İslam’da Süt Emme ve Süt Hısımlığı

Radâ nedir, ne anlama gelir? Anne çocuğunu emzirmek zorunda mıdır? Süt hısımlığı için yaş sınırı var mıdır? Süt hısımlığının şartları nelerdir? İslam’da süt hısımlığı ile ilgili sorulara cevaplar.

Arapça bir kelime olan “radâ” sözlükte; süt emmek, emzirmek mânâlarına gelir. Bir fıkıh terimi olarak ise; “bir kadının sütünün muayyen bir zaman içinde mûtad yollarla bir bebeğin midesine gitmesi” demektir. Böyle bir durumun gerçekleşmesiyle “süt hısımlığı” oluşmuş olur. Süt hısımlığı, mutlak bir evlenme engeli olup taraflar arasında bazı hükümler meydana getirir.

Kadının kanından meydana gelen süt, çocuğun etinin, kemiklerinin gelişmesine sebep olur. Sütün çocuğun gelişimine sebep olması yanında; süt emmeyle, emen ile emziren arasında duygu bağı da oluşmaktadır. İslâmiyet, dînî, ahlâkî terbiye ve saygının yanında bir ihtiyat tedbiri olarak yabancı bir kadını emmeyi, aralarında evlenme yasağının yeterli sebebi olarak görmüş, buna birtakım şartlar getirerek sütle ilgili ahkâmı düzenlemiş ve kabul etmiştir.

ANNE ÇOCUĞUNU EMZİRMEK ZORUNDA MIDIR?

Cenâb-ı Hak buyurur:

“Emzirmeyi tamamlatmak isteyen (baba) için anneler, çocuklarını tam iki yıl emzirirler. Onların örfe uygun olarak yiyecek ve giyeceklerini sağlamak, baba tarafına âittir. Hiç kimse gücünü aşan bir şeyle yükümlü kılınamaz. Ne anne çocuğu yüzünden zarara uğratılsın, ne de çocuk kendisinden olan (babası), çocuğundan dolayı bir zarar görsün...” (el-Bakara, 233)

Âyet-i kerîmede, “baba” yerine “çocuk kendisi için olan” ifadesinin kullanılması, çocuğun soy kütüğünün baba tarafına âit olduğunu; yeme, içme, giyinme… vs. gibi nafakasının da baba üzerine vâcip olduğunu göstermektedir. İslâm fakihlerinin çoğuna göre, bir annenin kendi çocuğunu emzirmesi menduptur. Bu sebeple kadın kendi çocuğunu emzirmek için zorlanamaz, çocuğunun nafakasını temin etmek zorunluluğu da yoktur.

Bununla birlikte, çocuğun kendi annesinden başkasının sütünü kabul etmemesi, başka bir sütanne bulunamaması, çocuğun babasının olmaması ya da sütanne tutabilecek paranın bulunmaması durumlarında anne, çocuğunu emzirmeye zorlanabilir. Burada gâye, çocuğu hayatını ve sağlığını korumaktır.

Evlilik, normal şartlarda devam ederken annenin “nafaka” dışında, ayrıca “emzirme ücreti” alıp-alamayacağı, İslam âlimlerince tartışma konusudur. Hanefî mezhebinde hukukî bir yaptırım söz konusu olmasa da dînî/ahlâkî bir vazife olduğu için anne ayrıca emzirme ücreti isteyemez. Şâfiî mezhebi, çocuğun annesinin sütünden başkasını kabul etmemesi gibi bir zarûret bulunmadıkça annenin çocuğunu emzirmeyebileceği ve emzirme ücreti talep edebileceği kanaatindedir.

Bebek emerken anne boşanmışsa veya boşandıktan sonra dünyaya gelen bebek, annesi tarafından emziriliyorsa; “iddet dolmuş ve evlilik münasebeti bitmiş olsa bile” onun yiyecek ve giyeceğini, âyet-i kerîme emrince yine baba temin edecektir. Yani anne emzirme ücreti alabilir, emzirmeye zorlanamaz. (Bkz: et-Talâk, 6) Baba vefat ettiyse, çocuğun nafakası mirasçılar tarafından karşılanacaktır.

SÜT HISIMLIĞI İÇİN YAŞ SINIRI

Kur’ân-ı Kerîm’de: “Emzirmeyi tamamlamak isteyen anneler, çocuklarını tam iki yıl emzirirler…” (el-Bakara, 233) buyrulmaktadır. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:

“Emzirme, ancak iki yaşına kadar olur.” buyurmuştur. (Dârekutnî)

İmâm Şâfiî, İmâm Muhammed ve İmâm Ebû Yûsuf; emzirme süresi için “İki senedir.” demişlerdir. Ebû Hanîfe bu süreye altı ay; İmam Züfer ise bir yıl daha ilâve etmiştir.[1]

Hazret-i Âişe -radıyallâḥu anhâ- ve Zâhirîler; yaş sınırı olmaksızın, büyük bir kimsenin emzirilmesiyle de süt hısımlığının oluşabileceğini ileri sürmüşlerdir. Bu konuda dayandıkları delil, Sehle binti Süheyl hadisidir:

Sehle binti Süheyl, Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek daha önce evlâtlığı olan Sâlim’i oğlu gibi gördüğünü, ancak evlât edinmenin yasaklanması hükmünden sonra bülûğ çağını çoktan geçmiş olan Sâlim’le tek odalık bir evde beraber kalmalarının sıkıntı oluşturduğunu söylemiştir. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de; ona sütünden vermesini, böylece aralarında süt hısımlığı doğacağını ifade etmiştir.[2]

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- bu hadîsi genel bir hüküm olarak yorumlamışsa da Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in diğer zevceleri dâhil büyük çoğunluk, bunun özel bir izin olduğu kanaatindedirler. İbn-i Teymiyye ve İbn-i Kayyim el-Cevziyye ise, bunun ihtiyaç durumunda olanlar için bir ruhsat olduğunu, Sâlim’in durumunda olan herkesin bu ruhsatla amel edebileceğini ifade etmişlerdir.[3]

İslâm âlimleri; bebek doğduktan sonra en az iki yıl (24 ay) içinde emilen (içilen) sütle, süt hısımlığının gerçekleşeceğini belirtmişlerdir. İki yaştan sonra emilen sütle artık süt akrabalığı oluşmaz. Buzdolabında uygun koşullarda saklanan (bekletilen) bir sütün bu süre zarfında içilmesiyle de süt akrabalığı gerçekleşir.

Ayrıca yukarıdaki âyette, emzirme süresi iki yıl olarak ifade edilmektedir. Müfessirlere göre bu, kesin sınır getirmek için değil, orta yolu göstermek için bir tavsiye şeklindedir. Çocuğun zarar görmeyeceği anlaşılır, anne ve baba aralarında anlaşırsa bebek daha önce de sütten kesilebilir. İki yıldan fazla emzirmenin dinde herhangi bir sakıncası ya da yasağı yoktur.

SÜT HISIMLIĞININ OLUŞABİLMESİ İÇİN EMMENİN MİKTARI

Akrabalık oluşturan sütün miktarı konusunda Kur’ân ve Sünnet’te açık ve sahih bir nass bulunmaması sebebiyle, İslâm hukukçuları bu konuda ihtilaf etmişlerdir.

Hanefî ve Mâlikîlere göre, bir kadının sütünün “az veya çok” olması fark etmeksizin bir defa emilmesiyle süt hısımlığı oluşur. Zira “Süt emziren analarınız ve süt kız kardeşleriniz size haram kılındı…” (en-Nisâ, 23) âyetinde emme miktarı ve sayısı belirtilmemiştir.

Şâfiîler; “beş defa emmenin evlilik engeli teşkil edeceğini” ifade eden hadîs-i şerîfi delil göstererek, süt hısımlığının oluşabilmesi için farklı zamanlarda ve en az beş defa emmenin şart olduğunu savunmuşlardır.[4]

SÜTÜN AĞIZ VE BURUN DIŞINDA BİR YOLLA ALINMASI, HISIMLIK OLUŞTURUR MU?

Anne sütünün ağız ve burun yoluyla (mûtad yollarla) mideye ulaşması neticesinde süt hısımlığı gerçekleşir. Sütü memeden emme ile kaşıktan, bardaktan, biberondan içme arasında hiçbir fark yoktur. Önemli olan, sütün, bebeğin midesine ulaşmasıdır. Bir kadının sütü; şırınga ile damara zerk edilerek; kulağa, göze, göbek deliğine veya derince bir yaraya damlatılacak olsa süt hısımlığı gerçekleşmez.

Bir erkeğin veya bir hayvanın sütünü içmekle süt hısımlığı oluşmayacağı gibi; sütten başka bir şeyin meselâ, sarı su, kan, tükürük, kusuntu vs. gibi şeyleri emmekle veya yemekle de süt hısımlığı oluşmaz.[5]

BAŞKA BESİNLE KARIŞTIRILARAK VERİLEN SÜT İLE HISIMLIK MEYDANA GELİR Mİ?

Ebû Hanîfe’ye göre; kadın sütünün su, şıra, ilâç veya başka bir madde ile karıştırılarak verilmesi durumunda “karışımda süt oranı daha fazla olsa bile” süt hısımlığı oluşmaz.

Ebû Yûsuf ve İmâm Muhammed’e göre, süt oranı fazla ise hısımlık oluşur.

İki farklı kadının sütünün karıştırılarak bir çocuğa verilmesi durumunda, Ebû Hanife ve Ebû Yusuf’a göre, çok olan esas alınır, az olana itibar edilmez. Sütlerin miktarları eşit olursa, her iki süt verici kadınla hısımlık doğar. İmâm Muhammed ve İmâm Züfer’e göre, sütlerin miktarlarına bakılmaksızın sütü karıştırılan bütün kadınlarla, süt emen çocuklar arasında hısımlık meydana gelir. Fakihlerce tercih edilen görüş budur. Çünkü aynı türden olan şeyler arasında gâlip oluşun hükmü bulunmaz.[6]

Dört mezhebe göre, anne sütünün hayvan sütüne karıştırılması hâlinde “anne sütü çoğunlukta ise” sütanne ile çocuk arasında süt hısımlığı oluşur. Hanefîler eşitlik hâlinde de hısımlığın oluştuğu kanaatindedir.

SÜT BANKASI CÂİZ MİDİR?

Çağımızda anne sütünün öneminin daha iyi anlaşılması üzerine 1970’li yıllarda ortaya çıkan ve anne sütüne ihtiyaç duyan bebeklere vermek üzere farklı annelerden alınan sütlerin karıştırılıp korunduğu süt bankalarında toplanan sütlerden içen çocukla süt veren kadınlar arasında süt hısımlığının oluşup oluşmadığı İslâm âlimleri arasında tartışılmıştır.

Bazı âlimler, süt bankalarında sütü veren annelerin kimlikleri ve verdikleri süt miktarı belli olmadığı için bu yolla süt hısımlığının meydana gelmeyeceğini savunur.

Ancak İslâm Konferansı Teşkilâtı’na bağlı Fıkıh Akademisi’nin 22-28 Aralık 1985 tarihinde Cidde’de düzenlenen ikinci dönem toplantısında alınan kararda: İslâm ülkelerindeki sosyal yapı içinde genellikle çocuğu tabiî biçimde emziren bir sütannenin bulunabileceğine, Batı ülkelerinde de süt bankalarının giderek azaldığına dikkat çekildikten sonra farklı annelerden alınan sütlerin karışımının süt hısımlığı doğuracağı, ancak süt bankasına süt veren annelerin belirlenmesindeki güçlük sebebiyle süt hısımlarının bilinmesinin mümkün olmayacağı, bunun da aralarında evlenme yasağı bulunan kişilerin bu durumu bilmeden evlenmelerine yol açabileceği, süt bankasından süt almanın haram olduğu ve İslâm ülkelerinde süt bankası kurulmasının engellenmesi gerektiği neticesine varılmıştır. Bununla birlikte bazı İslâm âlimlerince zarûret durumunda süt bankasından süt alınabileceği ve süt verenle, verilen çocuğun kim olduğunun velilerince bilinmesi hâlinde taraflar arasında süt hısımlığının meydana geleceği belirtilmiştir.[7]

Aslında İslâm’daki “sütanne” kavramının mânâ ve önemi bu noktada ortaya çıkmaktadır. Annenin ölmesi, annenin hastalığı, bebeğin annenin memesini almaması… gibi durumlarda gönüllü bir annenin çocuğa süt vermeyi kabul etmesi, İslâm’ın âdâbına uygun bir davranıştır. Bu durumda süt veren kadınla bebek arasında maddî-mânevî bir bağ oluşmuş, taraflar arasında meydana gelen hısımlıkla çocuğa sahip çıkılmış, nesep karışmamış, kişiler arasında sevgi, birlik ve beraberlik duyguları kurulmuş olur. Hem bu sayede bebeği ölmüş veya bebek hasreti çeken kişilerin duyguları yatıştırılmış, hem de yoksul olan sütanneye verilen ücret ile, sütanne, evine ekonomik olarak destek de sağlamış olmaktadır.

Çağdaş yazarlarca günümüz şartlarında gerektiğinde doğumundan itibaren çocuğu, ana sütü dışındaki gıdalarla beslemek ve büyütmek mümkündür. Anne sütünün yerini tutmasa bile bebek mamalarının da bir alternatif sayılabileceği unutulmamalıdır.

SÜT HISIMLIĞININ GETİRDİĞİ DÎNÎ HÜKÜMLER

Süt hısımlığı, sadece nikâhın haram olması, bakmanın, yalnız kalmanın (halvet), yolculuğun câiz olması gibi birtakım hükümler meydana getirir. Bu sebeple fitne tehlikesi yoksa, kişi mahremi sayılan süt baba, süt erkek kardeş, süt amca, süt dede gibi erkeklerin yanına örtüsüz olarak çıkabilir, bu kişilerle yolculuk yapabilir.

Süt hısımlığı; mîras, nafaka yükümlülüğü, şâhitlik, kısas, diyet gibi kalan hükümleri içermez. Bu hükümlerde iki taraf yabancı gibidirler. Buna göre yoksul düşen bir sütanne, süt oğlundan nafaka isteyemez, ona mirasçı olamaz ve bu çocuk üzerinde velâyet iddiasında bulunamaz. Ancak süt çocuk, süt hısımlığından dolayı süt âilesine vefâ gereği sahip çıkarsa, bu onun ahlâkının güzelliğindendir.[8]

SÜT HISIMLIĞI SEBEBİYLE MAHREM OLAN, YANİ EVLENİLMESİ HARAM OLAN KİŞİLER

Kur’ân-ı Kerîm’de buyrulur: “…Sizi emziren analarınız ve süt kız kardeşleriniz size haram kılındı…” (en-Nisâ, 23)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de, Hazret-i Hamza’nın kızı ile evlenmesi kendisine teklif edildiğinde:

“O bana helâl olmaz. Çünkü o benim süt kardeşimin kızıdır. Nesep sebebiyle haram olanlar, emzirme sebebiyle de haram olur.” buyurmuştur.[9]

Yukarıdaki âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf sebebiyle İslâm âlimleri, süt akrabalığı sebebiyle evlenilmesi yasak olan kişileri şu şekilde sıralamışlardır:

a) Süt yönünden usûlü (sütanne, sütbaba, sütnineler, sütdedeler).[10]

b) Süt yönünden fürûu (sütçocuklar, süttorunlar).[11]

c) Sütanne ve sütbabanın gerek nesep, gerekse süt hısımlığı yoluyla fürûu (sütkardeşler, bunların ve onların çocukları). Baba bir sütkardeşler de buna dâhildir. Meselâ bir kimsenin iki karısından biri bir erkek çocuğu, diğeri bir kız çocuğu emzirse bunlar baba bir sütkardeş olduklarından, birbirleriyle evlenemezler.

d) Sütdede ve sütninenin çocukları (süthala, sütamca, sütteyze, sütdayı).

e) Eşin süt usûlü (eşin sütannesi, sütbabası, sütnineleri, sütdedeleri).

f) Eşin süt fürûu (eşin sütçocukları, süttorunları).

g) Süt usûlün eşleri (sütannenin, sütbabanın, sütdedelerin, sütninelerin eşleri).

h) Süt fürûun eşleri (sütçocukların, süttorunların eşleri).

Süt hısmı olan iki kadından biri, bir erkekle evli olsa, daha sonra diğeri de bu erkekle evlenmek istese nikâh olmaz. Çünkü süt hısmı olan iki kişi, aynı anda bir erkeğin nikâhı altında tutulamaz. Tıpkı iki kız kardeşin veya yeğen ile hala ya da teyzenin aynı anda bir erkeğin nikâhı altında bulundurulmasının yasaklanmış olması gibi…[12]

Burada esas alınan kâide; “Süt emenin nefsi, emzirenin nesline haram kılınmıştır.” Yani bir bebek, bir kadından süt emdiğinde o evin bir ferdi gibi olur. Eğer emen kızsa, o evin kızlarına kimler helâlse bu çocuğa da o kimseler helâl, kimler haramsa onlar haram olur. Emen erkekse, o evin erkeklerine kimler helâlse bu çocuğa da o kimseler helâl, kimler haramsa onlar da haram olur.

Süt emen çocuğun kendi öz annesinin çocukları ile bu âile arasında hiçbir akrabalık (hısımlık) durumu oluşmadığı için iki âilenin çocuklarının birbiri ile evlenmesinde bir mahzur bulunmaz. Sadece “süt emen çocuk, diğer ailenin öz çocuğu hükmünde” olduğu için, bu âilenin çocukları öz kardeşleri hükmünde olup, birbirleriyle evlenmeleri haramdır.

Bu sebeple toplumumuzun bazı kesimlerinde duyduğumuz; “Süt aşağı akar, yukarı akmaz!” şeklindeki anlayış, Kur’ân’a terstir ve yanlıştır. Yani bir çocuk, bir kadının sütünü emdiğinde kendi akranı ve kendinden küçüklerle evlenemeyeceği gibi, kendinden büyük olan sütabisi ya da sütablasıyla da evlenemez.

LEBENÜ’L-FAHL MESELESİ

Sözlükte leben, “süt”; fahl de “erkek” demektir. Bir fıkıh terimi olarak lebenü’l-fahl; “cinsî münâsebet neticesinde kadında sütün meydana gelmesine sebep olan kocanın, süt emen çocuk için baba olması” durumunu ifade eder.

“Süt emmeden dolayı çocuk, sütannenin kocasına ve akrabalarına helâl olur mu?” sorusu, sahâbe döneminden beri İslâm âlimleri arasında ihtilaflı bir konu olmuştur. Bu hususta aşağıdaki hadîs-i şerîf cevap niteliğindedir:

Hicap âyeti indikten sonra, Hazret-i Âişe’nin süt amcası Eflah -radıyallâhu anh- ziyarete gelir ve (içeri girmek için) izin ister. Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gelene kadar ona izin vermekten çekinir. Eflah -radıyallâhu anh-:

“-Benden mi kaçınıyorsun, ben senin amcanım.” der.

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-:

“-Bu nasıl olur?” deyince Eflah -radıyallâhu anh- :

“-Seni kardeşimin karısı, kardeşimin sütüyle emzirdi.” cevabını verir.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- geldiğinde Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-, durumu anlatır. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Eflah doğru söylüyor, ona izin ver.” buyurur. Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- :

“-Beni kadın emzirdi, adam emzirmedi ki!” der.

Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-O senin amcandır, yanına girsin.” şeklinde karşılık verir.[13]

Dört mezhep imamına göre; sütannenin kocası sütannenin emzirdiği çocuğun, süt babası olur ve aralarında süt hısımlığı (akrabalığı) doğar. Bu sebeple onların kardeşleri de “sütamca”, “süthala” olur. Anne tarafından kardeşler de, “sütdayı” ve “sütteyze” olurlar.

BEKÂR BİR KIZIN SÜT EMZİRMESİ İLE SÜT HISIMLIĞI OLUŞUR MU?

Süt hısımlığının oluşması için gerekli olan şartlardan biri, sütün bir kadına âit olmasıdır. Çoğunluğa göre, bunun için kadının evli veya bekâr olması ya da kocasının bulunmaması neticeyi değiştirmez. Yalnız kızın büluğ çağına girmiş olması gerekir.

Hanefîler, ölmüş bir kadının sütünü içmekle süt hısımlığının meydana geleceğini söylemişlerdir. Zira sütün bir kadına ait olması yeterlidir, ölü veya diri olmasına bakılmaz. Ancak Şâfiîler ölü kadının sütünün necis olduğunu, bu sebeple mahremiyetin meydana gelmeyeceğini söylemişlerdir.

SÜT HISIMLIĞININ İSPÂTI

Süt hısımlığı, ikrâr veya şâhitlerin delilleri ile ispat edilir.

Bir erkeğin ve bir kadının birlikte veya ayrı olarak süt hısımlığını kabul ve itiraf etmesine “ikrâr” denir. Böyle bir erkek ve kadın, evlenmeden önce süt hısımlığını kabul edecek olsa evlenmeleri helâl olmaz. Buna rağmen evlenseler, nikâh geçersiz sayılır. Bu durum, evlendikten sonra anlaşılsa (yaşa, çoluk-çocuğa, çevrenin kınamasına bakılmaksızın) duygusallığa kapılmadan derhal ayrılmaları gerekir. Kendiliğinden ayrılmazlarsa, hâkim zorla ayırır. Çünkü akdin bozukluğu ortaya çıkmıştır.

Dört mezhep imamına göre, iki kişinin süt hısmı olduğuna adâletli iki erkek veya bir erkek iki kadın, hâkim önünde şahitlik ederse, bu şâhitlik geçerli olup süt hısımlığı sâbit olacaktır. Ancak bir kadın ya da tek bir erkek yahut dört kadının şâhitliği ile süt hısımlığının sâbit olup olmayacağı ihtilaflıdır. Ebû Hanîfe’ye göre, bu şahitlikler kabul edilmez. Çünkü Hazret-i Ömer:

“-Süt hısımlığı konusunda iki erkekten daha az şahit kabul edilmez!” demiştir. Sahâbeden de hiç kimse buna itiraz etmemiştir.

İmâm Şâfiî ve İmâm Ahmed bin Hanbel, “Dört kadının şâhitliği; bir erkek veya bir kadının ya da iki kadının şahitliği süt hısımlığının kabulü için yeterlidir!” demişlerdir. Bu mezhepler süt emzirme konusunda erkek şahit bulma güçlüğünü dikkate alarak kadın şâhide ağırlık vermişlerdir.[14]

Anlaşıldığı üzere, süt akrabalığının evlenme yasağı doğuracağı hususunda açık âyetler bulunması sebebiyle müslüman kadınların bu hususa çok dikkat etmeleri gerekmektedir. Kadınlar ileride vahim bir neticeyle karşılaşmamak adına; hangi çocuğa süt verdiklerini unutmamalı, muhakkak bunu bir yere kaydetmeli, bunu gizlemek yerine etrafa duyurmalıdırlar. Bunu yapamayacak hanımlar, kendi çocukları dışında başka bir çocuğa süt vermemeli, mecbur kalma durumunda mama ve alternatif yollarla bebeğin beslenmesine yardımcı olmalıdırlar.

Dipnotlar:

[1] Ebû Hanîfe’ye göre emme süresinin 30 ay olması şu âyete dayanır: “Çocuğun ana karnında taşınması ile sütten ayrılmasının süresi otuz aydır.” (el-Ahkâf, 15) Ebû Hanîfe’ye göre, âyette geçen 30 ay; hem gebeliğin hem de sütten ayrılmanın ayrı ayrı süresidir. Ancak çoğunluk fakihlere göre ise, âyette geçen “30 ay” ifadesi; gebeliğin en alt sınırı (6 ay) ve 2 yıl emme süresinin toplam süresidir. Zira sütten ayrılmanın iki yıl olduğunu belirleyen başka deliller de vardır. Âyet-i kerîmede buyrulur: “Biz insana ana-babasına itaat etmesini bildirdik. Onun anası, kendisini zahmet üstüne zahmetle taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl sürmüştür...” (Lokmân, 14) [2] el-Muvattâ, Radâ, 12; Müslim, Radâ, 26-31. [3] Osman Kaşıkçı, Radâ, Diyanet İslâm Ansiklopedisi, c: 34, sh: 386. Sayfa. [4] Müslim, Radâ, 25; Ebû Dâvûd, Nikâh, 10; Tirmizî, Radâ, 3. [5] Hamdi Döndüren, Delilleriyle Âile İlmihali, Radâ, sh: 315. [6] ez-Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletühû, 2. Baskı, c. VII. [7] Osman Kaşıkçı, Radâ, DİA, c: 34, sh: 385. [8] İbn-i Hacer, IX, 110. [9] Buhârî, Şehâdât, 7; Müslim, Radâ, 9. [10] Usûl: (Üst soy) Arapça “asl” kelimesinin çoğuludur. Asl sözlükte; temel, kök, soyluluk gibi mânâlara gelir. Yukarıda kullanıldığı terim mânâsıyla usûl: Anne-baba tarafından yukarıya doğru bütün dede ve nineleri ifade eder. [11] Fürû: (Alt soy) Bir kimsenin erkek veya kız bütün çocuk ve torunlarını kapsar. [12] İlmihal II, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2003, Evlenme Engelleri, sh: 215. [13] Buhârî, Nikâh, 117, VI, 160; Müslim, Radâ, 2, II, 1069, Buhârî, Şehâdât, 7, III, 149. [14] Hamdi Döndüren, Delilleriyle Âile İlmihali, Radâ, s: 321.

Kaynak: Kevser Atar, Şebnem Dergisi, Sayı: 181

 

İslam ve İhsan

SÜT KARDEŞLE EVLENMEK CAİZ Mİ?

Süt Kardeşle Evlenmek Caiz mi?

EVLENİLMESİ HARAM OLAN KADINLAR

Evlenilmesi Haram Olan Kadınlar

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.