İslam’da Gayrimüslimlerin Hakları

İslam’da gayrimüslim azınlıkların hakları.

İslâm hâkimiyeti altına giren topraklarda, gayrimüslimler, burunları dahî kanamadan asırlarca hür bir şekilde yaşamışlardır. Bunun sebebi, İslâm’ın koyduğu kâideler ve İslâm ahlâkıyla yaşayan Müslüman idarecilerin merhametidir.

İSLAM’DA AZINLIK HAKLARI

İslâm, bilhassa ehl-i kitâbın, fethedilen topraklarda “cizye” adı verilen vergiyi ödeyerek yaşamalarına izin verir.[1]

Cizyenin alınması, tebaanın can, mal ve namus emniyetinin müslüman idare tarafından tekeffül edilmesi mânâsına gelir. Hattâ bu kişilerin emniyeti müslümanlara zimmetli olduğu için, cizye ödeyerek, Müslüman coğrafyasında yaşayan gayrimüslimlere “zimmî” denilmiştir.

Bu kişilere zorla İslâm’a girme baskısı yapılamaz. Kendi dinlerini yaşamalarına da mânî olunmaz. Hattâ onların içki içmeleri ve hınzır eti yemelerine de müdâhale edilmez. Muharref dinlerini ve kötülüğü yaymalarına ise mânî olunur.

Sadece târihî seyrin tefekkürüyle dahî, İslâm’ın, hâkimiyeti altındaki gayrimüslimlere gösterdiği hürriyeti takdir ve teslim etmek lâzım gelir. Çünkü on dört asırdır müslümanların hâkimiyeti altında bulunan Şam, Mısır ve benzeri bölgelerde, hâlâ geniş hristiyan, yahudî, ezîdî vb. gruplar, varlıklarını sürdürmektedirler.

Eğer zaman zaman bazı nâdan müfterilerin ileri sürdüğü gibi, İslâm kılıç zoruyla yayılmış olsa idi, buralarda hiçbir gayrimüslim nüfus bulunmaması îcâb ederdi.

Osmanlı’da Azınlık Hakları

Osmanlı’nın hâkimiyet dönemi için de aynı hakîkat geçerlidir. Asırlarca kudretinin zirvesindeki Osmanlı hâkimiyeti altında kalan Balkanlarda, Ortodoks ve Katolikler, mevcudiyetlerini muhafaza etmişlerdir.

Asırlar sonra bile, Macaristan Cumhurbaşkanı Pal Schmitt, Osmanlı kontrolünde kaldıkları 150 seneyi, milletlerinin bekāsının yegâne sebebi olarak minnetle yâd etmiştir.

Şu hâdise de Osmanlı’nın adâlet ve hakkâniyetinin müstesnâ bir misâlidir:

Plevne, Rus muhâsarası altında kalınca, Gâzi Osman Paşa, üç ay mukâvemet etti. Fakat beklenen yardımlar gelmeyince, huruç harekâtıyla muhâsarayı yarma kararı alındı. Bunun üzerine Osman Paşa hristiyan halkın temsilcilerini çağırdı. Çünkü onları korumak maksadıyla kendilerinden cizye almaktaydı. Kaleden çıkılması meselesini açarak:

“–Ben, sizi muhafaza etmek için sizlerden cizye (vergi) aldım. Fakat sizi bugün muhafaza etme gücüm kalmadı. Bu cizyeleri size iade ediyorum.” dedi. Bu hakkâniyet ve âlîcenaplık karşısında hristiyan halkın temsilcileri duygulanarak:

“–Bizi bırakıp nereye gidiyorsunuz? Biz de sizinle geleceğiz.” demiş, hakîkaten huruç harekâtına binlerce Bulgar katılmıştır. Bu adâlet ve âlîcenaplığın aynısı, asırlar önce Suriye bölgesinde de yaşanmıştı.

Müslümanlar, Bizans ordusunun üzerlerine gelmekte olduğunu haber alınca, himâye ve idareleri altında bulunan Humus ahâlisinden almış oldukları vergileri iâde ettiler ve:

“–Biz şu anda büyük bir saldırıya mâruz kaldığımız için sizi muhafaza etme imkânından mahrumuz. (Bu vergileri ise sizi muhafaza etme karşılığında almıştık.) Artık serbestsiniz, dilediğiniz gibi hareket edebilirsiniz.” dediler. Humus ahâlisi:

“–Vallâhi sizin idareniz ve adâletiniz, bizim için daha önce içinde bulunduğumuz zulüm ve zorbalıktan çok daha iyidir. Sizin vâlinizle birlikte şehri Bizans’a karşı müdâfaa edeceğiz.” dediler.

Kendileriyle sulh yapılmış olan diğer şehirlerin Hristiyan ve Yahudî ahâlisi de aynı şekilde hareket etti. Neticede İslâm ordusu gâlip gelince de şehirlerini tekrar Müslümanlara açtılar, huzur içinde yaşayıp vergilerini ödemeye devam ettiler.[2]

Dipnotlar:

[1] Bkz. et-Tevbe, 29. [2] Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, Beyrut 1987, s. 187.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İslam Tefekkür Ufku, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

İSLAM’DA AZINLIKLARIN HAKLARI

İslam’da Azınlıkların Hakları

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.