İslam’da İnsanın Gelişim Evreleri

Ehliyet ne demektir? İslam’a göre hayat boyunca bir insanın gelişim evreleri.

Ehliyet sözlükte; lâyık ve yeterli olmak demektir. Bir fıkıh terimi olarak ehliyet; kişinin lehine ve aleyhine olan haklara sahip olabilmesi ve yükümlülükleri de üstlenebilmesi durumunu ifade eder. Bunu kısaca; “insanın, kendisine hüküm taallûk edecek durumda bulunması” diye tarif edebiliriz. Ehliyet kişilerin akıl ve beden gelişmesine bağlı olarak gelişen ve anne karnındaki cenin devresinden başlayıp ergenlik ve rüşd çağına ulaşmakla en üst düzeye ulaşan bir süreci kapsar.

BİR İNSANIN GELİŞİM EVRELERİ

1) Cenin devresi:

Bu devre çocuğun ana rahmine düşmesinden doğuma kadar sürer. Cenin için velâyet söz konusu olmamakla birlikte o, sağ doğmak şartıyla lehine olan şu haklardan yararlanır. Nesep hakkı, miras hakkı, lehine vasiyet veya vakfedilen şeye sahip olma hakkı. Cenin sağ olarak doğarsa bunlara sahip olur.[1]

Hanefîlere göre cenine intikal eden mallar, yed-i emine teslim edilir ve bunlar yalnız koruma altına alınmakla yetinilir, arttırmaya çalışılmaz. Çoğunluk mezhep müctehitlerine göre ise, böyle bir durumda cenin için bir veli veya vasi belirlenir ve bu kimse onun mallarını koruma altına alır.

Cenin henüz ruh üflenmediği dönemde de olsa, bir insan varlığını temsil ettiği için İslâm’da korunmuş ve önemli bir neden olmaksızın dış etkiyle düşmesine neden olan kimse için bazı müeyyideler getirilmiştir.

2) Gayri mümeyyiz küçüklük devresi:

Bu devre doğumdan temyiz çağına, yani çocuğun iyi ile kötüyü, yararlı olanla zararlı olanı ayırt edebildiği yaşa kadar sürer. Bu da yaklaşık yedi yaşlarında gerçekleşir. Buna göre, doğumla yedi yaş arasındaki küçüklerin eda ehliyeti yoktur, fakat “vücub ehliyeti” denilen onu haklara ve borçlara ehil duruma getiren bir ehliyetin sahibi sayılır. Bu yüzden lehine yapılan bağış ve vasiyetler geçerli olduğu gibi, veli veya vasisi’nin onun adına yapacağı alış-veriş, kira ve rehin gibi muâmeleler de geçerlidir. Bunların sonuçları çocuğa ait olur.

Malvarlığı olan gayri mümeyyiz küçük devletin koyacağı vergi ve yükümlülüklere muhatap olur. Zengin durumda ise yoksul bulunan hısımlarına nafaka yükümlülüğü de söz konusu olur. Ancak Hanefîlere göre zekâtla yükümlü olmaz. Çünkü zekât bir ibadet olup, küçük çocuk ibadetle yükümlü değildir. Çoğunluk müctehitlere göre ise zekât, malın bir külfeti niteliğinde olduğu için, küçük çocuk zekâtla da yükümlüdür. Bunu velisi, onun malından hesaplayıp hak sahiplerine verir.[2]

3) Mümeyyiz küçüklük devresi:

Bu devre temyiz gücü ile başlar ve ergenlik çağına kadar sürer. Temyiz gücü; iyi ile kötüyü, hayırla şerri, yararlı ile zararlıyı birbirinden ayırdetme yeteneğini ifade eder. Temyiz çağının başlangıcı yedi yaş olarak kabul edilmiştir. Delil şu hadistir: “Yedi yaşına girdiklerinde çocuklarınıza namazı emrediniz.”[3] Bu hadis, yedi yaşına giren çocuğun namazın ve ibadetin anlamını kavrayabilecek bir düşünce olgunluğuna eriştiğini gösterir.

Mümeyyiz küçüğün eksik eda ehliyeti vardır. Onun yapacağı ibadetler veya günlük ticarî ve medenî muameleler şu ölçülere göre değerlendirilir.

a) Namaz, oruç, hac gibi ibadetleri yapması farz değilse de edası sahih olur ve sevabı ana) baba ile onları bu ibadetlere teşvik edip alıştıranlara ait bulunur.[4]

b) Tam olarak yararına olan hukuki tasarruflar geçerlidir. Bu konuda velisinin izni de gerekmez. Kendisine verilen bağışı veya sadakayı kabul etmesi, mübah malları mülk edinmesi bu niteliktedir. Buna göre, yedi yaşla ergenlik çağı arasındaki çocuğa bizzat verilecek zekât veya yapılacak başka bağış ve hediyeler çocuğun mülkiyetine geçer. Ancak böyle bir bağış kötü bir niyet için yapılmışsa, küçüğün lehine olmadığı anlaşılınca velinin buna engel olma hakkı söz konusu olur.

Diğer yandan bu yaştaki çocukların başkasının vekili olarak yapacağı alım, satım, kira, nikâh, talâk, dava ve teslim alma gibi tasarrufları da geçerli olur. Çünkü bu muâmeleler çocuğun yetişmesine yardımcı olur ve ortaya çıkabilecek zarar da vekâlet verene aittir.[5]

c) Zararına olan tasarruflar geçersizdir. Malını bağışlaması, vakfetmesi veya âriyet vermesi, başkasının borcuna kefil olması ve eşini boşaması gibi muâmeleler bu niteliktedir. Bu muâmeleler çocuk adına velisi veya vasisi tarafından da yapılamaz.

d) Hem yararına hem de zararına olabilen muameleler. Alış-veriş, kiraya vermek, kiralamak, rehin vermek gibi muâmeleler bu niteliktedir. Bunlar velinin iznine bağlı olarak meydana gelir. Veli izin verirse muamele sahih olur, aksi durumda ortadan kalkar.

4) Ergenlik devresi:

Ergenlik çağı ile insan çocukluktan çıkıp, gençlik çağına ayak basmış olur. Ergenlik çağının başlangıcı iklim şartlarına göre ülkeden ülkeye değişiklik gösterir. Bununla birlikte tecrübeye göre alt sınır kızlarda 9, erkekte 12 yaştır. Üst sınır çoğunluk müctehitlere göre 15 yaştır. Ebû Hanîfe’ye göre ise üst sınır kızda 17, erkekte 18 olup, bu yaşa gelenlerde ergenlik belirtileri görülmese bile hükmen ergen sayılırlar. Ergenlik belirtisi erkekte ihtilâm olma, kızlarda ise aybaşı olma veya gebe kalmakla sabit olur. Bu belirtiler görülmese de çoğunluğa göre 15 yaşın bitiminde ergenlik başlamış sayılır.

Ergen ve akıllı olan erkek ve kadın artık bütün ibadetlerle yükümlü olduğu gibi, ticari ve medenî her türlü muameleleri yapma ehliyetini elde eder. Haksız fiillerinden dolayı hem bedenen hem de mal olarak sorumlu bulunur. Birisini kasıtlı olarak öldürse kısas uygulanır, zina etse bunun cezasına muhatap olur. Ancak kendi mal varlığını yönetmede gerekli tecrübe ve yeteneği kazanamamışsa, başka bir deyimle “reşid” değilse, kendi malı üzerindeki tasarrufları velinin iznine bağlı olmaya devam edebilir. Böylece ergenlikle rüşd ayrı yaşlarda gerçekleşebilir. Bu yüzden aşağıda rüşd devresini ayrıca inceleyeceğiz.

5) Rüşd devresi:

Rüşd, arapça bir kelime olup sözlükte; doğru yolu bulup gitme, doğru yolda gitme, doğru düşünme, akıl sahibi olma ve ergen olma gibi anlamlara gelir. Reşid ise; malını saçıp savurmaktan uzak olan, yaptığı muâmelerde kârını zararını ayırdedebilen kimse demektir. Mecelle’nin reşidi tarifi şöyledir: “Reşid, malını muhafaza konusunda tekayyüd ederek sefeh ve tebzirden tevakki eden kimsedir.”[6] Reşidin zıddı sefihtir. Sefih; malını akılsızca saçıp savuran ve boş yere harcayıp israf ederek telef eden kimsedir (bk. Mecelle, mad. 946).

Kişi şer’î ve cezai yükümlülüklere ehil olduğu halde, malî tasarrufları bakımından reşid olmayabilir. Rüşd, tam olarak ergenlik demek değildir. Bu yüzden ergenlikten önce veya sonra olabileceği gibi, ergenlikle birlikte de gerçekleşebilir. Kişi yalnız ergenliğe ulaşınca değil, reşid olunca eda ehliyetini bütünüyle kazanmış olur. Bundan sonra üzerinden mali velâyet kalkar, malında dilediği gibi tasarruf hakkı doğar ve malı kendisine teslim edilir.

Allahü Teâlâ şöyle buyurur:

“Evlenme çağına gelinceye kadar yetimleri deneyin. Eğer onların rüşde erdiklerini görürseniz mallarını kendilerine verin.”[7] Akıllı ve ergen çocukta servetini yönetebilecek bir yetenek, bilgi ve tecrübe durumu görülmezse malı kendisine teslim edilmez ve bir süre daha velinin koruması devam eder. Bu korumanın süresi ne kadardır ve bu süreyi kim belirleyecektir?

Ebû Hanîfe’ye göre akıllı ve ergen kimse sefih ve müsrif de olsa prensip olarak tasarruf hürriyetine kavuşur, ancak malı bir önlem olarak reşid oluncaya veya yirmi beş yaşına kadar kendisine teslim edilmez. Bu yaştan sonra artık reşid olmasa da malları kendilerine verilir. Aksi durumda, insanın şerefi ayak altına alınmış olur. Âyette şöyle buyurulur: “Yetim rüşdüne erinceye kadar, onun malına en güzel yolun dışında yaklaşmayın.”[8] Yirmi beş yaş, dede olabilecek bir yaş olup, kişi bu yaşta son olgunluk çağına ulaşmış bulunur. Tasarruftan alıkoymanın gayesi te’diptir. Bu yaştan sonra çoğunlukla te’dip gerçekleşmez.[9]

Çoğunluk müctehitlere göre çocuk, ergenlik çağına reşid olmaksızın girerse malı kendisine teslim edilmez ve bu durum yaşına bakılmaksızın uzun süre devam edebilir. Nitekim en-Nisâ Sûresi 6 ncı âyette buna işaret vardır. Ashâb-ı kiramdan Saîd b. Cübeyr (ö.95/713); “Kişi sakalından tutulur ama reşid olmayabilir.” demiştir. Sefihlik durumu sürdükçe kişi altmış yaşına da girse hüküm değişmez. Nitekim âyette şöyle buyurulmuştur.

“Allâh’ın, yaşayışınızın sebebi kıldığı mallarınızı, aklı zayıf olanlara (sefihlere) vermeyin. O mallarla yedirin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.”[10] Osmanlı Devleti uygulamasında önceleri rüşd için belirli bir yaş konulmadığı ve Mecelle’de de çoğunluğun görüşü olan bu prensibin korunduğu görülür.[11]

Diğer yandan Osmanlı mahkeme uygulamalarında birliği sağlamak gayesiyle 1288/1871 tarihli bir fermanla yirmi yaşını doldurmamış olan kimselerin rüşd davalarının reddedilmesi istenmiştir.[12]

Günümüz beşerî hukuklarında rüşd için belirli yaşlar tespit edilmektedir. Nitekim Türk Medeni Kanununda rüşd yaşı 18 (bk. mad 11), Suriye 1935 tarihli Ahval-i Şahsiye Kan. 18, Mısır, İngiltere, Almanya ve Fransa ise 21 yaşı rüşd yaşı olarak kabul etmişlerdir.[13]

Dipnotlar:

[1]. İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, VIII, 324 vd. [2]. bk. Tirmizî, Zekât, 15; Mâlik, Muvatta’, Zekât, 12; Döndüren, Delilleriyle İslâm İlmihali, İstanbul, 1991, s. 490, 491; Ebû Zehra, Usûlü’l-Fıkh, s. 331, 32. [3]. Ebû Dâvûd, Salât, 26. [4]. Kâsânî, el-Bedâyî’, VII, 171; İbnü’l-Hümâm, age, VII, 310 vd.; Meydânî, el-Lübâb, II, 67; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Muctehid, II, 278. [5]. bk. İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, IV, 400 vd.; el-Hudârî, Usûlü’l-Fıkh, 5. baskı, Mısır 1965, s. 100, 102. [6]. Mecelle, mad. 947. [7]. Nisâ’, 4/6. [8]. En’âm, 6/152. [9]. Kâsânî, age, VII, 171; İbnü’l-Hümâm, age, VII, 316; Meydânî, el-Lübâb, II, 69. [10]. Nisâ’, 4/5. [11]. bk. Mecelle mad. 981, 982; Ali Haydar, Düraru’l-Hükkâm, III, 70, vd. [12]. Ali Haydar, age, Mecelle 989, mad. Şerhi. [13]. Velidedeoğlu, Türk Medeni Hukuku Umumî Esaslar, 7. baskı, c. I, c. II, s. 56.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

EHLİYET NEDİR?

Ehliyet Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.