Hz. Hamza (r.a.) Nasıl Müslüman Oldu?

Allah’ın arslanı, şehitlerin efendisi; Hz. Hamza (r.a.) nasıl Müslüman oldu?

Hz. Hamza’nın (r.a.) Kureyş toplumunda çok önemli bir yeri vardı. Güçlü, kuvvetli ve karşısındakileri korkutan bir yapıya, cesarete sahipti. Kureyş’in müşrik olan ileri gelenlerinin bile hemen hepsi ondan korkar, çekinirlerdi. Zengin, varlıklı ya da Kureyş uluları gibi reis durumunda değildi ama onun savaşçı kişiliği, avcılığı, atıcılığı, cesareti, gücü, kuvveti, haksızlıklara karşı koyması, dürüstlüğü, zulme boyun eğmemesi gibi özellikleri onu Kureyş toplumunda böyle bir saygınlığa eriştiriyordu.

Allâh Resûlü, müşriklere Kâbe’de Kur’ân-ı Kerîm okumak üzere sâdece ashâbını göndermiyordu. Zaman zaman bizzat kendileri de gidip Allâh’ın âyetlerini tilâvet buyuruyorlardı. Bu gidişlerinden birinde Ebû Cehil, Hazret-i Peygamber’e hakârette son derece ileri gitti. Etrâfında top­lanmış bulunan diğer müşriklere de güç gösterisinde bulunmak istercesine, daha da azıt­mak üzereydi ki, bir kadın, koşarak durumu o esnâda avdan dönmekte olan Hazret-i Hamza’ya bildirdi:

“–Ey yiğitler yiğidi! Kâbe’de yeğenine hakâret ediyorlar; korkarım O’na eziyet ede­cekler, bir fenâlık yapacaklar!..” dedi.

Hazret-i Hamza, hemen Kâbe’ye koştu ve derhâl mel’ûn Ebû Cehl’e mânî oldu. Elindeki yay ile o habîsin başına öyle bir vurdu ki, Ebû Cehl’in başından kanlar akmaya başladı. Böyle bir müdâhale olacağını tahmin etmeyen îman düşmanı, şaşkın bir hâlde ve canından endişe ederek, kaçarcasına oradan uzaklaştı. Bunu gören diğer müşrikler de, birer ikişer dağıldılar. Çünkü hepsi de Hamza’nın gücünü çok iyi biliyorlardı. Ondan, Kureyş’in bütün pehlivanları çekinir ve karşısına çıkmaya cesâret edemezdi.

Bundan sonra Hazret-i Hamza, Âlemlerin Efendisi olan yeğeni Hazret-i Muhammed’in (s.a.v.) yanına giderek:

“–İşte intikâmını aldım yâ Muhammed; artık rahat ol!” dedi.

“BEN SENİN MÜSLÜMAN OLMANLA SEVİNECEĞİM!”

Resûl-i Ekrem Efendimiz ise, amcasının bu hareketine cevâben:

“–Ey amca! Ben asıl senin Müslüman olmanla sevineceğim!” deyince, Hazret-i Hamza’nın gönlündeki gaflet perdeleri aralandı. O yiğitler yiğidi, hakîkati idrâk ederek te­bessümle mübârek yeğenine baktı ve O’nun yüce nûrunu seyrede seyrede:

أَشْهَدُ أَنْ لاَ اِلهَ اِلاَّ اللهَ وَ أَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ

diyerek kelime-i şehâdet getirdi. Hazret-i Hamza, Peygamberimiz’den iki yaş büyüktü ve O’nun hem amcası hem de süt kardeşi idi.[1]

Allâh Resûlü:

“Ey amca! Ben asıl senin Müslüman olmanla sevineceğim!” buyurmakla, şahsî intikâmının alınmasıyla değil, asıl onun hidâyetiyle mes’ûd olacağını belirterek, mühim olanın, fânî dünyâ hayâtı değil, ebedî olan ukbâ hayâtı olduğunu ifâde etmiştir.

Bu hâdise, İslâm’ı yücelten hizmetleri, şahsî menfaatlerimize dâimâ tercih etmemiz gerektiğini ve ferdî hususlardan çok, dînî hizmet ve gayretlerin muvaffakıyyeti ile huzur bulup sevinmemiz îcâb ettiğini telkîn etmektedir.

HZ. HAMZA’NIN (R.A.) MÜSLÜMAN OLUŞU

Hazret-i Hamza’nın Müslüman olduğu gün, Hazret-i Ebûbekir Resûlullâh Efendimiz’e, hep birlikte Mescid-i Harâm’a gidip oradakileri İslâm’a dâvet etmesi için ısrâr etti. Allâh Resûlü ise:

“−Ey Ebûbekir! Henüz sayımız çok az. buyurdular.

Hazret-i Ebûbekir daha fazla ısrâr edince, Peygamber Efendimiz ashâbıyla birlikte Dârü’l-Erkam’dan çıkıp Mescid-i Harâm’a gittiler. Kâbe’ye vardıklarında, Ebûbekir (r.a.), insanları Allâh’a ve Resûlü’ne îmâna dâvet etmeye başlayınca, müşrikler Hazret-i Ebûbekir’in ve Müslümanların üzerlerine yürüyüp onları şiddetli bir şekilde dövmeye başladılar. Hele fâsık Utbe, Ebûbekir’in (r.a.) üzerine çıkıp çiğnedi, yüzünü demir tabanlı ayakkabılarıyla tekmeledi. Hazret-i Ebûbekir’in her tarafı kan revân içinde kaldı. Kabîlesi Teymoğulları, Hazret-i Ebûbekir’i müşriklerin elinden zor kurtardılar.

Müslümanların sayısının hızla artması ve Hazret-i Hamza gibi bahâdırların İslâm’a girmesi üzerine iyice telâşa kapılan müşrikler, bir toplantı yaparak bu gidişâtın önünü alabilmek için çâreler düşündüler:

“−Muhammed’in durumu iyice ciddîleşti, işlerimizi karıştırdı. Sihirde, kehânette, şiirde en âlimimizi O’na gönderelim de kendisiyle konuşsun!” dediler.

Bu iş için Utbe bin Rebîa’yı münâsip görerek Nebiyy-i Muhterem Efendimiz’e gönderdiler. Utbe, müşriklerin daha önce yapmış oldukları teklifleri, fazlasıyla tekrar ederek uzun uzun konuştu. Sözlerini bitirinceye kadar Allâh Resûlü onu sessizce dinledi Sonra da:

“−Ey Ebu’l-Velîd! Söyleyeceklerin bitti mi?” diye sordu. Utbe:

“–Evet!” deyince Resûlullâh:

“−Şimdi de sen beni dinle!” buyurdu. Besmele çekerek Fussilet Sûresi’ni okumaya başladı. Secde âyeti olan 37. âyeti de okuyup secde ettikten sonra:

“−Ey Ebu’l-Velîd! Okuduklarımı dinledin. Artık işte sen, işte o!” buyurdu. Utbe kalkıp arkadaşlarının yanına dönerken, onu gören müşrikler:

“−Vallâhi Ebu’l-Velîd gittiğinden çok farklı bir yüzle geliyor. Hâli çok değişmiş?!” dediler. Yanlarına geldiğinde heyecanla Utbe’ye:

“−Ne oldu, anlatsana?” dediler. Utbe:

“−Vallâhi, öyle bir söz dinledim ki şimdiye kadar bir benzerini hiç işitmemiştim. O ne şiir, ne sihir, ne de kehânettir! Muhammed:

«Eğer yüz çevirirlerse onlara de ki: İşte sizi, Âd ve Semûd’un başına gelen yıldırıma benzer bir yıldırım ile îkâz ettim.» (Fussilet, 13) dediği zaman, daha fazla okumasın diye elimle ağzını tutarak, akrabâlığımız hakkı için yemin ettim. Muhammed’in söylediği her şeyin aynen vukû bulduğunu bildiğim için üzerimize azâb ineceğinden korktum.

Ey Kureyş cemaati! Gelin beni dinleyin! O’nu kendi işiyle baş başa bırakın, aradan çekilin! Eğer onu Araplar öldürürse, sizden başkası vâsıtasıyla O’ndan kurtulmuş olursunuz. Şâyet Araplara hâkim olursa, O’nun hâkimiyeti sizin hâkimiyetiniz, O’nun kudret ve şerefi sizin kudret ve şerefiniz demektir. Böylece Muhammed sâyesinde insanların en mutlusu olursunuz!” dedi. Kureyşliler:

“−Ey Ebu’l-Velîd! O seni de diliyle sihirlemiş!” deyince Utbe:

“−Benim fikrim budur. Siz nasıl istiyorsanız öyle yapın!” karşılığını verdi. (İbn-i Hişâm, I, 313-314; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, III, 111-112)

Dipnotlar:

[1] Bkz. İbn-i Hişâm, I, 312-313; Hâkim, III, 213; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, III, 84. [2] Bu hanım, Ümmü Cemîl bint-i Hattâb olup, müslüman bir kimse idi. Ebû Leheb’in hanımı Ümmü Cemîl ile karıştırılmamalıdır. [3] Bkz. İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, VII, 326; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, III, 81.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

HZ. MUHAMMED (S.A.V.) KİMDİR?

Hz. Muhammed (s.a.v.) Kimdir?

HZ. MUHAMMED MUSTAFÂ (S.A.V.)

Hz. Muhammed Mustafâ (s.a.v.)

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.