Kabir ve Mezar ile İlgili Hadisler

Ölülerin defnedildiği yere ne denir? Müslümanın kabri nasıl olmalı? Cenaze nereye defnedilmeli? Kabir ve mezarlar ile ilgili hadis-i şerifler.

Toprağa defnedilen insanın en uzun kalacağı yer kabristandır. Bu yüzden İslâm dini kabirlerin bulunduğu yerlerin düzenli ve tertipli yapılmasını, temiz tutulmasını ve yeşillendirilmesini istemiştir. Bununla birlikte kabirlere olan bu saygınlık temelde insana verilen önemle ilgildir. Nitekim hadiste:

“Ölülerinizi iyilikle anınız, onların kötü işlerini örtünüz.” [1] buyurulmuştur.

MEZARLAR NASIL OLMALIDIR?

Kabirlerin sade ve gösterişsiz olması, üzerinin toprakla örtülü bulunması asıldır. Kur’an’da putperestliğin başlangıcının, toplumda sevilen birkaç kişinin vefatlarından sonra anıtlarının dikilerek, sonraki nesillerin bunlara tapmasıyla başladığı şöyle bildirilir:

“(Nuh’un kavminden bir topluluk) dediler ki: Sakın ilâhlarınızı bırakmayın; özellikle Ved, Suvâ, Yagûs, Yeûk ve Nesr’den asla vazgeçmeyin!” [2] Bunlar Nuh (a.s)’ın kavminden çok sevilen sâlih kimselerdi. Bunlar vefat edince, onlar adına oturdukları yerlere şeytanın telkini ile anıtları dikilmiş, bunların adları verilmiş, sonra da onları tanıyanlar kalmayınca, yeni gelen nesiller bunlara tapmaya başlamıştır.[3]

Hz. Âişe, Rasûlullah (s.a.s)’in son hastalığı sırasında şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

“Allah, Yahudi ve Hristiyanlara lânet etsin. Onlar peygamberlerinin kabirlerini mescit hâline getirdiler.” Hz. Âişe şöyle diyor:

“Eğer mescit edinilmesinden korkulmasaydı, Hz. Peygamber’in kabrini dışarıdan belli olacak şekilde yapacaklardı.” [4] Müslim’in Cündeb (r.a)’ten naklettiği rivâyet şöyledir:

“Dikkat ediniz! Sizden öncekiler Nebîlerinin ve sâlih kulların kabirlerini mescit edindiler. Siz kabirleri mescit edinmeyin, bunu size yasaklıyorum.” [5] Yine Hz. Âişe şöyle demiştir:

“Ümmü Habîbe ve Ümmü Seleme, Habeşistan’da gördükleri, içinde birtakım tasvirler bulunan bir kiliseden söz etmeleri üzerine, Allah’ın Rasûlü şöyle buyurmuştur:

“Bunlar, içlerinden sâlih bir zat vefat edince, onun kabrinin üzerine mescit bina eder ve onu bu sûretlerle süslerler. Onlar, kıyamet gününde Allah katında insanların en şerlileridir.” [6] Kısaca Yahudi ve Hristiyanlar peygamberlerinin kabirlerine, onların şanına ta’zîm ederek secde etmeye, onları kıble edinmeye ve onları put olarak kabul etmeye başlayınca, Allah onlara lânet etti ve Müslümanları da bunun benzeri amellerden menetti. Ancak bir sâlih zâtın civarında bir mescit edinerek, bununla ta’zîm ve kıble edinme kastetmeksizin, sadece Allah’a yaklaşmada teberrük kasteden kimsenin bu kapsamda olmaması gerekir.[7]

Yol geçmesi, su basması, başkasına ait mülk olması veya düşmanın mezarı tahrip etme korkusu gibi zarûret durumlarında kabrin başka yere nakli caizdir. Câbir İbn Abdillah (r.a) anlatır:

“Uhut’ta ilk şehit olan babam başka birisi (Amr İbnü’l- Cumûh) ile aynı yere defnedilmişti. Buna gönlüm razı olmadı. Altı ay sonra kabri açıp babamı çıkardım ve ayrı bir kabre gömdüm. Saç ve sakalında toprağın etkisi dışında onu taptaze buldum.”[8]

CENAZE NEREYE DEFNEDİLMELİ?

Cenazeyi öldüğü yerin mezarlığına gömmek menduptur. Ancak bir veya iki mil kadar mesafeye nakletmekte bir sakınca bulunmaz. Nitekim Medine kabristanlığı yakın olduğu halde Uhut şehitleri düştükleri yere defnedilmiş, Dımaşk’ı (Şam) fethederken şehit düşen sahabiler, şehrin kapıları yanına defnedilmiştir. Definden önce bir zaruret veya ihtiyaçtan dolayı cenazeyi başka tarafa nakletmeyi caiz görenler de olmuştur.[9]

Kabirdeki kişinin bedeni çürüyüp yok olduktan sonra, bu kabir açılarak yerine başkası gömülebilir. Önceki ölüye ait çıkabilecek kemikler, temiz bir beze sarılarak kabrin ayak ucuna yeniden gömülür.

Ölen kimse meşâyihten, ulemâ ve sâdât’tan olursa üzerine bina yapmanın mekruh olmadığını söyleyenler de olmuştur. İbn Âbidîn, bunun ancak vakıf olmayan mezarlıkta olabileceğini ve bazılarının bunda sakınca görmediğini belirttikten sonra şu açıklamayı yapmıştır: Ebû Hanîfe’den bir rivâyete göre, kabrin üzerine ev, kubbe ve bunlara benzer bir bina yapmak mekruhtur. Çünkü Câbir İbn Abdillâh’ın;

“Rasûlullah, kabirlerin kireçle sıvanmasını, üzerlerine yazı yazılmasını, bina yapılmasını ve üzerlerine oturulmasını yasakladı” dediği rivayet edilmiştir.[10]

Ancak bazı beldelerde Müslümanlar, mezarları soyulmaktan, çökmekten korumak ve ziyaret için yerinin kolayca bulunmasını sağlamak amacıyla, kenarlarına taş veya kerpiçle örme veya betonlama yoluna gitmektedir. Fazla israf ve gösterişe kaçmamak şartıyla bunu,

“Müslümanların güzel gördüğü şey, Allah katında da güzeldir.” hadisi kapsamında görmek gerekir. Nitekim, Hz. Peygamber’in, bir taş getirterek Osman İbn Maz’un’un kabrinin başı ucuna koyduğu ve

“Bununla kardeşimin kabrini tanıyacağım ve ailemden vefat edeni bunun yanına defnedeceğim” buyurduğu nakledilmiştir. Günümüzde kabir taşına yazı yazmak da bir tanıma aracıdır. Ancak kabrin üzerine Kur’an âyeti yazmak mekruh olur.[11]

İslâm ülkesinde yaşayan zimmet ehlinin (Yahudi ve Hristiyanlar) kabirleri de İslâm toplumunun koruması altındadır. Sağlığında iken onlara eziyet edilemediği gibi, ölümlerinden sonra da kabirlerine dokunulamaz. Ancak Müslümanların yeni ele geçirdikleri bir yerde, ihtiyaç duyulursa, düşmana ait kabirler açılarak, kemikler bir yere toplanıp, burası müslüman mezarlığı veya mescit yapmak gibi başka bir amaçla kullanılabilir.[12]

Dipnotlar:

[1] Ebû Dâvud, Edeb, 42; Tirmizî, Cenâiz, 34. [2] Nuh, 71/23. [3] Âlûsî, Tefsir, XXIX, 95; Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, Azim baskısı, VIII, 356. [4] Buhârî, Cenâiz, 42, 96, II, 90, 91; Müslim, Mesâcid, 22. [5] Müslim, Mesâcid, 23. [6] Nesâî, Mesâcid, 13. [7] bk. Nesâî, Mesâcid, 13. Dipnotu, Çağrı neşri, II, 41. [8] Ebû Dâvud, Cenâiz, 73, H. No: 3232. [9] İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr terc., III, 495. [10] Tirmizî, Cenâiz, 58, H. No: 1052; Müslim, Cenâiz, 94- 98;  İbn Âbidîn, age, III, 491, 492. [11] İbn Âbidîn, age, III, 492. [12] el-Fetâvâ’l-Hindiyye, Beyrut 1980, I, 165-167; Bilmen, age, İst. 1985, s. 259 vd.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

KABİR HAYATI İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Kabir Hayatı ile İlgili Ayet ve Hadisler

KABİR NAKLİ CAİZ Mİ?

Kabir Nakli Caiz mi?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.