İmam-ı Azam'ın Ticaret Hayatı Nasıldı?

İmam-ı Azam Ebu Hanife'nin ticaret hayatı nasıldı? İmam-ı Azam'ın ticaret hayatındanki misaller, bir müslümanın ticari hayatının nasıl olması gerektiğini özetliyor.

Altınoluk: Efendim, Ebû Hanîfe Hazretleriʼnden söz edilmişken, o büyük imâmın ilmî faaliyetlerinin yanısıra ticaretle de iştigâl ettiği biliniyor. Hazretin ticârî ve iktisâdî hayattaki hassâsiyetlerinden biraz bahseder misiniz?

Osman Nûri Topbaş: Elbette. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe Hazretleri, ilim ve irfandaki dehâsı kadar, ticaret hayatındaki yüksek ahlâkıyla da, İslâm tarihinin örnek sîmâlarından biridir. Sizin de ifade ettiğiniz gibi, Ebû Ha­nî­fe Haz­ret­le­ri, ti­ca­ret­le ge­çi­nen, hay­li ser­vet sa­hi­bi, zen­gin bir kim­se idi.

TİCARETİN HELAL DAİRESİNDE OLUP OLMADIĞINI KONTROL EDERDİ

An­cak daha ziyâde ilim­le meş­gul ol­du­ğun­dan, ti­câ­rî iş­le­ri­ni ve­ki­li va­sı­ta­sıy­la yü­rü­tür, ken­di­si de ya­pı­lan ti­ca­re­tin he­lâl dâ­ire­si için­de olup ol­ma­dı­ğı­nı kont­rol eder­di. Bu hu­sus­ta o kadar has­sas­tı ki bir de­fa­sın­da or­ta­ğı Hafs bin Ab­dur­rah­man’ı ku­maş sat­ma­ya gön­der­miş ve ona:

“–Ey Hafs! Mal­da şu şu özür­ler var. Onun için bu­nu müş­te­ri­ye söy­le ve şu ka­dar ucu­za sat!” de­miş­ti.

Hafs da, ma­lı İmâm’ın be­lirt­ti­ği fi­ya­ta sat­mış, an­cak on­da­ki öz­rü müş­te­ri­ye söy­le­me­yi unut­muş­tu. Du­ru­mu öğ­re­nen Ebû Ha­nî­fe Haz­ret­le­ri, Hafs bin Ab­dur­rah­mân’a:

“–Ku­ma­şı alan müş­te­ri­yi ta­nı­yor mu­sun?” di­ye sor­du.

Allah Rasûlü buyurur:

“Alışveriş yapan iki kişi, birbirlerinden ayrılmadıkça veya ayrılıncaya kadar (caymakta) muhayyerdirler. Eğer dürüst alışveriş yapıp da her şeyi olduğu gibi açıklarlarsa alışverişleri bereketli olur. Eğer bâzı hakîkatleri gizleyip yalan söylerlerse alışverişlerinin bereketi kalmaz.” (Buhârî, Büyû, 19; Müslim, Büyû, 8)

BİR ŞÜPHEYLE KAZANCIN TAMAMINI SADAKA OLARAK DAĞITTI

Hafs’ın, müş­te­ri­yi ta­nı­ma­dı­ğı­nı be­lirt­me­si üze­ri­ne İmâm, he­lâl ka­zan­cı­nın le­ke­le­ne­ce­ği en­di­şe­siy­le, sa­tı­lan mal­dan el­de edi­len ka­zan­cın ta­ma­mı­nı sa­da­ka ola­rak da­ğıt­tı. Çünkü helâl ve harama dikkat, kula emanet edilen malın temizliği ve âhirette hesâbının verilebilmesi açısından zarûrîdir.

İş­te Ebû Hanîfe Hazretleriʼnin bu tak­vâ­sı, mad­dî-mâ­ne­vî ti­ca­re­ti­ne zi­yâ­de­siy­le be­re­ket ol­du.

FAİZE BULAŞMAMA HUSUSUNDA ÇOK TİTİZDİ

Ayrıca o büyük İmâmʼın fâize bulaşmama husûsunda sergilediği hassâsiyet de muhteşemdir. Zira Ebû Hanîfe Hazretleri, fâize benzer bir durum oluşmasın diye, alacaklısının ağacının gölgesinden dahî istifâde etmemiştir.

Diğer taraftan, günümüz ticarî hayatında rastlanan en mühim yanlışlardan biri de muhâtabının bilgisizliğini kendi menfaati için kullanmaktır. Meselâ, malının değerini bilmeyen bir satıcıya malının değerini bildirmek îcâb eder. Onun bilgisizlik, tecrübesizlik ve saflığından istifâdeye kalkışmak, gabindir (kandırmadır). İmâm-ı Âzam Hazretleri, kendisine satın alması için ipekli bir elbiselik getiren kadına malının fiyatını sormuştu. Kadın:

“–Yüz dirhemdir, yâ İmâm!” deyince îtiraz etti:

“–Hayır, bu daha fazla eder...” buyurdu.

Kadın şaşkınlıkla fiyatı yüz dirhem artırdı. İmâm-ı Âzam yine kabul etmedi. Kadın yüz dirhem daha artırdı, sonra yüz dirhem daha… İmâm-ı Âzam:

“–Hayır, bu dört yüz dirhemden de fazla eder.” deyince kadıncağız:

“–Ey İmâm! Siz benimle alay mı ediyorsunuz?” demekten kendini alamadı.

Bunun üzerine İmâm, kadına malının gerçek fiyatını söylemesi için işten anlayan birini çağırttı. Gelen kişi, elbiseliğin fiyatını beş yüz dirhem olarak belirledi ve İmâm-ı Âzam onu bu fiyattan satın aldı.

Zira o biliyordu ki, doğruluktan ayrılmak, malların ayıp ve kusurlarını saklamak, bilhassa ölçü ve tartıya dikkat etmemek, insanı âhirette çok hazin neticelere dûçâr edecektir…

EN TEMİZ KAZANÇ İÇİN GEREKLİ 7 VASIF

İmam-ı Âzam Hazretleriʼnin bu hassâsiyeti, Rasûlullah ve Oʼnun güzîde ashâbının yolunu tâkip etmekteki gayretinin de açık bir tezâhürüdür. Nitekim onun bu hâdisede sergilediği İslâmî tavrın asr-ı saâdetteki kaynağı, belki de şu hâdiseydi:

Rasûlullah şöyle buyurmuşlardır:

“En temiz kazanç, şu vasıflara sahip olan ticâret erbâbının kazancıdır:

- Konuştuklarında yalan söylemezler,

- Kendilerine îtimâd edildiğinde ihânet etmezler,

- Söz verdiklerinde sözlerinden dönmezler,

- Bir şey satın alırken o malı yermezler,

- Bir şey satarken onu aşırı bir şekilde övmezler,

- Borçları olduğunda geciktirmezler ve

- Alacakları olduğunda, zor durumda olan borçluyu sıkıştırmazlar.” (Beyhakî, Şuab, IV, 221)

Sahâbeden Cerîr bin Abdullah t bir at satın almak istemişti. Beğendiği bir at için satıcı beş yüz dirhem fiyat teklif etti. Cerîr t bu ata altı yüz dirhem verebileceğini, hattâ sekiz yüz dirheme kadar fiyatı yükseltebileceğini ifâde etti. Çünkü atın değeri yüksek olup, satıcı bunun farkında değildi. Kendisine:

“–Atı, beş yüz dirheme alabilecekken, niçin sekiz yüz dirheme kadar fiyatı yükselttin?” diye soruldu. Cerîr t şu cevabı verdi:

“–Biz alışverişte hile yapmayacağımız hususunda Allâh’ın Rasûlü’ne söz verdik.” (İbn-i Hazm, el-Muhallâ, Mısır 1389, IX, s. 454 vd.)

Dolayısıyla helâl-haram demeden; “Müşteriden ne koparabilirsem kârdır.” zihniyetiyle yapılan ticâretten kişiye hiçbir hayır gelmeyeceği, bilâkis bunun ağır bir âhiret vebâli olacağı aslâ unutulmamalıdır.

Hazret-i Ömer buyurur:

“Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayınız. Konuştuğunda doğru söylüyor mu, kendisine bir emânet verildiğinde emânete riâyet ediyor mu, dünyaya meylettiği zaman helâl-harâmı gözetiyor mu, ona bakınız!”

Kaynak: Osman Nuri Topbaş / Müslümanın Para ile İmtihanı, Erkam yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Tesekkur ederim

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.