İslam Dininin Temel Özellikleri

İslamiyet nasıl bir dindir? İslam dininin temel özellikleri nelerdir? Madde madde İslam dininin temel özellikleri.

İslam dininin temel özellikleri 14 maddede sıralanabilir.

  1. İslam tevhid dinidir.
  2. İslam akla önem verir.
  3. İslam evrensel dindir.
  4. İslam kolaylık dinidir.
  5. İslam barış dinidir.
  6. İslam sevgi dinidir
  7. İslam aşırılıklardan uzak bir dindir.
  8. İslam dünya ahiret dinidir.
  9. İslam fıtrat dinidir.
  10. İslam sosyal adaleti sağlayan bir dindir.
  11. İslam son ilahi dindir.
  12. İslam ruhbanlığı yasaklar.
  13. İslam güzel ahlak dinidir.
  14. İslam temizliği emreder.

İSLAMİYET’İN TEMEL ÖZELLİKLERİ

İslam dininin temel özelliklerini ayrıntılı olarak şöyle inceyebiliriz.

1. İslâm Dini, ezberlenen ve orijinal el yazması belgelerle tespit edilen vahye dayanır.

Hz. Peygamber âyetler indikçe, bunları, hangi sûreye yazılacağını da belirterek, sayıları otuzu aşan vahiy kâtiplerine bizzat yazdırmış ve yazılan metni bir defa okutarak kontrolünü yapmıştır. Deri, tahta, mermer veya hurma yaprağı gibi malzeme üzerine yazılan bu ilk belgeler, Hz. Muhammed hayatta iken tek kitap hâline getirilmemiş, ancak onlarca sahabe tarafından bütünü ya da çoğu sûreler ezberlenmiştir. Hz. Ebûbekir (ö.13/634) döneminde Yemâme savaşında (H. 12/M. 634) beş yüzün üzerinde sahabe şehit düşünce, Hz. Ömer, Kur’an’ın zâyi olmasından korktu. Halife Ebûbekir’le bu konuyu görüştü. Sonuçta Zeyd İbn Sâbit (ö. 45/665) başkanlığında toplanan bir komisyon, bütün yazılı Kur’an belgelerini topladı ve bunların Hz. Peygamber’in huzurunda yazıldığını, en az iki tanıkla teyit ettirerek, bir nüsha “Mushaf-ı Şerif” kaleme alındı.

Buna göre Kur’an’ın tespiti; a) Yazılı belge, b) İki tanık, c) Kur’an hâfızı sahabîlerin belleği olmak üzere, “üçlü bir denetimle” yapılmıştır. Hz. Ebûbekir, Ömer ve ondan sonra kızı Hafsa (ö.41/244) yanında korunan bu “İmam Nüsha” dan, Hz. Osman döneminde yine Zeyd İbn Sâbit başkanlığında kurulan ikinci bir komisyon tarafından, “okuma farkı”, kimi harf ya da sözcüklerde görülen “yazım farkı” gibi, kimi bölgelerde ortaya çıkan farklılıklar, bir çeşit edisyon kritik yöntemiyle, çoğaltılan altı nüshaya yansıtılmıştır. Bu nüshalar Mekke, Kûfe, Basra, Şam, Yemen ve Bahreyn’e gönderilmiş, bunlara göre eğitim için de buralara birer muallim görevlendirilmiştir. Bu nüshalardan kimisinin, ya da bizzat bu nüshalardan çoğaltılan el yazması metinlerin, günümüzde İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi, İstanbul Türk- İslâm Eserleri Müzesi, Taşkent, Kâhire el-Meşhedü’l-Huseynî gibi yerlerde bulunduğu bilinmektedir.[1]

Diğer semâvî kitaplar böyle bir titizlikle korunamamış ve değişikliğe uğradıkları için orijinallikleri kalmamıştır.

2. İslâm, Hz. Adem’den beri devam eden tevhid zincirinin son halkasını teşkil eder. Yeryüzündeki bütün insanları tek Allah inancına çağırır ve son Peygamber Hz. Muhammed’in etrafında toplanmaya davet eder.[2]

3. Fıtrî ve evrensel bir dindir. Diğer semâvî dinler belli bölge veya belli asırların ihtiyacına göre indirilmişken, İslâm bütün yeryüzü halkının kıyamete kadar olan ihtiyaçları dikkate alınarak indirilmiştir. Son din olduğu için de en mükemmeldir. Onun esasları insan yaratılışına uygundur, pozitif bilimlerin belirlediği prensiplerle de çelişmez. Çünkü dünyayı, gökleri ve bunlardaki her şeyi yaratan Allah Teâlâ’dır. Kur’an-ı Kerim’i indiren de O’dur. Kaynak bir olunca bunların arasında çelişme söz konusu olamaz.

4. Hz. Peygamber, insanların ve cinlerin peygamberidir. Diğer peygamberlere veya ümmetlerine verilmeyen bazı üstünlükler ona ve ümmetine verilmiştir. Bütün peygamberlerde ortak olarak bulunan emânet, sıdk, fetânet, ısmet, tebliğ sıfatlarından ayrı olarak, Hz. Muhammed’e beş sıfat daha verilmiştir. Âlemlere rahmet oluşu, şefâat makamının verilişi, yeryüzünün onun ümmetine mescit yapılması, savaş ganimetlerinin helâl kılınması ve bir aylık mesafedeki düşmanın kalbine korku salmakla yardım olunması bunlar arasındadır. Önceki peygamberlerden farklı olarak verilen bu değerleri Rasûlullah (s.a.s) Tebük Gazvesi sırasında ashab-ı kirâma şöyle açıklamıştır: “Benden önce hiç bir Peygambere verilmeyen beş haslet bana verilmiştir. Bunlar şunlardır: a) Bir aylık mesafedeki düşmanın kalbine korku salmakla yardım olundum. b) Yeryüzü bana mescit ve temiz kılındı, ümmetimden bir kişiye nerede namaz vakti olursa, orada namazı kılsın. c) Bana ganimetler helal kılındı. d) Önceki peygamberler belli bir kavme gönderilirken, ben bütün insanlara gönderildim. e) Bana şefâat makamı verildi” [3] Ancak bu üstünlüklerine rağmen Hz. Peygamber övünmeyi ve övülmeyi sevmezdi.[4]

5. İslâm ırk, renk, dil ve servet farkı gözetmeksizin insana insan olarak değer vermiş, üstünlüğün ancak iman, takvâ ve ahlâk güzelliğinden dolayı olabileceğini belirtmiştir. Bu yüzden, Arab’ın Arap olmayana, beyazın siyaha takvâ dışında üstünlüğü yoktur. Herkes Hz. Adem’in soyundan gelmiş ve Adem de topraktan yaratılmıştır. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık, birbirinizi tanımanız için de sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en şerefliniz takvada en üstün olanınızdır.” [5]

6. İslâm içkiyi, kumarı, tefeciliği, zinayı, yalan söylemeyi, zulüm ve haksızlık yapmayı yasaklamış, iyiliği, yardımlaşmayı, adaleti, yoksulları ve düşkünleri gözetmeyi emretmiştir. Rasûlullah (s.a.s); komşusu açken, tok olarak sabahlayanın; kendisi için sevip arzu ettiği şeyleri, diğer mü’min kardeşleri için de sevip arzu etmeyenin gerçek mü’min olamayacağını haber vermiştir.

7. İslâm beden ve ruh temizliğini istemiştir. Günde beş vakit namaz için alınan abdest ve haftada en az bir defa alınan boy abdesti ile elbise ve ibadet yapılacak yerlerin temiz tutulması, küçük ve büyük abdest bozduktan sonraki temizlikler, yemekten önce ve sonra ellerin yıkanması, dişlerin temizlenmesi maddî temizlik örneklerindendir. Namaz abdesti ile boy abdesti aynı zamanda manevî temizlik niteliğindedir.

İnsanın beden temizliğinin imanın yarısı olduğu, temiz olanın rızkının genişleyeceği ve sağlık kazanacağı hadis-i şerifle bildirilmiştir. Hz. Peygamber de temizliği sever, temiz giyinir, koku sürünür, saçlarını tarar, yemekten önce ve sonra ellerini yıkardı. Yüce Allah’ın ona ilk emirlerinden biri; “Ey örtüye bürünen! Kalk ve insanları uyar. Rabbini büyük tanı ve giysilerini temizle” [6] olmuştur. Câbir İbn Abdillah (r.a)’ten rivâyete göre Nebî (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Ümmetime güçlük olmayacağını bilseydim, her namazda misvak kullanmalarını emrederdim.” [7]

İnsanın ruhu, özünü ve aslını teşkil eder. Beden yalnız ruha kılıf ve onu madde ve fizik alemi olan dünyada taşıyıcılık görevi ifa eder. Dünyada bedenle yapılan ibadet, taat, hayır, hasenat ve diğer salih ameller ruhun terbiye ve yücelmesi içindir. Allah Teâlâ’ya kulluk, zikir, şükür, hamd ve tesbih sayesinde kalbin tasfiye ve tezkiyesi mümkün hale gelir. Kalb bu sayede gurur, kibir, hased, yalan, kin, gaflet ve dalâlet kirlerinden arınır. İlâhî nurla aydınlanır. Kendini tanıyınca Rabbini tanır. Kalbin huzura kavuşması ancak Yüce Allah’ı zikirle gerçekleşir. Kur’an-ı Kerim’de; “Dikkat et, kalplerin huzura kavuşması, mânevi rahatlığa ermesi, ancak Allah’ın zikri ile olur.” [8] buyurulur.

8. İslâm, ilim öğrenmeyi, rızık için çalışıp kazanmayı ibadet saymış, dünya ile ahiret arasında bir denge kurarak her ikisi için çalışmayı emretmiştir. Kur’an-ı Kerim’de ilk inen âyette; “Yaratan Rabb’inin adıyla oku” [9] buyurulmuştur. Rasûlullah (s.a.s), ilim istemenin her müslümana farz olduğunu bildirmiş,[10] dünyası için ahiretini, ahireti için dünyasını terk etmeyen kişinin, en hayırlı kimse olduğunu haber vermiştir. Yüce Allah, dünya ve ahirete yönelmenin ölçüsünü şöyle belirlemiştir: “Allah’ın sana vermiş olduğu nimetlerle ahiret yurdunu gözet. Dünyadaki nasibini de unutma. Allah’ın sana yaptığı iyilik gibi, sen de başkalarına iyilikte bulun. Yeryüzünde bozgunculuk çıkarma. Çünkü Allah bozguncuları sevmez.” [11]

9. İslâm’da amellerin makbul olması için hür iradeyle yapılması gerekir. Korku ve tehdit altında işlenen fiilden dolayı sorumluluk bulunmaz. Bu zorlama imanla ilgili olsa bile, işkence gören kimse, ruhsata uyma hakkına sahiptir. Nitekim, Mekke müşrikleri, işkence ile öldürülen ilk İslâm şehitleri Yâsir ve Sümeyye’den sonra, oğulları Ammar İbn Yâsir’e zorla dinden çıkmayı gerektiren sözler söyletmek istediler. İşkenceye dayanamayan Ammar (r.a), onların isteğini yerine getirdi. Sonra gelip, durumu arz edince, Peygamber (s.a.s) kendisine; “Ey Ammar! Arkanda ne vardı?” diye sormuş, o da; “kötülük vardı; seni kötülükle, onların tanrılarını da iyilikle anmadıkça beni bırakmadılar.” cevabını vermiştir. Hz. Peygamber; “kalbini nasıl buldun” demiş; Ammar ise; “İmanla dolu buldum.” cevabını verince, Hz. Peygamber (s.a.s); “Onlar sana aynı şeyi yaparlarsa, sen de aynı şeyi tekrar edebilirsin” buyurmuştur.[12] Silâhla zorlanan kimsenin söylediği sözlerden dolayı bir sorumluluğunun bulunmadığı Kur’an-ı Kerim’de şöyle açıklanır: “Kalbi imanla dolu olduğu halde, inkâra zorlanan dışında, kim iman ettikten sonra Allah’ı inkâr eder, kalbini inkâra açarsa, Allah’ın hışmı onların üzerindedir. Onlar için, büyük bir azap vardır.” [13]

Yine Mekke müşrikleri iki müslümanı ölümle tehdit etmişler, birisini dininden dönmediği için öldürmüşler, diğeri dıştan küfrü kabul ederek ölümden kurtulmuştu. Durum Rasûlullah (s.a.s)’e arzedilince, öldürülen şahıs hakkında; “O şehitlerin en üstünü ve cennette benim arkadaşımdır” [14] buyurmuştur.

10. İslâm’a davet metodunda zorlama, baskı, korkutma ve işkence yoktur. İnsanların sevgi ve ikna yoluyla İslâm’a gönül vermesi asıldır. Hz. Peygamber’in irşad sırasında kendisine sert, kaba ve saygısızca davrananlara karşı bile yumuşak, merhametli ve nazik davrandığı bilinmektedir. Kur’an’da onun güzel davranışı şöyle belirtilir: “Allah’tan olan bir rahmet sayesinde, onlara yumuşak davrandın. Eğer sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç kuşkusuz onlar çevrenden dağılıp giderlerdi. Öyleyse onları bağışla ve onlar için bağışlanma dile...” [15]

Allah’ın Elçisi, Mekke döneminde İslâm’ı tebliğ için gittiği Taif’te, çok kötü karşılanmış, dönüşte taşlandığı ve ayakları kan içinde kaldığı halde, onların helâki için beddua etmemiş ve görevli meleğe; “Ben insanları helâk etmek için değil, onlara rahmet olarak geldim. Bunlar gerçeği bilmiyorlar. Belki bunların neslinden Allah’a ibadet edecekler gelir.” diye cevap vermiştir.[16]

Kur’an-ı Kerim’de İslâm’a davet metodu şöyle belirlenir: “İnsanları Rabb’inin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır; ve onlarla en güzel şekilde mücâdele et..” [17]İslâm’a davetin zorlama ve baskı yaparak değil, insanların akıllarına hitap ederek yapılması gerektiği şu âyette açıkça ifade edilmiştir. “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğru yol ile eğrisi birbirinden ayrılmıştır. Öyleyse kim azgın şeytanı inkâr edip Allah’a inanırsa o, kopmayan sağlam bir kulpu tutmuştur. Allah her şeyi işitendir, bilendir.” [18]

11. İslâm, toplumun sağlıklı bir yapıya kavuşup, bu durumun sürekli olarak devamını sağlamak için “iyiliği emir ve kötülükten nehiy” ilkesini getirmiştir. Bir İslâm toplumunda, müslüman daima iyi, güzel ve hayırlı olan işlerin yanındadır. Kötü, çirkin ve zararlı olan işlerin de tabii olarak karşısındadır. Böylece İslâm toplumunda iyilikler kendiliğinden güç bulur ve yayılır. Kötülükler ise güçlenme imkânını bulamaz. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “..İyilik ve takvâda birbirinizle yardımlaşın, günahta ve aşırı gitmede yardımlaşmayın..” [19] “İnanan erkekler ve kadınlar birbirinin dostudurlar. Onlar iyiliği emrederler, kötülükten alıkoyarlar. Namazı kılarlar, zekatı verirler. İşte Allah, onlara rahmet edecektir.” [20] “Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı bir toplumsunuz. İyiliği emreder, kötülükten sakındırır ve Allah’a inanırsınız..” [21] Başka bir âyette, tarihte İsrailoğulları’nın, işlemekte oldukları kötülüklerden birbirini vazgeçirmeye çalışmaması, isyan etmesi ve aşırı gitmesi yüzünden lanete uğradıkları bildirilir.[22]

Kötülüğe engel olmada izlenecek yolu Rasûlullah (s.a.s) şöyle belirlemiştir: “Sizden biriniz bir kötülük gördüğü zaman onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse diliyle, onun kötü olduğunu söylesin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle o işi kötü görsün. Bu sonuncusu imanın en zayıf derecesidir.” [23]

12. Bir İslâm ülkesinde müslim ve gayrimüslim bütün halk hâkim önünde eşit haklara sahip olurlar. Zimmet ehli sayılan gayr-i müslim vatandaşlar, kendi dinlerinin sağladığı haklardan da yararlanırlar. Evlenmeleri, boşanmaları, ibadet ve tâatleri kendi dinlerine göre devam eder.

13. İslâm kendi aleyhimize olsa bile doğruluktan ayrılmamayı istemiştir. Hz. Peygamber (s.a.s), Allah’ın hükümlerini uygulamada insanlar arasında hiç bir zaman bir ayrıcalık gözetmemiştir. Nitekim soylu bir aileye mensup olan Esved kızı Fâtıma, hırsızlık yapmıştı. Buna ceza verilmesi, Kureyş’e ağır geldi ve affedilmesi için Allah Elçisi’ne çok sevdiği Üsâme İbn Zeyd’i aracı olarak gönderdiler. Bu durumdan hoşnut olmayan Allah’ın Rasûlü şöyle buyurdu: “Sizden öncekiler şu yüzden helak olmuşlardır: Soylu biri suç işlediği zaman onu affettiler, zayıf biri suç işlediği zaman ise onu cezalandırdılar. Allah’a yemin olsun ki, Muhammed’in kızı Fâtıma da çalsa şüphesiz elini keserdim.” [24]

Hz. Ebû Bekir, ilk halife seçildiği gün, göreve başlarken mü’minlere şöyle hitap etmişti: “Sizin en zayıfınız, başkası üzerinde bulunan hakkını alıp kendisine verinceye kadar yanımda en güçlünüzdür. En güçlünüz de, onun üzerinde bulunan bir hakkı alıp hak sahibine verinceye kadar yanımda en zayıfınızdır.” [25]

14. İslâm bütün mü’minleri kardeş ilân etmiştir. “İnananlar ancak kardeştirler. Öyleyse, iki kardeşinizin arasında barışı sağlayın ve Allah’tan sakının. Belki size merhamet edilir!” [26] âyeti bunu açıkça ifade eder. Nitekim Mekke’den Medine’ye hicretle, muhacirlere kapılarını açan yerli müslümanlar, onlarla malını paylaşmış, öz kardeşten ileri yardımlaşma örnekleri yaşanmıştır. Nesep kardeşliği, iman kardeşliği ile birleşmediği takdirde iki kan kardeşin yolları ayrılır. Dünyada dost olamadıkları gibi ahirette de kendi sıkıntıları ile başbaşa kalırlar. “O gün, kardeş kaçacaktır kardeşinden. Annesinden ve babasından. Eşinden ve oğullarından.” [27] âyetleri bunu anlatır.

İman kardeşliği ise, gönülden sevgiye dayanır, dostluk doğurur. Allah için sevmeyi ve sevilmeyi öğretir. Kişi de ahirette sevdiği ile beraberdir.[28] İşte ashab-ı kiram birbirini sevmede ve Allah Rasûlü’nün etrafında toplanmada bir binanın tuğlaları gibi birbirlerine kenetlenmişlerdi. Bu birlik ve kardeşlikten güç doğuyor, kendilerinden kat kat üstün düşmanı yeniyorlardı. Çünkü onlar Allah’ın ipine topluca sarılmış ve Allah’ın yardımına mazhar olmuş seçkin bir topluluktu.

İşte birkaçına işaret ettiğimiz bu genel çizgiler İslâm’ın evrensel nitelikli bir din olduğunu göstermektedir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde yer alan ilkeler ve benzeri pek çok prensip daha yedinci miladi yüzyılda İslâmiyet tarafından ortaya konulmuştur. İnsanlığın bugün ulaşamadığı; ırk, renk, dil ve din gibi ayrılıklardan dolayı insanların kınanmaması ve farklı muameleye tabi tutulmaması esasını İslâm başarıyla gerçekleştirmiştir. Siyahın beyazla, Arap’ın Arap olmayanla, zenginin yoksulla, âmirin memurla yanyana ve omuz omuza beş vakit ve cuma namazında aynı safta buluşması, dünyanın çeşitli ülkelerinden yılda bir kez Mekke’ye hac için gelen müslümanların bu kaynaşmayı daha evrensel biçimde gerçekleştirmesi sınırları aşan kardeşlik görüntüleridir.

Dipnotlar:

[1] bk.Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 763; Zâhid el-Kevserî, Makâlât, s. 12-13; Salâhaddin el-Müneccid, Dirâsât fî Târîhi’l-Hattı’l-Arabî, s. 50-55. [2] Bakara, 2/21; Enbiyâ, 21/107. [3] Buhârî, Salât, 56, Çağrı neşri, I, 113. [4] bk.Tirmizî, Tefsîru Sûre, 17/ 18; İbn Mâce, Zühd, 37. [5] Hucurât, 49/13. [6] Müddessir, 74/1-4. [7] Müslim, Tahâret, 15. [8] er-Râ’d, 13/28 [9] Alak, 1. [10] İbn Mâce, Mukaddime, 17 [11] Kasas, 28/77. [12] Serahsî, Mebsût, Kâhire 1324/1331, XXIV, 43 [13] Nahl, 16/106. [14] Buhârî, Keşfü’l- Esrâr alâ Usûli’l-Pezdevî, İstanbul 1308, II, 636, 637; Serahsî, age, XXIV, 44. [15] Âl-i İmrân, 3/159. [16] Kâmil Miras, Tecrîd-i Sarîh Terc., IV, 314. [17] Nahl, 16/125. [18] Bakara, 2/256. [19] Mâide, 5/2. [20] Tevbe, 9/71. [21] Âl-i İmrân, 3/110. [22] Mâide, 5/78,79. [23] Müslim, İmân, 20. [24] Buhârî, Fadâil, 18; Müslim Hudûd, 2, H. No: 8. [25] bk. İbn Sa’d, Tabakât, III, 178 vd.; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, Beyrut 1400/1980, 220 vd.; Şiblî, Asr-ı Saâdet, IV, 33-40. [26] Hucurât, 49/10. [27] Abese, 80/34-36. [28] Buhârî, Edeb, 96; Müslim, Birr, 165; Tirmizî, Zühd, 50; Deavât, 98.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

İSLAM NEDİR?

İslam Nedir?

İSLAM DİNİ NEDİR?

İslam Dini Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Çok güzel bilgileri paylasmissiniz Allah razı olsun

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.