Allah onlara azap edecek değildir.» (el-Enfâl, 33)

Ben aralarından ayrıldığımda, (Allah’ın azâbını önleyecek ikinci emân olan) istiğfârı kıyâmete kadar aralarında bırakıyorum.” (Tirmizi, Tefsir, 8/3082)

MUHAMMED (S.A.V) DİYE BİLİNEN ZAT HAKKINDA NE BİLİYORSUN?

Hz. Enes (r.a) anlatıyor:

“Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdular:

“Kul kabrine konulup, yakınları da arkalarını dönüp gidince -ki o, onların ayak seslerini işitir- kendisine iki melek gelir. Onu oturtup:

«–Muhammed (s.a.v) diye bilinen o zât hakkında ne diyordun?» diye sorarlar. Mü’min kimse bu soruya:

«–Şehadet ederim ki, O, Allah’ın kulu ve Rasûlü’dür!» diye cevap verir. Ona:

«–Cehennem’deki yerine bak! Allah orayı senin için Cennet’teki bir mekân ile değiştirdi» denilir. (Adam bakar) her ikisini de görür.

Eğer ölen kâfir ve münafık ise (meleklerin sorusuna):

«–Bilmiyorum. İnsanlar ne diyorsa ben de onlar gibi söylüyordum!» diye cevap verir. Kendisine:

«–Öğrenmedin, anlamadın, bir bilenin peşinden de gitmedin!» denilir.

Sonra kulaklarının arasına demirden bir çekiç ile vurulur. Bu darbenin acısıyla öyle bir çığlık atar ki, sesini (insan ve cinlerden ibaret olan) iki âlem hâricinde etrafındaki her şey işitir.” (Buhârî, Cenâiz, 68, 87; Müslim, Cennet, 70; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 78/3231; Nesâi, Cenâiz, 110; Tirmizî, Cenâiz, 70/1071)

PEYGAMBERİMİZ KABRE KONULDUKTAN SONRAKİ HALİ ANLATIYOR

Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

“Meyyit mezara konulur. Sâlih bir zât ise kabrinde endişesiz ve korkusuz bir şekilde oturtulur. Sonra ona:

«–Sen hangi dinde idin?» diye sorulur. O:

«–Ben İslâm dininde idim.» diye cevab verir. Sonra ona şu zât kimdir?» diye (Rasûlullâh (s.a.v) hakkındaki itikadı ve kanaati) sorulur. O da:

«–Muhammed (s.a.v) Allah’ın Rasûlü’dür. O, bize Allah katından apaçık deliller getirdi. Biz de onu tasdik ettik.» diye cevab verir. Daha sonra ona:

«–Sen Allâh Teâlâ’yı gördün mü?» diye sorulur. O da:

«–Hiç bir kimse Allah Teâlâ’yı (dünyada) göremez.» diye ce­vab verir.

Daha sonra onun için Cehennem tarafına bir pencere açılır. Ölü ona bakarak Cehennem alevlerinin (şiddetli hararet ve sıkışıklıktan) birbirlerini kırıp geçirdiğini görür. Ona:

«–Allâh Teâlâ’nın seni koruduğu ateşe bak!» denilir.

Sonra onun için Cennet ta­rafına bir pencere açılır. Cennet’in süslerine ve nimetleri­ne bakmaya başlar. Kendisine:

«–İşte bu güzel yer senin makamındır.» denildik­ten sonra:

«–Sen (dünyada) yakînî imân üzere idin, bu sağlam imân üzere öldün ve (kıyamet günü) inşâallah bu iman üzerine diriltile­ceksin.» denilir.

Kötü kişi de dehşet ve korku içinde mezarında oturtulur ve ken­disine:

«–Sen hangi dinde idin?» diye sorulur.

«–Bilmiyorum.» diye cevap verir. Sonra ona:

«–Şu zât kimdir?» diye (Rasûlullâh (s.a.v) hakkındaki itikadı ve kanaati) sorulur. O da:

«–İnsanlar onun hakkında bir şeyler söylüyorlardı, ben de onu söyledim (Dini konularla pek ilgilenmez, insanları taklit ederdim).» der.

Cennet ta­rafına bir pencere açılır. Cennet’in süslerine ve nimetleri­ne bakmaya başlar. Kendisine:

«–(Îmân etmediğin için) Allâh’ın senden uzaklaştırdığı Cennet’e bak!» denilir.

Daha sonra onun için ateş tarafı­na bir pencere açılır. Oraya bakar, alevlerin birbirini kırıp geçirdiğini görür. Ona:

«–İşte bu, senin yerindir. (İslâm hakkında) şüphe üzerinde yaşadın, şüphe üzerine öldün ve inşâallahu Teâlâ (kıyamet günü) şüphe üzerine diriltileceksin!» denilir.” (İbn-i Mâce, Zühd, 32. Krş. Buhârî, Cenâiz, 68, 87; Müslim, Cennet, 70)

Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdular:

“Biriniz öldüğü zaman varacağı yer sabah akşam kendisine gösterilir. Ölü Cennet ehlinden ise Cennet’in makamlarından biri gösterilir. Cehennem ehlinden ise Cehennem’deki yerlerden biri gösterilir. (Her) ölüye:

«–İşte bu (kabir) kıyâmet günü diriltilinceye kadar senin yerindir» denilir.” (İbn-i Mâce, Zühd, 32)

İslam ve İhsan

KABİR AZABINA KARŞI OKUNACAK DUA

Kabir Azabına Karşı Okunacak Dua

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.