Muhammed Bin Eşlem Tûsî (k.s) Kimdir?

Adı Muhammed bin Eşlem, künyesi Ebu’l-Hasen, nisbesi Tûsî. Tebe-i tâbiin neslinden. İran’ın Tus şehrinden. Tus ve Nişabur’da yaşadı.

Süfyan Sevri ve A’meş’in talebeleri ile EvzâVden ve başka bazı tâbiînlerden hadis dinledi. “Kur’an mahluktur” görüşünü redd için eser yazdı. Hılyetü’l-evliya müellifi bu eserden nakiller yapmaktadır. Üstün bir ikna gücüne, hitabet ve belagat kabiliyyetine sahipti. Sünnete ittiba konusundaki titizliği sebebiyle “Rasûlün lisanı” ünvanıyla anılır. Ali bin Musa er-Rıza’nın talebesidir. “Horasan Serdarı” diye de anılan Tûsi’nin vefatı kesin olarak bilinmemekle birlikte 242/856 yılı olarak rivâyet edilmektedir. Ona nisbet edilen bir kırk hadis mecmuası da bulunmaktadır.

“Kur’an mahluktur” demediği için uzunca bir süre hapse atıldı. Hürriyeti elinden alındı. Hapiste bulunduğu sürece her cuma, cuma namazını camide kılmak için gusleder, seccadesini ve asasını eline alır, zindan kapısına gelirdi. Görevliler, dışarı çıkmasına engel olunca geri döner ve: “Ya Rabbi, görüyorsun ben üzerime düşeni yaptım. Artık sen bilirsin” diye Hakk’a iltica ederdi.

YALNIZIN DOSTU ALLAH

Dünyanın bir yalnızlık dünyası olduğunu, insanın kalabalıklar içinde yapayalnız bulunduğunu şöyle anlatırdı: “Ben babamın sulbünde tek başıma ve yalnızdım. Annemin karnında da yalnızdım. Dünyaya yalnız geldim, ölümüm de yalnız olacak, kabre girişim de öyle. Münker ve Nekir’in suallerine de tek başıma cevap vereceğim. Amelim mizana konduğunda da yalnız olacağım. Cennete de girsem, cehenneme de düşsem, yine yalnız olacağım.” Bu yalnızlıkta yoldaş Rabbımızdır, kitabımızdır, imanımızdır.

Muhammed bin Eşlem’in anlayışına göre hiç kimsenin görmediği yerde günahı işlemeye cür’et edenler, ancak câhillerdi. Böyleleri “Nasıl olsa beni gören yok” diye günah işler dururdu. Ben ise asla bunu yapamam. Çünkü gömleğimin içinde beni gören, amellerimi yazan birileri var. Kirâmen kâtibin melekleri var. Kendisine hiçbir şey gizli kalmayan Allah Teâlâ hazretleri var.

RİYÂ KORKUSU

İbadetlerinde riyaya düşmekten çok korkardı. Bu yüzden, halkın göreceği yerde nafile namaz kılmaz, teşbih ve evradla meşgul olmazdı. “Gücüm yetse ibadetlerimi, kirâmen kâtibin meleklerinden bile gizlerdim. Fakat buna imkan yok.” derdi. Riyanın azının da çoğunun da şirk olduğunu açıklamak için yerden bir taş parçası aldı ve: “Bu nedir?” diye sordu. Yanındakiler “Taş parçası” deyince: “Şu gördüğünüz dağ kayalığı da taş değil mi?” dedi. Bu soruya da “Evet” cevabı alınca şöyle konuştu: “Demek ki bir şeyin büyüğüne ad olan kelime, küçüğüne de ad olur. Riyânın da büyüğü, küçüğü tefrik edilmeden hepsi şirk-i hafîdir.”

Kur’an okurken gözlerinden yaşlar akar, bazan de sesli ağlardı. Evinde Kur’an okuduktan sonra dışarı çıkacak olursa, mutlaka gözlerine sürme çeker, böylece halkın haline muttali olmasını önleyerek riyaya düşmekten kaçınırdı.

Nefsinin kendisini kandırmaya çalışmasından duyduğu rahatsızlığı şöyle dile getirirdi: “Kıbleye yönelen nefsler içinde kendi nefsimden daha şerlisini görmedim.” Bazan hizmetçisini çağırır ve ona: “Git, bana en değersiz ve kalitesizinden arpa unu al da gel, nasıl olsa bu yenilen kenefe gidecek. Halbuki ben bu ilmi, amel etmek için öğrendim. Şer sıfatı taşıyan nefsime en temiz ve en iyiyi nasıl layık görebilirim?” derdi.

İmanın bir “ihsân-ı ilâhî” olduğunu Allah’ın bunu dilediklerine nasib edeceğini söylerdi. Çünkü Allah Teâlâ Kur’an’da şöyle buyurmuştu: “Size îmanı sevdiren, onu süsleyip güzel gösteren Allah Teâlâ’dır” (el-Hucurat 49/ 7)

KUL HAKKI TİTİZLİĞİ

Kul hakkı konusunda çok titizdi. Bu yüzden ruhsat olan konularda bile azîmetle amel ederdi. Nitekim evinin önünden akan bir akarsu vardı. “Bu su umûmundur” diye oradan su almazdı. Eğer çok canı çekip alacak olsa, önce bahçesindeki kuyudan o akarsuya birkaç kova atar, sonra alırdı. Böylece umumun hakkına saygı göstermiş oturdu.

BİR ÖLÜM Kİ

Ölümüne yakın kendisini ziyarete gelenlere: “Allah Teâlâ bana, elimde avucumda hesaba çekilmeyi gerektirecek bir dirhemim bile olmadan ölmeyi nasib ediyor” derdi.

Çünkü Rabbım biliyor ki benim O’na hakkıyla hesab vermeye gücüm etmez. Kapıları kapatın ve hiç bir kimsenin yanıma girmesine izin vermeyin ki, rahatça ruhumu teslim edeyim. Dünyadan ayrıldığım şu sırada sırtımdaki elbiseden, altımdaki keçeden, abdest aldığım ibrikten ve kitaplarımdan başka hiçbir şeyim yok, dedi. Bir de içinde oğluna bir akrabasının hediye ettiği otuz dirhem bulunan kesesi vardı. O keseyi ve içindekileri şu hadise göre kendinin sayardı: “Sen de, malın da babanındır” (İbn Mace, Ticaret, 64). Bu hadise göre bana bundan daha helal bir dünyalık düşünemiyorum, derdi. “Bu para ile bana kefen alın, kefenin en az ölçüsü için on dirhem yetiyorsa, sakın onbeş dirhemlik almayın. Keçemi cesedimin altına yayın, elbisemi kefenimin üstüne koyun, ibriğimi bir fakire verin de abdest alsın.” diye vasiyet etti. Vasiyeti yerine getirildi. Cenazesi götürülürken mahallenin kadınları evin damından: “Gerçek bir er göçtü, hem de hiç dünyalık bırakmadan” diye söyleştiler. Cenazesine katılanların yüzbinlere ulaştığı rivayet edilir. - rahmetullahi aleyh -

Kaynaklar: Ebû Nuaym, X,238; İbnul-Cevzî, IV, 125-128; Attâr, s. 287-289; Münâvî, I, 478-479.

Kaynak:  Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ, Gönül Erleri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.