İbn Mesrûk Tusî (k.s) Kimdir?

Adı Ahmed bin Muhammed, künyesi Ebu’l-Abbas, nisbesi, et-Tûsî, şöhreti İbn Mes­rûk. Aslen Tûs şehrinden, orada yetişti. Bağ­dat’da yaşadı.

Haris Muhasibi, Seriyy es-Sakati ve Muhammed bin Hüseyn el-Burculanî’nin sohbetlerinde bulundu. Ebû Ali Rudbari’nin üstadıdır. Muhammed bin Bekkar, Şeyban bin Ferrûh ve Ahmed İbn Hanbel gibi muhaddislerden hadis rivayet etti. Cafer el-Huldî ve İbn Ubeyd el-Askerî’­nin kendisinden rivayetleri vardır. 298/910 yılında seksen dört yaşında olduğu halde vefat etti. Kaynaklarda Kanaat ile ilgili bir risalesi olduğu yazılıdır.

İbn Mesrûk’un Cüneyd el-Bağdâdî ile sıkı bir dostluk münasebetleri vardı. Birbirleri hakkında hüsn-i zanları vardı. Hatta bir defasında İbn Mesrûk’a “Günümüzün kutbu kimdir?” diye sormuşlardı da O: “İyice belli değil ama, işaretin hükmüne göre Cüneyd’dir” cevabını vermişti. Temkin ehli kırk sûfînin hizmetinde bulunduğunu anlatırdı.

Derdi ki: "Hakk’tan başkasıyla neşelenenin neşesi dertler doğurur. Ünsiyeti, Rabbının hizmetinden başka yerde olanın ünsiyeti, sıkıntı getirir. Çünkü Hakk’dan gayrı herşey fanidir. Fani ile sevinen, fani fena bulunca üzülür. Hakk’ın hizmetinden başka herşey boştur. Sıkıntıların ve dertlerin temel kaynağı O’ndan başkasını görmektir."

İbn Mesrûk, zühd ve takvasıyla, özellikle riyazatıyla ün­lü sufîlerdendi. Aşırı riyazat düşkünlüğü sebebiyle hafta­da sadece bir kaç defa yer içerdi. Cuma günleri dinlediği vaazların etkisiyle hastalanır, büsbütün yemeden içmeden kesildiği olurdu.

Takva konusunda söz söyleyen sûfîlerdendi. Havfın, recâdan çok olması gerektiğine inananlardandı. Bu yüzden takva, “Gözlerini dünya aydınlığına dikmemen, kalbinde dünyaya yer vermemendir” der, takvayı tahakkuk ettiren kimseye dünyadan yüz çevirmenin basit geleceğini söylerdi.

Derdi ki: Hakk’tan başkasıyla neşelenenin neşesi dertler doğurur. Ünsiyeti, Rabbının hizmetinden başka yerde olanın ünsiyeti, sıkıntı getirir. Çünkü Hakk’dan gayrı herşey fanidir. Fani ile sevinen, fani fena bulunca üzülür. Hakk’ın hizmetinden başka herşey boştur. Sıkıntıların ve dertlerin temel kaynağı O’ndan başkasını görmektir.

İbn Mesrûk, kalbine gelen düşünceler konusunda Allah ile murakabe halinde bulunanı, Allah Teâlâ’nın organlar ile ilgili hareketler konusunda koruyacağını söylerdi. Marifete talib olmadan önce müridlik mertebelerini sağlamlaştırmayan kimsenin cehalet içinde bulunduğuna inanırdı. Tevbesini tamamlamadan müridliğe soyunanın ne aradığının farkında olmadığını ifade ederdi. Ne aradığını bilmeyen de, bulduğunun farkında olmazdı.

Ma’rifet ağacının pişmanlık suyu ile sulanması gerektiğini, aşk ağacının ise sevgilinin arzusuna uymakla büyüyüp serpileceğini söylerdi.

Hal (batın) ilmî ile, kıyam (zahir) ilmini kıyas eder ve hal ilmini yakıne erdirme konusunda kıyam (zahir) ilminden daha müessir sayardı.

Allah Teâlâ dünyayı, “yalnızlık” damgası ile damgalamıştır ki itaat ehli kişiler Allah’tan başkasına bel bağlamasınlar.

Müminlerin hakkına gösterilecek saygının Allah’ın hakkına saygı demek olduğunu söylerdi. Takvanın hakikatine de ancak bununla erişilebileceğini eklerdi.

İbn Mesrûk misafirperverdi. Misafirlerine hizmet etmekten zevk alırdı. Nitekim bir misafirine şöyle de-mişti:

– Misafirlik üç gündür. Bundan fazla kalarak bana ikramda bulunmuş olursun.

– Tevekkül nedir? diye soranlara:

– Kalben Allah’a güvenmektir, cevabını verirdi.

Bir başka seferinde şöyle tanımlamıştı tevekkülü: “Kendisiyle meşguliyetin, sonuçta senin aleyhine olacak şeyi bırakıp lehine olacak olanla meşgul olmandır.” Tedbir düşüncesini terkedenin rahat yaşayacağını söylerdi.

Zahid, Allah ile beraber bulunmayı hiçbir hazineye değişmeyen kişiydi. Ona göre çok bakmak kalpten marifet-i ilahiyyeyi alıp götürürdü.

Çıplak aklın işe yaramadığını, aklının kendisine kuracağı tuzaktan koruyamayanın aklına güveni sebebiyle helak olabileceğini söylerdi. Sevgiyi, seveni sevilene bağlayan bir bağ ve sevilenin sevenine vurduğu bir gem olarak görürdü.

Tasavvuftan sordular. Dedi ki:

– Tasavvuf ayrılmak kabil olan şeyden gönülleri temizlemek ve yine gönlü kendisinden ayırmak kabil ve caiz olmayana bağlamaktır.

SEMA HAKKINDAKİ YORUMLARI

Sema konusunda şöyle konuşurdu:

– Hali sağlam, ilimde imam, zahirde ve batında istikamet itam olmayan dervişlerin sema yapmaları yakışmaz. Bizim gibilere ise sema hiç yaraşmaz. Çünkü bizim kalplerimiz, henüz ibadetlerle ülfet halinde değildir. Nefsimizi kendi haline bırakırsak ve semaı mubah sayarsak bu ruhsattan istifade ile başka ruhsatlara yönlendirir bizi.

Sema bilindiği gibi, başlangıçta şiir ve ilahileri beste ile okuyup dinlemek ve bunlarla telezzüz edip vecd arayışı içinde olmaktı. Mecliste bulunanları ilahî mesajı almaya hazırlamaktı. Daha sonraları tasavvuf musikisi anlamına kullanılmaya başlandı. Türkçede ise tamamen bir tarikatın (Mevlevîlik), zikir ve ayininin özel adı oldu. Fıkıh ve tasavvuf kitaplarında “sema” denilince genellikle kasdedilen, tasavvuf musikisidir.

Terbiyecisi Rabbı olan kimseyi, hiç kimse mağlub edemezdi, menfi bir tesirle etkileyemezdi. Çünkü terbiyecisi Rabbı olan arifin en çok korktuğu şey, Hakk’ın rızasını fevtetmekti.

Ömrün değerli bir sermaye olduğuna inanan İbn Mes­rûk, kişinin anasının karnından doğduğu andan itibaren bunu hovardaca tükettiğini sِylerdi. Müminin zikirle, münafığın yemekle kuvvet bulacağına inanırdı.

Gençlik ve dinçlik zamanındaki ibadetlerin kadrini ِver ve o dِnemdeki ibadetlerine hasret duyardı: “Müridliğimin ilk yıllarında dinçtim, iradem sağlamdı. Gençtim, himmet ve gayretim yamandı. Zorluklar beni yıldırmazdı. Zaman zaman ah u eninim olsa da, yolumdan dِnmez, vuslata koşardım. Ama şimdi artık fetret devrini yaşıyorum. Geçmişte boşa geçirdiğim zamanlarıma üzülüyor, iyi günlerime hasret çekiyorum. Şimdi safaya uygun bir zaman ele geçiremiyorum.”

Birgün bir davet yemeği vermişti. Davetliler sıra sıra gelmeye başladılar. Ancak aralarında bir de davetsiz kişi vardı. İbn Mesrûk, bu davetsiz gelen zatı gِrünce hemen koştu, karşıladı ve ona diğerlerinden fazla iltifat gِsterdi. Sebebini soranlara:

– Ben ona ne kadar iltifat edip tevazu gِstersem yeridir. اünkü o tevazu gِsterip benim yemeğime geldi. Onun bu iyiliğine başka türlü nasıl mukabele edebilirim diye cevap verdi.

- rahmetullahi aleyh -

Kaynaklar Sülemi, Tabakatu’s-sufiyye, s. 237-241: Hılyetü’l-evliya, X, 213-215; Kuşeyri, I, 142; Keşfu’l-mahcub, I, 358-359; Tezkiretü’l-evliya (trc. S. Uludağ), s. 587-589; Sıfatu’s-safve, IV, 128-129; Nefehatü’l-üns. (trc. Lamii Çelebi) s. 141-142; el-Kevakibu’d-dürriyye. I, 196-197: Şarani, I, 80; A’lamü’n-nübela. XIII, 494-495; Tabakatu’l-evliya. s. 79-80.

Kaynak:  Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ, Gönül Erleri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.