İlahi Kitaplar Hangileridir, Kimlere Gönderilmiştir?

Suhuf nedir, hangi peygambere kaç sayfa suhuf gönderilmiştir? İlahi kitaplar nelerdir, hangi peygamberlere gönderilmiştir? Dört ilahi kitap ve özellikleri nelerdir? İlahi kitapların gönderiliş sırası.

İlâhî kitaplar peygamberlere ya sayfalar halinde, küçük çaplı kitapçıklar olarak indirilmiş ya da tam kitap olarak gelmiştir. Bu yüzden ilâhî mesajı sayfalar ve kitaplar olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Kitaplar da Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an’dan ibarettir.

SUHUF NEDİR, HANGİ PEYGAMBERE KAÇ SAYFA SUHUF GÖNDERİLMİŞTİR?

Sahîfe kelimesinin çoğulu suhuftur. İnsanlık âleminin ilk dönemlerinde, dar çevrede, küçük toplulukların ihtiyaçlarına cevap vermek üzere indirilen birkaç sayfadan oluşmuş kitapçık ve risâlelere “suhuf” denir. Kur’an-ı Kerîm’de Hz. İbrahim ve Hz. Musa aleyhisselam’a indirilen sayfalardan söz eden iki âyet vardır.[1]

Ebû Zerr radıyallahu anh’den rivâyet edilen bir hadiste, bu sayfaların sayısı 100 olup aşağıdaki peygamberlere indirilmiştir: İlk insan ve peygamber olan Hz. Adem aleyhisselam’a 10 sayfa, Hz. Şit aleyhisselam’a 50 sayfa, Hz. İbrahim aleyhisselam’a 10 sayfa, Hz. İdris aleyhisselam’a 30 sayfa gönderilmiştir.[2] Bu sayfalardan günümüze ulaşan olmamıştır. Ancak Kur’an-ı Kerîm’den yukarıda sözü edilen peygamberlerle ilgili kıssa, öğüt ve bilgiler bir araya getirilse, bunlara gelen sayfaların içeriği hakkında önemli ölçüde bilgi elde edilebilir. Bu durum, değişikliğe uğramış olan öbür semâvî kitaplar için de geçerlidir.

İLAHİ KİTAPLAR HANGİ PEYGAMBERLERE GÖNDERİLMİŞTİR?

Kitaplar 4 tane olup, Tevrat Hz. Musa aleyhisselam’a, Zebur Hz. Dâvud aleyhisselam’a, İncil Hz. İsa aleyhisselam’a, Kur’an Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e indirilmiştir.

İlâhî kitap ve sayfaların aslı “levh-i mahfûz”dadır. “Korunmuş levha” anlamına gelen bu sıfat tamlaması Kur’an’da şöyle yer alır: “İnkârcıların yalanladıkları o kitap çok şerefli bir Kur’an olup, koruma altında bulunan bir levhadadır.” [3] İmam Gazzâli (ö.505/1111) bu konuda şöyle der: Alemlerin yaratılışından sonuna kadar ne olup bitecekse Allah hepsini takdir ve kaza edip yazmıştır. Buna “levh-i mahfûz, Kitab-ı mübîn, İmam-ı mübîn, Kitab-ı meknûn veya Ümmü’l-kitab” gibi adlar verilir.[4]

DÖRT İLAHİ KİTAP VE ÖZELLİKLERİ

Tevrat, Zebur ve İncil, kendi dönemlerinde, kutsal kitap olarak amel edilen metinler olmakla birlikte, tarihi süreç içinde değişikliğe uğramışlardır. Günümüz kitap ehlinin elinde bulunan Tevrat, Zebur ve İncil’i içine alan “Kitab-ı Mukaddes”; Muhammed Hamidullah’ın dediği gibi, değişik dönemlerde yaşamış, farklı üsluplara sahip yazarlara ait kitaplardan meydana gelmiştir. Bunların içinde tarihsel kitaplar, dinsel ve politik söylevler, saf dualar, hikmet kitapları, peygamber kıssaları, felsefî diyaloglar ve yasa metinleri bulunmaktadır. Kendisinin sonraki dönemlerde kaleme aldığı, dini öğeler taşıyan bir metne; bilge bir kimsenin “Süleyman”, ilhama mazhar tarihçinin “Musa” ve kehânet sahibi kişinin de “İşaya” imzasını attığı açık bir gerçektir.

Hz. İsa aleyhisselam’ın üslubu biraz farklıdır. O yazmaz, sürekli konuşur. Bu yüzden daha sonra kaleme alınan İncil metinleri Hz. İsa aleyhisselam’ın biyografisinden ibarettir. Bu biyografide Hz. İsa aleyhisselam’ın söyledikleri veya yaptıkları ile İncil yazarının başka kaynaklardan öğrendiği bilgiler yer alır. Buna göre İncil ne Kur’an’a benzer, ne de hadislere. Bir bölümü sahabe dönemine, bir bölümü ise daha sonraki dönemlere ait siyer kitaplarına veya Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in biyografilerine benzediği söylenebilir.[5]

1. Tevrat

İslâm inancına göre inanılması gereken dört ilâhî kitaptan ilki Tevrat olup, Hz. Musa aleyhisselam’a indirilmiştir. Bu kitaba “Ahd-i Atik” veya “Ahd-i Kadîm” adı da verilir. Kur’an-ı Kerim’de, Tevrat ve İncil’le ilgili geniş bilgiler vardır.

Tevrat’ın aslının Allah tarafından, Hz. Musa aleyhisselam’a indirilen kutsal bir kitap olduğuna inanmak her Müslümana farzdır. Bunu inkâr etmek kişiyi küfre düşürür. Çünkü Tevrat’ın orijinalinin Allah kelâmı olduğunu bildiren pek çok âyet vardır. “Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat’ı indirdik...” [6] âyeti bunlardandır.

Bu nüshalar karşılaştırıldığında aralarındaki önemli farklar hemen görülür. Bunların uzun Yahudi tarihi boyunca insanlar tarafından kaleme alındığı açıkça bellidir. Nitekim, Hz. Musa aleyhisselam, yaklaşık M.Ö. .13 yüzyılda yaşamıştır. Halbuki elde bulunan en eski İbranice Tevrat nüshası M.Ö. VII. veya X. yüzyılda yazılmış bir kitap olarak bilinir. Buna göre günümüzde Tevrat’ın orijinal nüshasının bulunmadığını ve elde mevcut Tevrat nüshalarının çeşitli müdahaleler sonucunda, ilâhî kitap olma özelliğini önemli ölçüde yitirdiğini söylemek mümkündür.[7]

2. Zebur

Sözlükte “yazılı şey ve kitap” anlamına gelen Zebûr, Hz. Dâvud aleyhisselam’a verilen semâvî kitabın adıdır. Kur’an-ı Kerim’in üç yerinde Zebur’un adı geçer: “Şüphesiz, Tevrat’tan sonra Zebur’da da şunu yazmışızdır: Yeryüzüne salih kullarım varis olacaktır” [8] “Gerçekten biz, peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık. Dâvud’a da Zebûr’u verdik” [9]

Zebur, semâvî kitapların en küçüğü olup, yeni dini hükümler getirmemiştir. Günümüzde elde bulunan Zebur nüshaları lirik söyleyiş ve ilâhîlerden, Allah’a övgü, hikmetli söz ve birtakım öğütlerden meydana gelmektedir. Eski Ahit’te yer alan “Mezmurlar” dan bir bölümünün Hz. Dâvud aleyhisselam’a verilen Zebur olduğu kabul edilmektedir. Bugün elde bağımsız bir Zebur kitabı yoktur. Bu yüzden Müslümanlar Zebur’un Hz. Dâvud aleyhisselam’a inen asıl şekline inanmakla yükümlüdürler.[10]

3. İncil

İncil kelimesi sözlükte “müjde” anlamına gelir. Hz. İsa aleyhisselam aracılığı ile İsrail­oğulları’na indirilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de Hz. İsa aleyhisselam ve İncil ile ilgili geniş bilgiler bulunmakta, Hıristiyanların değişikliğe uğrattığı yerler açıklanmaktadır.

“Kendilerinden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak peygamberlerin izleri üzerinde, Meryem oğlu İsa’yı arkalarından gönderdik. Ve ona, içinde doğruya rehberlik ve nur bulunmak, önce gelen Tevrat’ı tasdik etmek, sakınanlara bir hidâyet ve öğüt olmak üzere İncil’i verdik.” [11]

Vahiy mesajının, tarihi süreç içinde bir bütün olarak ele alındığı ve hepsine birlikte bir ayırım yapmaksızın inanmanın gerektiği şu âyette açıkça bildirilir: “De ki: Biz, Allah’a, bize indirilene, İbrâhim, İsmâil, İshâk, Ya’kub ve Ya’kub oğullarına indirilenlere, Mûsâ, İsâ ve (diğer) peygamberlere Rab’leri tarafından verilenlere iman ettik. Onlar arasında bir ayırım yapmayız. Biz ancak O’na teslim olmuşuzdur.” [12]

Hıristiyanlar Hz. İsa aleyhisselam’ın kendilerine söylemediği, “İsa, Allah’ın oğludur” gibi sözleri kendi ağızlarıyla uydurmuşlardır.[13] Allah Teâlâ onların sapma noktalarını şöyle haber verir: “Gerçekten, Allah, Meryem’in oğlu İsa’dır, diyenler küfre düşmüşlerdir. Halbuki İsa şöyle demişti: “Ey İsrailoğulları! Benim de Rabb’im, sizin de Rabb’iniz olan Allah’a kulluk edin. Çünkü kim Allah’a ortak koşarsa, şüphesiz Allah ona cenneti haram kılar. Onun varacağı yer ateştir. Zâlimlerin hiçbir yardımcıları yoktur.” [14] “Şüphesiz, Allah, üçün üçüncüsüdür, diyenler, (Allah Teâlâ’ya Meryem ve İsâ’yı da ortak katanlar) küfre düşmüşlerdir. Halbuki bir tek Allah’tan başka ilah yoktur.” [15]

Diğer yandan Yahudi bilginlerinin ve Hıristiyan rahiplerinin çıkar sağlamak için Allah’tan kendilerine indirilmiş olan kitapları değiştirdikleri Kur’an-ı Kerim’de bildirilir.[16]

Bugün Hristiyanlar’ın ellerinde Ahd-i Cedîd adıyla, anılan sekiz kişi tarafından yazılmış -yaklaşık altmış kadar- İncil nüshası bulunmaktadır ki, bunlardan dört tanesi, Matta, Markos, Luka, Yuhanna İncilleri kiliselerce genel kabul görmüştür. Geri kalanlar ise uydurma olarak ilân edilmiş olup, bunlardan Barnabas İncil’i özel ilgi çeker. Kendi aralarında çelişkilerle dolu olan bu nüshaların nerede ve ne zaman yazıldıkları da Hıristiyanlar’ı uzun süre meşgul etmiştir.

Hz. İsa aleyhisselam’dan 325 yıl sonra İznik’te toplanan bir konsülde, binden fazla katılımcıdan sadece 318’i Hz. İsa aleyhisselam’ın tanrılığını kabul etmiş ve pek çok İncil nüshalarından yukarıda isimlerini verdiğimiz dört tanesini resmi nüsha olarak benimsemiştir.

Buna göre, bir Müslümana önceki kutsal kitaplara ait bir bilgi ulaşınca, bu bilgi Kur’an ve sahih hadislerdeki bilgilere uygunsa kabul edilir, değilse reddedilir. Âyet ve hadislerde hiç söz edilmeyen bir konu olur ve İslâm’ın temel ilkeleri ile çelişmezse şu hadise göre amel etmek gerekir: “Ehl-i kitabı tasdik de etmeyin, tekzîp de (yalanlamayın). Biz Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e..indirilene inandık deyin.” [17]

4. Kur’ân-ı Kerim

Kur’ân-ı Kerim şöyle tarif edilir: Yüce Allah’ın Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e Arapça olarak indirilmiş, bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş, mushaflarda yazılı, Fâtiha sûresi ile başlayıp Nâs sûresi ile sona ermiş kelâmıdır.

Kur’an, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in peygamberliği süresince, 23 yılda parça parça indirilmiştir. 13 yıl kadar süren Mekke devrinde, daha çok inanç, ahlâk, şirkle mücadele ve ibretli kıssalar ağırlıkta olmak üzere Kur’an’ın üçte birinden az eksiği inmiştir. 622 Miladi yılında Medine’ye hicret vuku buldu. Hüküm âyetleri daha çok orada indi. Bir yandan ibadetler, savaş hukuku, aile, mirasla ilgili, diğer yandan da ceza, muhakeme usulü, muâmeleler ve devletler arası ilişkilerle ilgili prensipler, esaslar burada geldi. Çünkü artık Medine’de bu kuralları uygulayacak bir İslâm devleti doğmuştu.

Kur’an-ı Kerim, bir benzeri meydana getirilemeyen bir mucizedir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Hiçbir peygamber yoktur ki insanların kendisine inanmasına sebep olacak bir mucize verilmiş olmasın. Bana verilen en büyük mucize, Allah’ın bana vahyettiği Kur’an’dır. Bunun için kıyamet gününde ben, ümmeti en çok olan bir peygamber olacağımı ümit etmekteyim.” [18]

Cenâb-ı Hak inkârcıların Kur’an’ın benzeri on sûre, hatta bir tek sûre bile meydana getiremeyeceklerini bildirmektedir.[19]

Kur’ân-ı Kerim’in İçine Aldığı Başlıca Hükümler:

1. İnanç hükümleri. Başta Allah’a iman olmak üzere, meleklere, kitaplara, ahiret gününe, kaza ve kadere, âhirete ait önemli konular inançla ilgili çeşitli meseleler Kur’an’ın kapsadığı konuların başında gelir. İnanç hükümleri daha çok Mekke döneminde gelmiş, insanların önce yanlış kanaat, inanç ve hurafelerden arındırılması amaçlanmıştır.

2. İbadetler. Kur’an’da müslümanların yapmakla yükümlü bulunduğu namaz, oruç, hac, zekat gibi ibadetler özlü şekilde yer almış uygulama, şekil ve ayrıntı sünnete bırakılmıştır. Hadislerde şöyle buyurulur: “Ben namazı nasıl kılıyorsam, siz de öyle kılın” [20] “Hac ile ilgili ibadetlerinizi benden alınız.” [21]

Diğer yandan ibadet veya muamelelerdeki eksikliği veya yanlışlığı gidermek için öngörülen; zıhâr,[22] yemin,[23] ve bir mü’mini yanlışlıkla öldürme kefâretleri[24] de ibadet niteliğindedir.

3. Muâmeleler. Kur’an toplum fertlerinin birbiriyle veya fertlerin devletle olan ilişkilerini düzenleyen birtakım hükümler de getirmiştir. Alış-veriş, kiralama, trampa, rehin, kefâlet, ortaklık, borçlanma ve taahhütte bulunma, emânet, bağış, vasiyet, miras, aile hayatı, evlenme ve boşanma gibi gerçek veya tüzel kişiler arasında yapılan muameleler bunlar arasında sayılabilir.

4. Ukûbât. Ferdin işleyeceği suçlar ve bunlara verilecek cezalar bu gruba girer. Ceza hükümleri; mal, can, ırz, nesep ve aklı korumayı amaç edinir. Âyet veya hadisle belirlenen cezaya “had” denir. Hırsızlık, yol kesme, zina, zina iftirası, içki kullanma cezaları gibi. İslâm Devleti’nin toplumun yararı ve kamu düzeninin sağlanması için koyacağı cezalara ise “ta’zîr” adı verilir. Uyarma, dayak, sürgün ve hapis cezası gibi.

5. Kaza hükümleri: Davaların görülmesinde; şahitlik, yemin, hüküm gibi insanlar arasında adaleti gerçekleştirmek için gerekli icraatı düzenlemeyi amaç edinir.

6. İdare edenlerle idare edilenler arasındaki ilişki: Bu hükümler; adalet, şûrâ, maslahat, yardımlaşma ve koruma gibi esaslara dayanır. Adalet, bir devlet yönetiminin en başta gözetmesi gereken bir prensiptir. Kur’an-ı Kerîm’de adaleti emreden âyetler vardır: “Şüphesiz ki, Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.” [25] “Şüphe yok ki, Allah adaleti, iyilik yapmayı ve akrabaya yardım etmeyi emreder.” [26] Şûrâ prensibi de devlet yönetiminde en güzel yöntemleri belirlemede yardımcı olur. Keyfî yönetim isteklerini engeller. Âyetlerde şöyle buyurulur: “Onların işleri, aralarında şûrâ (danışma) iledir.” [27] “İş konusunda onlarla istişare et. Bir kere karar verince de, artık Allah’a güvenip dayan.” [28]

Yukarıdaki ilk âyet, metinden anlaşılan anlamıyla İslâm idaresinin, müslümanlar arasında şûrâ esasına dayandığını ifade etmektedir. Diğer yandan işaret yoluyla da; müslüman toplumun, İslâm devlet başkanını kontrol edecek ve devlet işlerini düzenlemede ona yardımcı olacak bir topluluğu seçip iş başına getirmesi gereğini de kapsamaktadır.[29]

7. Devletler hukuku: Kur’an-ı Kerim, gayrimüslim ülkelerle olan ilişkileri de düzenleyici esaslar getirmiştir. Âyetlerde devletler arası anlaşma yapılırsa, buna uyulması istenir.[30] İslâm Devleti karşısında, gayrimüslimler üç statüde bulunabilir: a) Zımmî ve muâhedler (antlaşmalılar), b)Müste’menler (vizeli pasaportlular), c) Muharip veya harbîler. Bu sonuncu grubun, İslâm ülkesi ile sürekli savaş halinde bulunması gerekmez. Bunların da her an müslüman olarak İslâm toplumuna katılması veya birinci ya da ikinci grup içinde yer alması mümkündür.

İktisat ve maliye hukuku: zekat, öşür, fey’ ve ganimet, vasiyet, miras, nafaka, kefillik, rehin, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri ve bunların paylaşımı gibi mâlî yönü bulunan konular Kur’an’da genel ilkeler halinde yer almıştır. Bunların da uygulama şekil ve şartlarını sünnet belirlemiştir.

8. Ahlâk hükümleri: Mü’minin imanının güçlenmesine, ihlâs, takva ve fazilet sahibi olmasına, beşerî münasebetlerinde en güzel davranışları kazanmasına yönelik hükümler, ibretli peygamber kıssaları, özendirme veya sakındırma anlamı taşıyan âyetler bu gruba girer.

9. Öğüt ve tavsiyeler. Mü’minlerin emir ve yasaklar konusunda duyarlı olmalarını, dünyayı ahirete tercih etmemelerini, ahirette hesaba çekileceğin unutulmamasını hatırlatan hükümler de Kur’an’da yer alır.

10. Söz verme ve korkutma. Güzel amel işleyenlerin cennete, yasaklara uymayanların ise cehenneme gideceğini bildiren pek çok âyet vardır.

11. Bilimsel gerçekler. Kur’ân bir çok pozitif bilim konularına da yer vermiştir. Kur’an’da hayatın esasının su oluşu[31] ve Allah’ın her şeyi çift yarattığı bildirilmiştir. Çift yaratılma insan, hayvan ve bazı bitkiler için biliniyordu. Bugünkü bilim, bütün bitkilerin erkekli dişili olduğunu, hepsinde erkeklik dişilik hücrelerinin bulunduğunu ispat etmiştir. Kur’an’da buna şöyle yer verilir: “Allah meyvelerin hepsinden yine kendilerinin içinde ikişer ikişer yaratmıştır.” [32] Başka bir ayette; “Her şeyden çift çift yarattık ki, düşünüp öğüt alasınız.” [33] “Yerin bitirmekte olduğu şeylerden, insanların kendilerinden ve daha bilemeyecekleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah, eksikliklerden uzaktır.” [34]

Bu son âyetlerde çift yaratılmanın cansız varlıklara da teşmil edildiği görülür. Mıknatısta artı ve eksi kutuplar, atomun yapısında, birisi artı diğeri eksi iki gücün bulunması bu çifte kişiliği düşündürmektedir.

Yine çift yaratılmanın başka bir görüntüsü, bitkiler arasında aşılayıcı rüzgârlardır. Pozitif bilimlerin yakın bir zamanda farkettiği bu gerçek Kur’an’ın, “Biz aşılayıcı rüzgarlar gönderdik.” [35] âyeti ile ifade edilmiştir.

Dünyanın ve diğer gezegenlerin güneşten kopmuş olması, bilimin ortaya koyduğu teorilerdendir. Kur’an bunu şöyle haber vermektedir: “Göklerle yer bitişik bir halde iken biz onları birbirinden ayırdık” [36]

Yâsin sûresinde güneşin hareketinden söz edilmektedir: “Güneş de kendisi için belirlenmiş yer ve zamana doğru akıp gitmektedir.” [37] Bu hareket, kendi ekseni çevresinde olabileceği gibi, kendisi için belirlenen bir durma yeri veya zamanına doğru sistemiyle birlikte, uzayda yapmakta olduğu hareketi de kapsamaktadır. Çünkü âyetteki “müstekarr” sözcüğü bütün bu anlamları içine almaktadır. [38]

Yine rüzgârın Hz. Süleyman aleyhisselam’ın emrine verilerek, bir günde bir aylık yolu katedebilmesi,[39] rüzgâr enerjisine dikkat çektiği gibi, Yemen’de bulunan Belkıs’ın tahtının göz açıp kapayıncaya kadar Kudüs’e nakledilmesi,[40] günümüzdeki “ışınlama” yoluyla maddeyi nakletme çalışmalarına ışık tutabilecek güçtedir. Hadîd (demir) sûresinde, demirin şiddet, güç ve insanlara yarar gibi üç niteliğinin bildirilmesi,[41] savaş âleti olarak sert çeliğe, sanayi ve yapıların güçlendirici temel maddesine ve insan kanındaki demirin önemine işaret ettiğini söylemek mümkündür.

12. Kıssalar. Kur’an-ı Kerîm önceki ümmetlerle, peygamberlerin haberlerinden de uzunca söz eder. Ancak bu bilgiler bir tarih kitabı gibi değil, hikmetli ve ibretli olaylar olarak verilir ve ibret alınması istenir. Kur’an, Âd, Semûd kavimlerine; Hz. Lut, Nuh ve İbrahim peygamberlerle kavimlerine ait haberler vermektedir. Yine Hz. Musa aleyhisselam ile Firavun’un kıssaları, Hz. Meryem’in, Hz. İsa ve Yahya peygamberlerin biyografileri anlatılmaktadır. Hiçbir hocadan eğitim görmemiş olan ümmî bir peygambere indirilen bir kitapta, tarihi bilgilerin gerçeğine uygun olarak bildirilmesi, onun Allah katından gelişinin delilidir.

Kur’an’da sözü edilen bu kavimlerin ve olayların arkeolojik ve antropolojik açıdan incelenmesi pek çok gerçeğin su yüzüne çıkmasını sağlayacağında şüphe yoktur.

13. Dualar. İnsan dünya hayatında sürekli olarak Allah’ın yardım ve bağışlamasına muhtaç olduğu için, Kur’an-ı Kerîm’de bir çok dua örnekleri yer almıştır.

14. Gelecekten haber verilmesi. Kur’an Mekke’nin fethini, İslâm’ın gelişip dünya dini haline geleceğini ve diğer dinlere üstün olacağını haber vermiş ve bunlar gerçekleşmiştir. Şu olay daha açık bir örnek teşkil eder:

614 miladi yılında yapılan bir savaşta, Hıristiyan olan Bizanslılar’ın Mecûsî olan İranlılar’a yenilmeleri üzerine, Müslümanlar, Ehl-i Kitab’ın yenilmesine üzülmüş, Mekke müşrikleri ise bu sonuca sevinerek; “İranlılar’ın Rumlar’ı yenmesi gibi, biz de sizi yeneceğiz” demişlerdi. Bunun üzerine şu âyet inmiştir: “Rumlar yenildiler. Yakın bir yerde. Halbuki onlar bu yenilmelerinin ardından birkaç yıl içerisinde (üç ila dokuz yıl arasında) üstün geleceklerdir.” [42] Gerçekten, 622 miladi yılında yapılan bir savaşta, Rumlar İranlılar’ı yenmiştir.[43]

Dipnotlar:

[1] Necm, 53/36, 37; A’lâ, 87/14-19. [2] bk. Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, VIII, 489; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, XV, 141, 142. Bu rivâyetin zayıf olduğu belirtilmiştir. [3] Burûc, 85/2, 22. [4] bk. Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, VI, 1012; H. Basri Çantay, Kur’an-ı Hakim ve Meal-i Kerim, İstanbul, 1965, III, 1167; Mehmed Aydın, İslam Dini İlmihali, Konya 1981, s.108,109 [5] M. Hamidullah, Aziz Kur’an, Beyan Yayınevi, İstanbul, t.y., s.22, 23. [6] Mâide, 5/44. [7] Şerafeddin Gölcük, age, s.112, 113; Mehmed Aydın, age, s. 110 [8] Enbiyâ, 21/105. [9] İsrâ, 17/55; Nisâ, 4/163. [10] bk. Mehmed Aydın- Osman Cilacı, Dinler Tarihi, Konya 1980, s.75. [11] Mâide, 5/46. [12] Âl-i İmrân, 3/84. [13] Tevbe, 9/30. [14] Mâide, 5/72. [15] Mâide, 5/73. [16] Tevbe, 9/34. [17] Buhârî, Tefsîr, sûre, 2/1, İ’tisâm, 25. [18] Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân, 1; Müslim, İmân, 70. [19] bk. Hûd, 11/13; Bakara, 2/23; Yûnus 10/38. [20] Buhârî, Ezân, 18, Edeb, 27, Âhâd, 1. [21] A. İbn Hanbel, Müsned, III, 318, 366. [22] Mücâdele, 58/1-4. [23] Mâide, 5/89. [24] Nisâ, 4/92. [25] Nisâ, 4/58 [26] Nahl, 16/90. [27] Şûrâ, 42/38 [28] Âl- İmrân, 3/159 [29] Muhammed Ebû Zehra, Usûlü’l-Fıkh, 1377/1958, y.y., s. 100, 101, 141, 142; Abdülvehhâb Hallâf, İlmu Usûli’l-Fıkh, Terc. Hüseyin Atay, Ankara, 1973, s.176 [30] Nahl, 16/91. [31] Enbiya, 21/30; Maurice Bucaille, Müsbet İlim Yönünden Tevrat İncil ve Kur’an, Terc, Mehmet Ali Sönmez, Konya 1979, s. 297. [32] Ra’d, 13/3. [33] Zâriyât, 51/49. [34] Yâsin, 36/36. [35] Hicr, 15/22. [36] Kasas, 21/30. [37] Yâsin, 36/38. [38] bk. H. Basri Çantay, Kur’an-ı Hakim ve Meal-i Kerim, 3. baskı, İstanbul 1959, II, 784, dipnot, 46. [39] bk, Sâd, 38/35, 36; Sebe’, 34/12. [40] 158. bk. Neml, 27/39, 40. [41] bk. Hadîd, 57/25. [42] Rûm, 30/2-3. [43] Zürkanî, Menâhilü’l-İrfan fî Ulûmi’l-Kur’ân, Mısır ts., II, 369; Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, VI, 3795-3799

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

İLAHİ KİTAP NEDİR?

İlahi Kitap Nedir?

İLAHİ KİTAP KAVRAMI NEDİR, NE ANLAMA GELİR?

İlahi Kitap Kavramı Nedir, Ne Anlama Gelir?

KİTAPLARA İMAN NEDİR?

Kitaplara İman Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.