İslam’da Anne-Baba Hakkı

İslam’a göre varlık vesilemiz ve velî-nîmetimiz olan anne-babalarımızın üzerimizdeki hakkı nedir? İslam'da anne ve baba hakkının önemi nedir? Anne ve babalarımıza karşı nasıl davranmalıyız?

Kul hakları içinde en mühim olanı ana-baba hakkıdır. Allah ve Resûlü’ne itaatten sonra ana-babaya itaat gelir. Çünkü anne ve babalarımız varlık sebebimiz ve velînîmetimizdir. Maddî ve mânevî hayâtımızı inşâ eden müstesnâ fazîlet âbideleridir. Bir anne yüreği ve kucağı, çocuk terbiyesinin yapıldığı muhteşem bir dershânedir. Âile yuvası, çocuğun istikbâlini şekillendiren ilk eğitim müessesesidir. Dolayısıyla anne ve babaların evlâtları üzerindeki hakları sayıya gelmeyecek kadar çoktur.

Fazîletli anne-babalar, evlâtlar için büyük bir rahmet ve berekettir. Sâliha anne, ilâhî kudretin insanoğluna lutfettiği bir rahmet kucağı, âilede saâdet kaynağı, huzur ve safâ ışığı, âile fertlerinin şefkat pınarıdır. Rabbimizin, “er-Rahmân” ve “er-Rahîm” esmâsının dünyadaki müstesnâ ve mûtenâ bir tecellîgâhıdır.

Bizleri önce bir müddet karnında, sonra kollarında ve ölünceye kadar da kalplerinde taşıyan annelerimize gösterilecek sevgi ve saygıya ortak olabilecek başka bir varlık yaratılmamıştır. Ev tanzîmi ve evlât terbiyesini omuzlarına alan anneler, cidden engin bir muhabbete, derin bir saygıya ve ömürlük bir teşekküre lâyıktırlar.

Bir anne rûhunda biriken o engin şefkatin sınırlarını tâyin edebilecek bir ölçü var mıdır? Yememiş yedirmiş, giymemiş giydirmiş, uyumamış uyutmuş... Hayâtın fırtınalarında bizlere bir toz konmasın diye bütün varlığını seferber etmiş olan anne ve babaların haklarını ödeyebilmek mümkün müdür? Mevlânâ Hazretleri ne güzel ifâde eder:

“Anne hakkına dikkat et! Onu başında tâc et! Zîrâ anneler doğum sancısı çekmeselerdi, çocuklar dünyaya gelmeye yol bulamazlardı.”

KUR’AN’DA ANNE-BABA HAKKI İLE İLGİLİ AYETLER

Cenâb-ı Hak, kendi haklarından sonra anne-babaya iyi ve güzel davranmayı ilk sırada zikrederek şöyle emreder:

“Allâh’a ibâdet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabâya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve mâliki bulunduğunuz kimselere iyi davranın...” (en-Nisâ, 36)

“Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını vasiyet ettik! Çünkü anası, onu nice sıkıntılara katlanarak (karnında) taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için:) «Önce Bana, sonra da ana-babana şükret!» diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak Banadır.” (Lokmân, 14)

ANNE-BABA HAKKI İLE İLGİLİ HADİSLER

Cenâb-ı Hak, kendi rızâsını ana-babanın rızâsına bağlamıştır. Bu hakîkati Resûlullah şöyle haber verirler:

“Allah Teâlâ’nın rızâsı, anne ve babayı hoşnut ederek kazanılır. Allah Teâlâ’nın gazabı da anne ve babayı öfkelendirmek sûretiyle celbedilir.” (Tirmizî, Birr, 3/1899)

Hz. Peygamber’in şu duâsı bir mü’min için ne büyük bir müjdedir:

“Ana-babasına iyilik edene ne mutlu! Allah Teâlâ onun ömrünü ziyâdeleştirsin!” (Heysemî, VIII, 137)

Ebeveynin evlâtları üzerindeki hakları o kadar çoktur ki, bunları ödemek pek zor, hattâ imkânsızdır. Hadîs-i şerîfte buna şöyle bir teşbihle dikkat çekilmektedir:

“Hiçbir evlât, babasının hakkını ödeyemez. Şayet onu köle olarak bulur ve satın alıp âzâd ederse, babalık hakkını (ancak o zaman) ödemiş olur.” (Müslim, İtk, 25; Ebû Dâvûd, Edeb, 119-120; Tirmizî, Birr, 8/1906)

Bu sebeple, Allah rızâsı için herhangi bir hayır ve iyilik yapılacaksa, evvelâ ana-babanın düşünülmesi îcâb eder. Sonra da en yakından uzağa doğru diğer insanlar... Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“…Maldan harcadığınız şey, ebeveyn, yakınlar, yetimler, fakirler ve yolcular için olmalıdır. Şüphesiz Allah, yapacağınız her hayrı bilir.” (el-Bakara, 215)

Çocuklar, ana-babalarına karşı hürmet, itaat ve gerekli hizmetlerle mükelleftirler. Eğer farklı yerlerde ya da muhtelif şehirlerde yaşıyorlarsa, ana-babalarını ziyâret edip gönüllerini almalı, duâlarını istemelidirler. Onlara hizmet etmek, güzel söz söyleyip ikramda bulunmak, bilhassa yaşlandıkları zaman evlâtların en büyük vefâ borcudur. Yüce Rabbimiz, onlara karşı en ufak bir memnûniyetsizlik göstermeye bile müsâade etmemiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulur:

“Rabbin, yalnız kendisine ibâdet etmenizi ve ana-babaya iyilikte bulunmayı emretmiştir. Eğer ikisinden biri veya her ikisi, senin yanında iken ihtiyarlayacak olursa, onlara karşı «öf» bile deme, onları azarlama. İkisine de hep tatlı söz söyle. Onlara rahmet ve tevâzû kanatlarını ger ve; «Rabbim! Onlar beni küçükken (merhametle) yetiştirdikleri gibi Sen de onlara merhamet eyle!» de!” (el-İsrâ, 23-24)

ANNE-BABA CENNETE GİRMEYE EN BÜYÜK VESİLE

Anne babaya hizmette bulunmak, çok fazîletli bir amel-i sâlihtir. Bu fırsatı değerlendiremeyen kimseler, büyük bir kayıp içindedirler. Nitekim Hz. Peygamber, mühim bir îkaz ve ihtar mâhiyetinde şöyle buyurmuştur:

“Anne ve babasına veya onlardan sadece birine yaşlılık günlerinde yetişip de cennete giremeyen kimse perişan olsun, perişan olsun, perişan olsun!” (Müslim, Birr, 9, 10)

Kendisine sayılamayacak kadar çok iyilik yapmış olan anne-babanın hakkına riâyet etmeyen bir kimsenin, diğer insanların haklarını gözetmesi elbette düşünülemez. Dolayısıyla anne-babasına hayırlı bir evlât olamayan kişilerin, büyük bir ahlâkî zaaf taşıdıkları muhakkaktır.

ANNE-BABA DUASI

Ana-babanın duâsı makbûldür. Onların hayır duâlarını almaya gayret edilmeli, bedduâlarından da sakınılmalıdır. Resûlullah şöyle buyurmuşlardır:

“Makbûl olduğunda şüphe bulunmayan üç duâ vardır:

Babanın çocuğuna duâsı; misâfirin duâsı; mazlumun duâsı.” (Ebû Dâvûd, Vitr 29/1536; Tirmizî, Birr 7/1905, Deavât 47; İbn-i Mâce, Duâ 11)

“Babanın oğluna duâsı, peygamberin ümmetine duâsı gibidir.” (Süyûtî, II, 12/4199)

Annenin duâsı ise babanınkinden daha tesirlidir. Bu yüzden hadîs-i şerîfte zikredilme ihtiyâcı hissedilmemiştir. Bu durumda anne-babaya âsî olmanın büyük günahların başında yer alacağı husûsunda şüphe yoktur.

ANNE-BABAYA İTAATSİZLİK BÜYÜK GÜNAHLARDANDIR

Nüfey bin Hâris (r.a.) şöyle rivâyet eder:

“Resûlullah bir gün:

«–Büyük günahların en ağırını size haber vereyim mi?» diye üç defâ sordu. Biz de:

«–Evet, yâ Resûlallâh!» dedik. Resûl-i Ekrem Efendimiz:

«–Allâh’a şirk koşmak, ana-babaya itaatsizlik etmek!» buyurduktan sonra, yaslandığı yerden doğrulup oturdu ve;

«İyi dinleyin, bir de yalan söylemek ve yalancı şâhitlik yapmak!» buyurdu.[1]

 Bu sözü o kadar çok tekrar etti ki, daha fazla üzülmesini istemediğimiz için, keşke sükût buyursalar da yorulmasalar, diye arzu ettik.” (Buhârî, Şehâdât 10, Edeb 6, İsti’zân 35, İstitâbe 1; Müslim, Îmân 143)

Bâzı rivâyetlerde, kıyâmet gününde Allah Teâlâ’nın anne ve babasına itaatsizlik eden kimselerin yüzlerine bakmayacağı haber verilmektedir.[2]

İYİLİK YAPAN İYİLİK GÖRÜR

Kişi, anne-babasına nasıl muâmele ederse evlâtlarından da aynı muâmeleyi görür. Hz. Peygamber:

“…Babalarınıza iyilik edin ki, çocuklarınız da size iyilik etsinler…” (Hâkim, IV, 170/7258) buyurarak bu hakîkate işâret etmiştir. Ebeveynlerine karşı kötülük yapan ve kırıcı davrananların, nihâyette kendi evlâtları tarafından aynı muâmeleye tâbî tutulduğu, çok sık rastlanan ibret manzaralarındandır.

OSMANLI’DA ANNE-BABAYA HÜRMET

İnsanlar, gerek ana-babalarına gerekse diğer insanlara karşı muâmelelerinde İslâm’ın koyduğu edeb ve nezâket kâidelere tâbî olurlarsa, son derece huzurlu ve gıpta edilmeye lâyık bir toplum meydana gelir. Nitekim Fransız müellif Brayer, Osmanlı toplumunda müşâhede ettiği fazîlet tablolarını, bâzı kıyaslar yaparak şöyle ifâde eder:

“Osmanlı’da çocuklar, yetişip kemâl yaşına geldikleri zaman, anne ve babalarının yanında bulunmakla iftihâr ederler. Anne-babaları küçükken kendilerine nasıl şefkat gösterdilerse, çocuklar da aynı şekilde mukâbele etmekle bahtiyâr olurlar. Oysa diğer memleketlerde çok defâ çocuklar olgunluk çağına girer girmez, ana ve babalarından ayrılırlar. Maddî menfaatleri husûsunda onlarla çekişe çekişe münâkaşa ederler. Hattâ bâzen kendileri refah içinde yaşadıkları hâlde onları sefâlete yakın bir hayat içinde bırakırlar. Kendilerine en çok ihtiyaçları olduğu bir devrede anne-babalarına karşı âdeta yabancılaşırlar.”

EN İYİ DAVRANILMASI GEREKEN KİŞİLER

Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle anlatır:

“Bir şahıs, Resûlullah’a gelerek:

«–Kendisine en iyi davranmam gereken kimdir?» diye sordu. Resûlullah:

«–Annen!» buyurdu. O sahâbî:

«–Ondan sonra kimdir?» diye sordu. Efendimiz:

«–Annen!» buyurdu. Sahâbî tekrar:

«–Ondan sonra kim gelir?» diye sordu. Allah Resûlü yine:

«–Annen!» buyurdu. Sahâbî tekrar:

«–Sonra kim gelir?» diye sorunca Resûl-i Ekrem bu sefer:

«–Baban!» cevâbını verdi.” (Buhârî, Edeb, 2; Müslim, Birr, 1)

Diğer bir rivâyete göre o şahıs:

“–Ey Allâh’ın Resûlü! Kendisine en iyi davranılması gereken kimdir?” diye sordu. Resûl-i Ekrem:

“–Annen, sonra annen, daha sonra yine annen, sonra baban, sonra da sana en yakın olan akraban.” buyurdu. (Müslim, Birr 2)

ALLAH’IN EN BEĞENDİĞİ AMEL

Abdullah bin Mesut (r.a.) şöyle demiştir:

“Hz. Peygamber’e:

«–Allâh’ın en çok beğendiği amel hangisidir?» diye sordum.

«–Vaktinde kılınan namazdır.» diye cevap verdi.

«–Sonra hangi ibâdet gelir?» dedim.

«–Anne ve babaya iyilik ve itaat etmek.» buyurdu.

«–Daha sonra hangisi gelir?» diye sordum.

«–Allah yolunda cihâd etmek.» buyurdu.” (Buhârî, Mevâkît 5, Cihâd 1; Müslim, Îmân 137-139)

BABANIN ÖNÜNDE YÜRÜME

Hazret-i Ayşe şöyle nakleder:

“Resûlullah’a bir kişi geldi. Yanında da yaşlı bir zât vardı. Allah Resûlü:

«–Ey filân! Yanındaki kimdir?» diye sordu. O kişi:

«–Babamdır.» cevâbını verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şu îkazda bulundu:

«–Onun önünde yürüme, ondan evvel oturma, onu ismiyle çağırma ve ona hakâret ettirme!» (Heysemî, VIII, 137)

Bir kimse başkasının babasına hakâret eder veya kötü davranırsa, o da aynıyla mukâbele eder. Böylece evlât, kendi babasına hakâret ettirmiş ve kötülük etmiş olur.

ANNE-BABANA İYİ BAK

Bir sahâbî, Hz. Peygamber’e gelerek:

“–Hicret ve cihâd etmek üzere Sana bey’at ediyorum. Bunların sevâbını Allah’tan dilerim.” dedi. Resûlullah:

“–Anne ve babandan hayatta olan var mı?” diye sordu. O zât:

“–Evet, her ikisi de hayatta.” dedi. Resûlullah:

“–Allah’tan sevap kazanmak istiyorsun değil mi?” diye sordu. Sahâbî:

“–Evet.” deyince Allah Resûlü:

“–(O hâlde) ana ve babanın yanına dön. Onlara iyi bak!” buyurdu. (Buhârî, Cihâd 138, Edeb 3; Müslim, Birr 6)

ANNE-BABANDAN İZİN İSTE

Ashâb-ı Kirâmdan bir zât, Yemen’den hicret ederek Medîne-i Münevvere’ye Efendimiz’in huzûruna gelmiş ve cihâda katılmak üzere ondan izin istemişti. Allah Resûlü ile aralarında şöyle bir konuşma geçti:

“–Yemen’de kimsen var mı?”

“–Anam-babam var, yâ Rasûlallâh!”

“–Onlar sana izin verdiler mi?”

“–Hayır, vermediler.”

“–Haydi Yemen’e git; onlardan izin iste! İzin verirlerse gel, cihâd et! Vermezlerse, anneni-babanı memnun etmeye çalış!” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 31/2530)

Hicret ederken bile anne ve babanın iznini ve rızâsını almak gerekir. Vaktiyle bir sahâbî, Allah Resûlü’nün huzûruna geldi ve:

“–Ana ve babamı geride ağlar durumda bıraktım ve hicret etmek üzere sana bey’at etmeye geldim.” dedi. Efendimiz bu zâta şu mânidâr cevâbı verdi:

“–Hemen onların yanına dön! Onları ağlattığın gibi yüzlerini tekrar güldür!” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 31/2528; Nesâî, Bey`at, 10)

Hicret ve nâfile cihâd için bile ana-babadan izin almak şart koşulduğuna göre, diğer işlerde onların iznini almak daha evlâdır.[3]

PEYGAMBERİMİZİN SÜT BABASINA HÜRMETİ

Hz. Peygamber bir gün otururken sütbabası çıkageldi. Resûlullah hürmeten elbisesinin bir kısmını yere serdi ve onu üzerine oturttu. Az sonra sütannesi geldi. Efendimiz onun için de elbisenin diğer tarafını serdi, o da elbisenin üzerine oturdu. Biraz sonra süt-oğlan kardeşi geldi. Resûlullah onun için de ayağa kalktı ve onu da önüne oturttu.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 119-120/5145)

Allah Resûlü, süt akrabâlarının hatırı için Huneyn’de alınan esirlerden kendi hissesine düşenleri serbest bırakmış, Ashâb-ı Kirâm da aynı fazîletten nasîb alabilmek için gönül rızâsı ile:

“–Bizler de esirlerimizi Allâh’ın Resûlü’ne hibe eyledik!” demişlerdir.[4] Böylece o gün altı bin esir, dünyevî hiçbir karşılık alınmadan serbest bırakılmıştır.

İSLAM’A GİRMEMİŞ ANNE-BABAYA HÜRMET

Hazret-i Ebûbekir’in kızı Esmâ (r.a.) şöyle anlatır:

İslâm’a girmemiş olan annem, Resûlullah zamanında yanıma gelmişti. Allah Resûlü’nün fikrini öğrenmek için:

“–Annem, beni özleyip gelmiş. Ona ikramda bulunabilir miyim?” diye sordum. Efendimiz:

“–Evet, annene iyi davran!” buyurdu. (Buhârî, Hibe 29, Edeb 8; Müslim, Zekât 50)

PEYGAMBERİMİZE ANNELİK YAPAN FATMA BİNTİ ESED

Resûlullah’ın mübârek hayâtı, akrabâlarına ve diğer insanlara karşı nice vefâkârlık numûneleriyle doludur:

Hazret-i Ali’nin annesi Fâtıma binti Esed (r.a.), gençlik yıllarında Hazret-i Peygamber’e öz annesiymiş gibi hizmet etmişti. Bu sâlihâ kadın vefât ettiği zaman Resûlullah, cenâzenin yanına gelmiş, başucuna oturmuş ve onun fedâkârâne hizmetine Hak katında şâhitlik ederek şöyle buyurmuştur:

“Ey annem! Allah sana rahmet eylesin. Sen, benim öz annemden sonra annemdin. Kendin aç kalır beni doyururdun, kendin giymez beni giydirirdin, kendini güzel yiyeceklerden mahrum bırakarak bana yedirirdin ve bunları yaparken Allâh’ın rızâsını ve âhiret yurdunu arzu ederdin.”

Sonra Resûlullah, cenâzenin üç kere yıkanmasını emir buyurdu. Sıra, içinde kâfûr denen güzel kokunun bulunduğu suya gelince Resûlullah, bu suyu onun üzerine kendi eliyle döktü. Sonra kendi gömleğini çıkarıp ona giydirdi. Cenâze bu gömlek üzerinden kefenlendi.

Kabir açılıp sıra cenâzenin konulacağı lahdin (yâni mezarın dip kenarındaki oyuğun) hazırlanmasına gelince, Resûlullah, onu bizzat kendisi kazdı ve toprağını kendi elleriyle çıkardı. Bu işi bitirdikten sonra orada bir müddet yan üstü uzandı ve şöyle buyurdu:

“Dirilten ve öldüren, Allah’tır. O, hiç ölmeyen diridir. (Allâh’ım!) Annem Fâtıma bint-i Esed’e mağfiret eyle! Ona hüccetini (kelime-i tevhîd’i) telkin eyle ve girdiği yeri (kabrini) ona genişlet. Peygamber’inin ve benden önceki peygamberlerinin hakkı için (duâmı kabûl eyle). Şüphe yok ki Sen, merhametlilerin en merhametlisisin…”

Sonra Resûlullah cenâze için dört tekbir getirdi, ardından da Hazret-i Abbâs ve Ebûbekir ile birlikte bizzat kendisi cenâzeyi kabre koydular.” (Taberânî, Kebîr, XXIV, 351-2; Ya’kûbî, II, 14; İbn-i Abdilber, IV, 1891)

ANNESİNE KARŞI İYİ DAVRANMANIN MÜKAFATI

Hazret-i Ayşe şöyle anlatır:

Bir gün Resûlullah şöyle buyurdu:

“Uyumuştum, kendimi cennette gördüm. Bir kimsenin sesini işittim, Kur’ân okuyordu.

«–Bu kimdir?» diye sordum.

«–Bu, Hârise bin Nûmân’dır.» dediler.”

Bunu anlatan Efendimiz, sözlerine şöyle devâm etti:

“–İyilik işte böyle olur, iyilik işte böyle olur!”

Rivâyetin sonunda, Hârise’yi (r.a.) bu mertebeye yükselten meziyetinin, annesine çok iyi davranması olduğu beyân edilerek, “O, annesine karşı en iyi davranan bir sahâbî idi.” denilmektedir. (Ahmed, VI, 151-152; Hâkim, IV, 167)

ANNE ADINA İNFAK ETMEK

İbn-i Abbâs (r.a.) an­la­tır:

Sa’d bin Ubâ­de’nin (r.a.) an­ne­si ve­fât et­miş­ti. O, Pey­gam­ber Efen­di­miz’e ge­le­rek:

“–Ey Al­lâh’ın Re­sû­lü! Ya­nın­da bu­lun­ma­dı­ğım bir sı­ra­da an­nem ve­fât et­ti. Onun adı­na sa­da­ka ver­sem ken­di­si­ne bir fay­da­sı do­ku­nur mu?” di­ye sor­du. Allah Resûlü:

“–Evet.” bu­yu­run­ca, Sa’d (r.a.):

“–Ey Al­lâh’ın Resû­lü! Siz de şâ­hid olunuz ki mey­ve bah­çe­mi an­nem adı­na ta­sad­duk edi­yo­rum.” de­di. (Bu­hâ­rî, Ve­sâ­yâ, 15)

ANNE-BABA ÖLDÜKTEN SONRA ONLAR ADINA İYİLİK

Mâlik bin Rebîa (r.a.) şöyle der:

Birgün biz Resûlullah’ın huzûrunda otururken Selimeoğulları’ndan bir adam çıkageldi ve:

“–Yâ Resûlallah! Anamla babam öldükten sonra onlara yapabileceğim bir iyilik var mı?” diye sordu. Allah Resûlü şöyle buyurdu:

“–Evet, onlara duâ ve istiğfarda bulunursun, vasiyetlerini yerine getirirsin, akrabâsını koruyup gözetirsin, dostlarına da ikramda bulunursun.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 119-120/5142; İbn-i Mâce, Edeb, 2)

EBU HÜREYRE’NİN (R.A.) ANNESİNE OLAN HÜRMETİ

Ebû Hüreyre (r.a.) Zülhuleyfe’de otururdu. Annesi bir evde kendisi de başka bir evde ikâmet ederdi. Evinden çıkıp gideceği zaman annesinin kapısında durup şöyle seslenirdi:

“–Allâh’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun ey anneciğim!” Annesi:

“–Allâh’ın selâmı, rahmeti ve bereketi senin de üzerine olsun yavrum!” karşılığını verirdi. Sonra Ebû Hüreyre:

“–Beni küçükken şefkatle büyütüp yetiştirdiğin gibi Allah da sana merhamet eylesin!” derdi. Annesi de:

“–Bana yaşlılığımda iyilik ve ihsanda bulunduğun gibi Allah da sana merhamet eylesin, seni hayırla mükâfatlandırsın ve senden râzı olsun!” cevâbını verirdi.

Ebû Hüreyre evine döndüğü zaman da aynı şeyleri yapardı. (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, no: 12, 14)

EN MAKBUL İYİLİK

Abdullah bin Dînâr der ki:

Bedevîlerden biri Abdullah bin Ömer’le Mekke yolunda karşılaştı. Abdullah bin Ömer ona selâm verdi; kendi bindiği merkebe onu bindirdi ve başındaki sarığı da ona verdi. Biz İbn-i Ömer’e:

“–Allah sana iyilik versin! Bu adam bedevîlerden biri. Onlar aza kanaat ederler.” deyince bize şunları söyledi:

“–Bu zâtın babası, babam Ömer’in (r.a.) dostuydu. Ben Resûlullah’ın şöyle buyurduğunu işittim:

“En makbul iyilik, baba dostunun âilesini koruyup gözetmektir.”

Abdullah bin Dînâr’ın İbn-i Ömer’den bir başka rivâyeti de şöyledir:

Bir defâsında İbn-i Ömer, Mekke’ye gitmek üzere yola çıktı. Deveye binmekten usandığı zaman üzerinde istirahat edeceği bir merkebiyle, başına sardığı bir de sarığı vardı. Birgün İbn-i Ömer eşeğin üzerinde dinlenirken bir bedevîye rastladı. Ona:

“–Sen falan oğlu falan değil misin?” diye sordu. O şahıs:

“–Evet.” deyince eşeği ona verdi ve:

“–Buna bin!” dedi. Sarığı da ona uzatarak;

“–Bunu da başına sar!” dedi. Arkadaşlarından biri İbn-i Ömer’e:

“–Allah seni affetsin. Üzerinde dinlendiğin eşek ile başına sardığın sarığı şu bedevîye boşuna verdin!” deyince İbn-i Ömer şunları söyledi:

“–Ben Resûlullah’ı;

«İyiliklerin en değerlisi, insanın babası öldükten sonra, baba dostunun âilesini kollayıp gözetmesidir.» buyururken işittim. Bu adamın babası, babam Hazret-i Ömer’in dostuydu.” (Müslim, Birr, 11-13; Ebû Dâvûd, Edeb, 120; Tirmizî, Birr, 5)

ANNEM DUYMASIN!

Büyük Velî İmâm-ı Âzam, Bağdad zindanlarında zulmün acı kırbaçları altında erirken:

“–Aman bu hâlimi anneciğim duymasın; mahvolur! Ben onun üzülmesine dayanamam!..” diyerek, bir anne muhabbetinin müşahhas misâlini vermiştir.

ŞAH-I NAKŞİBEND HAZRETLERİNİN ANNESİNE OLAN HÜRMETİ

Mâneviyat yolunun büyüklerinden ve yüce mürşidlerimizden Şâh-ı Nakşibend Hazretlerinin bir vasiyet niteliğindeki şu nasihati, yüksek bir İslâm ahlâkını gözler önüne sermektedir. Hazret-i Pîr buyuruyor ki:

“Bizim kabrimizi ziyârete gelenler, önce vâlidemizin kabrini ziyâret etsinler!”

Nitekim bugün, Şâh-ı Nakşibend Hazretlerinin kabrini ziyârete gidenler, önce annesinin kabrini ziyâret etmektedirler.

Abdurrahman Câmî (k.s.) da anne muhabbetiyle alâkalı olarak:

“Ben annemi nasıl sevmem ki; o beni bir müddet cisminde, uzun bir zaman kucağında, ölünceye kadar da kalbinin şefkat köşesinde taşımıştır. Ona hürmetsizlik göstermekten daha kötü bir şey bilmiyorum!..” derdi.

İMANDAN SONRA EN ÖNEMLİ İŞ

Velhâsıl, insan üzerindeki anne-baba hakkı, ölçüye gelmeyecek derecede büyük ve ehemmiyetlidir. Îmandan sonra yapılacak en mühim iş, anne-babanın hizmetini görerek onları memnûn etmektir. Şirk koşmayı ve günah işlemeyi emretmedikleri müddetçe onlara itaat edip isyânkâr olmamaktır.

Cennetin yolu anne-babanın rızâsından geçer. Cenâb-ı Hak cenneti sâliha annelerin ayakları altına sermiş, babayı da cennetin orta kapısı kılmıştır. Artık dileyen onları memnûn etsin, dileyen de kırıp incitsin!..

 Dipnotlar:

[1] Aslında büyük günahlar burada zikredilenlerden ibâret değildir. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- diğer hadîs-i şerîflerinde başka günahlardan da bahsetmiştir. Hadîslerdeki bu farklılık ise Fahr-i Kâinât Efendimiz’in içinde bulunduğu zamana, zemîne ve muhâtabın durumuna göre lüzum gördüğü farklı yönlere vurgu yapmasından kaynaklanmaktadır. [2] Bkz. Nesâî, Zekât, 69. [3] Fakat farz olan cihâdı îfâ etmek isteyen bir kimse için anne ve babanın izni şart değildir. Anne ve babası kâfir olan kimse de, ister farz ister nâfile olsun, cihâda çıkmak için onların iznini almak mecbûriyetinde değildir. [4] Bkz. Buhârî, Meğâzî, 54; İbn-i Hişâm, IV, 134-135.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Asr-ı Saâdetten Günümüze Faziletler Medeniyeti 2, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Peki evde yıllarca sorun çıkaran ve sonradan da terkedip giden babaya karşı da mı vazifelerimiz aynı biri yanıtlayabilir mi acaba?

    Proje ödev var ondan 100 alıcam sizin sayenizde

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.