İslam’ın İnsana Verdiği Değer

İslam’ın insana verdiği değer nedir? Ayet ve hadislerle insana verilen değer...

İslâm, insana mahlûkât içerisinde müstesnâ bir mevkî ve şeref bahşeder. Âyet-i kerimelerde şöyle buyrulur:

“Biz insanı en mükemmel sûrette yarattık.” (Tin, 4)

“Gerçekten biz insanoğlunu mükerrem/şerefli kıldık, karada ve denizde kendilerini taşıyacak vâsıtalar nasip ettik, onlara helâl ve hoş rızıklar verdik ve onları yarattığımız varlıkların pek çoğundan üstün kıldık.” (İsrâ, 70)

İSLAM’DA İNSANA VERİLEN DEĞER

İnsana, hayattayken de vefât ettikten sonra da hürmet edilir. Bu sebeple İslâm’da, ölen kişilerin cesetleri, temiz ve münâsip bir yere hürmetle defnedilerek insan şeref ve haysiyetine uymayan durumlara düşmekten korunur.

Yâlâ bin Mürre -radıyallâhu anh- anlatıyor:

“Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in yanında pek çok defâ seferlere katıldım. Allah Rasûlü, herhangi bir insan ölüsüne rastladığında, derhâl defnedilmesini emreder, onun müslüman mı yoksa kâfir mi olduğunu sormazdı.” (Hâkim, I, 526/1374)

Yine Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Ölünün kemiğini kırmak, aynen canlı bir insanın kemiğini kırmak gibi günahtır” buyurmuştur. (İbn-i Mâce, Cenâiz, 63)

Cenâzesine bile bu kadar ihtiram edilen insanın acaba canı ve rûhu ne kadar kıymetlidir? Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulur:

“…Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir kişiyi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir canın hayatta kalmasına vesîle olursa bütün insanlara hayat bahşetmiş gibi olur…” (Mâide, 32)

Bu sebeple bir insanın gerek başkasının canına, gerekse kendi canına kıyması şiddetle yasaklanmış ve böyle yapanlar için çok ağır cezalar konulmuştur.[1]

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bütün gazvelerinde düşmanın hezimete uğraması için dua etmiş, ancak helâk olmaları için dua etmemiştir. Hendek Harbi’nde melekler Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kalbini kuvvetlendirmek için inmişler ancak savaşmamışlardır. Savaşmış olsalardı düşman askerlerinden pekçok kişi ölürdü. Yine Cenâb-ı Hak, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e Sabâ rüzgârıyla yardım etmiştir. Sabâ, helâk edici bir rüzgâr değildir. Soğuk olmasına rağmen yumuşaktır. Ancak düşmanı sarsar, çadırlarını söker, tencerelerini devirir, kalplerine korku verir. Bütün bunlar, Allah ve Rasûlü’nün merhametleri sebebiyledir. İnsanın helâki değil, gafletten uyanarak ıslâh olması istenmektedir. Nitekim Hendek Harbi’ne katılan ve hezîmete uğrayıp dönen müşriklerin hemen hepsi daha sonra müslüman olmuşlardır. Hendek’te öldürülmüş olsalardı, ebedî bir hüsrâna dûçâr olacaklardı.[2]

Mevlânâ Hazretleri şöyle der:

“İnsanın gerçek değerini söylesem, ben de yanarım dünya da! Ama ne yazık ki insan değerini bilmedi, kendini ucuza sattı. İnsan aslında çok değerli bir atlas kumaş iken kendini hırkaya yama yaptı.” (Mesnevî, c. III, beyt: 1000-1001)

Cenâb-ı Hak, günahkâr kullarını bile muhafaza ederek onların arkasından konuşmayı (gıybet) büyük günahlardan saymıştır. İnsanlarla alay etmeyi, onları ayıplamayı, kötü lakaplarla çağırmayı, taklitlerini yapmayı, haklarında kötü zanda bulunmayı; kusurlarını, gizli ve mahrem hallerini araştırmayı kesin bir dille yasaklamıştır.[3] Cenâb-ı Hak kendisiyle ilgili hakları affedebileceğini, ancak kul haklarını affetmeyip bunu, hakkı gasp edilen kişinin iradesine bırakacağını bildirmiştir.

İslâm, büyük bir kıymet verdiği insana, kendi şeref ve haysiyetine münâsip haklar lütfetmiştir.[4] İslâm’a göre, insanın var olması, onun temel insan haklarına sahip olmasının yeterli sebebidir. Âdemiyeti yani insan olma husûsiyetini insan haklarının esası sayan İslâm hukukçuları, âlemşümûl bir yaklaşım benimsemiş, hiçbir zaman insanlar arasında din, ırk, cinsiyet, sınıf ve vatandaşlık ayrımı yapmamışlardır.[5]

Dipnotlar:

[1] Buhârî, Diyât, 21; Tıbb, 56; Müslim, Îmân, 175. [2] Halil bin İbrahim Mollâhâtır, Delâilü’n-Nübüvve fî Ğazveti’l-Handek, Cidde 1431, s. 55-59. [3] Hucurât, 11-12. [4] Bu hususta tafsîlât için bkz. Kadir Mısıroğlu, İslâm Dünya Görüşü, İstanbul 2008, s. 200-201; Prof. Dr. Recep Şentürk, İnsan Hakları ve İslâm, İstanbul 2007. [5] Prof. Şentürk, a.g.e, s. 13, 21.

Kaynak: Murat Kaya, Ebedi Kuruluş Yolu, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

İSLAM’DA İNSANIN DEĞERİ

İslam’da İnsanın Değeri

“İNSANLARIN HANGİSİ DAHA ÜSTÜNDÜR?” HADİSİ

“İnsanların Hangisi Daha Üstündür?” Hadisi

“EY ALLAH’IN RESÛLÜ! İNSANLARIN EN HAYIRLISI, ŞEREFLİSİ KİMDİR?” HADİSİ

“Ey Allah’ın Resûlü! İnsanların En Hayırlısı, Şereflisi Kimdir?” Hadisi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.