Hüdâyi Vakfı İle İlgili Merak Edilen Soruları Ahmed Hamdi Topbaş Bey Cevapladı

Aziz Mahmûd Hüdâyî Vakfı Başkanı Ahmed Hamdi Topbaş Bey, Hüdayi Vakfı ile ilgili merak edilen soruları Altınoluk Dergisi, Mayıs 2020 sayısında cevapladı....

İyilik ve Takvada Yardımlaşmak İçin Varız

Aziz Mahmûd Hüdâyî Vakfı, Muhterem Üstadımız Osman Nûri Topbaş öncülüğündeki bir grup hayırsever tarafından 1985 yılında kurulmuş bir hayır müessesesi. O günden bu yana maddi ve manevi fukaralığın azaltılması için sadece ülkemizde değil küre çapında keyfiyetli işlere imza atan bu güzide vakfın başkanlığını halen Ahmed Topbaş yürütüyor. Ahmed Bey kendi ifadesi ile Unkapanı’nda tekstil işi ile uğraşırken Osman Nûri Topbaş hocamızın daveti ile kurucuları arasına dâhil olduğu Aziz Mahmûd Hüdâyî Vakfı’nın son 9 senedir başkanlığını deruhte etmeye başlamış.

Ticari faaliyetlerinin yanı sıra hayır işleri ile meşgul olmaya başlayan Ahmed Bey’e vakfın niye ve nasıl kurulduğundan başlayarak, yurtiçi ve yurtdışı hizmetlerini, siyasete bakışını, kamu kurumları ile ilişkisini ve üzerinde haklı haksız yorumlar yapılan birçok mevzuyu sorduk. Ahmet Bey, vakfın faaliyetleri nasıl finanse edildiği, kamu kaynaklarını kullanıp kullanmadığı, siyasete girenler için bir tür yükselme rampası olup olmadığı ve özellikle de hâlihazırda bir irfan geleneğinin yaşayan mürebbisi olarak Osman Nuri Topbaş Hocaefendi ile nasıl bir bağlantıları olduğu gibi kamuoyunun merak ettiği sorulara samimi cevaplar verdi. Kendisine teşekkür ediyoruz.

Önceden planladığımız bu röportajı aslında geçen ay yayınlamayı murat etmiş, araya Muhterem Osman Nuri Topbaş Hocaefendi’nin Ramazan röportajının girmesi ile bu isteğimizi gerçekleştirememiştik. Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Ahmed Topbaş Bey ile yaptığımız mülakatı Ramazan’ın bereketli ve huzurlu ikliminde istifadenize arz ederiz.

SESLİ MAKÂLE- DİNLE

Aziz Mahmûd Hüdâyî Vakfı kurucularının başta Topbaş ailesi olmak üzere hayırsever aileler olduğunu biliyoruz. Bu ailelerin, Elmalılı Hamdi Yazır Efendi’nin tefsirinin basılıp dağıtılmasından, birçok cami, Kur’an Kursu inşaatına, guraba, fukara ve öğrencilere yönelik yardımlarından yayıncılığa kadar katkıda bulunduğu birçok hayır işinden söz edilebilir. Daha çok ferdî ve ailevî giden bu yardım sürecinin İlim Yayma’nın kuruluşu ile daha farklı bir veçheye büründüğü söylenebilir mi?

Ahmed Hamdi Topbaş: İlim Yayma’nın kurulmasının temel sebebi, din eğitimine yönelik ihtiyaçtı. İstanbul’da o dönem kurulan bu dernek, öncelikle bir İmam-Hatip Okulu açıp, bunun iaşe ve ibatesini temin etmek istemiş. Kim kurmuş bunu? İstanbul’un esnafı, sanayicisi, avukatı, eğitimcisi gibi kimseler… İçerisinde bizim ailemizden insanlar da var. Aynı ihtiyaca istinaden İzmir’de Kestanepazarı Derneği kurulmuş. Orada da İzmir esnafı, sanayicisi, tüccarı bir imam-hatip okulu açalım derdine düşmüş. Hâkeza Konya’da Hacıveyiszade öncülüğündeki hayırseverlerin ya da Adana’da Hayırlı İşler Derneği “dindar nesil” gayesiyle kurulmuş müesseselerdir ve hepsi aslında İlim Yayma’nın bir benzeridir.

Sonrasında bu dernekler 50’li yılların ortalarında bu sefer İslam Enstitüsü açma çabasına girişiyorlar. İlim Yayma Derneği kurucularının hatıralarında bunlar var. Tamamen hasbî niyetler söz konusu, herhangi bir maddi çıkar için bir araya gelinmiş değil. Bunu bir insanî ve İslamî vazife olarak görüyorlar. Bakıldığında bu insanların çoğu varlıklı ve aynı zamanda hayırsever insanlar. En önemli hususiyetleri sadakalarını ve zekâtlarını hassasiyetle hak sahiplerine ulaştırmaya çalışmak. Bunu zaten yapıyorlar. Ama zaman içerisinde bu hayrı doğru adrese ulaştırmak için müesseseleşiyorlar. Yaptıkları, zengin insanlar olarak insani ve İslami vazifeleri yerine getirmekten ibarettir. Mesela amcam Musa Efendi. Kendi başına bir vakıftı zaten. Fukara için ayrı fonu, yayıncılık için ayrı fonu, dul ve yetimler için ayrı fonu, hastalar için ayrı fonu, yurtdışı eğitim faaliyetleri için ayrı fonu, yeni evlenecekler için ayrı fonu bulunur ve bunları düzenli ihtiyaç sahiplerine ulaştırmaya gayret ederdi.

Dedeniz Ahmet Hamdi Bey de esas memleketiniz Kadınhanı’nın su yolunu ihya etmiş. Yine Osmanlı bakiyesi birçok hoca efendiyi koruyup kollamış. Aslında hayırseverliğin bir aile geleneğiniz olduğunu söyleyebilir miyiz?

Ahmed Hamdi Topbaş: Biz dedemizden, amcamızdan, babamızdan bunu gördük. Doğrusu evladımın, torunumun da bu şekilde devam etmesini arzu ederim. İnfak ehli olmak varlıklı için farzdır zaten. Dünyanın her yerinde de varlıklılar ellerindekini paylaşır ve etraflarına yardım ederler.

Dünyadaki ve bizdeki varlıklı ailelerin kendi isimleri ile kurduğu aile vakıfları da benzer örnekler, değil mi?

Ahmed Hamdi Topbaş: Gayet tabii. Bizim vakfımız da büyük oranda belli ailelerin zekât ve bağışları ile yürümektedir. Ama hizmetler genişledikçe, vakfımıza katkıda bulunanlar da artmaya başladı. Hüdâyî gönüllüsü insanlar çıktılar, imkânları sınırlı da olsa vakfımıza teveccühte bulundular.

Aziz Mahmûd Hüdâyî Vakfı 1985’te kuruldu. Benzerleri varken niye böyle bir vakıf kurma ihtiyacı duyuldu?

Ahmed Hamdi Topbaş: Vakfımızın kuruluş gayesi Hüdâyî Hazretlerinin vakfiyesine uygun olarak öncelikle ihtiyaç sahibi insanlara destek olmaktır. İlk başlanan iş sıcak yemek ve erzak dağıtmaktı. Daha evvel bu işleri yapan müesseselere destek oluyorduk. Hüdâyî Vakfı kurulunca, aile olarak buraya destek olmaya başladık.

Diğer taraftan memleketin her alanda yetişmiş insana ihtiyaç söz konusu. Bu alanda da memleket evladının yetişmesine yardımcı olalım niyetiyle öncelikle yardımcı olduğumuz muhtaçların çocuklarından başlayarak kurslar, yurtlar ve araştırma merkezleri gibi eğitim müesseselerine yöneldik.

Belki daha da önemlisi insanımızın ebedî hayatını kurtarmasına yönelik hizmetlerdi. Zaten gelenek olarak daha güzel Müslüman olma adına bir gayretin içinde olan tabii bir çevremiz, gönül dostlarımız vardı. İşte bütün bunlar bir araya geldi ve vakıf adı altında bir müessese oluşmuş oldu.

Bu hizmetleri yapan başka vakıflar ve dernekler de elbette vardı. Fakat her işi bir vakıf ya da dernekten beklemek doğru olmazdı. Herkes elinden geldiği kadar yakın ya da uzak çevresine yardımcı olmaya çalışacaktı. Bu duygu ve düşüncelerle bir araya gelmiş insanlar olarak böyle bir hayır kapısına vesile olalım istedik.

Faaliyetlere yönelik gelirler nereden temin ediliyor?

Ahmed Hamdi Topbaş: Kısm-ı âzamı yakın çevremizdeki varlıklı Müslümanların zekât ve bağışlarından karşılanıyor. Bir de bazen sadakayı cariye olarak kurs ya da yurt yaptırmak isteyenler oluyor. Tabii olarak Hüdayi Hazretlerini seven ve ziyaret eden çok olduğu için farklı kesimlerden bağış ve kurbanlar da gelmektedir. Hâsılı, ana kaynağımız zekâttır, infaklardır.

Zekâtın en uygun yere ulaştırılması noktasında nasıl bir hassasiyet gözetiyorsunuz?

Ahmed Hamdi Topbaş: Bu mevzuda elimizden gelen hassasiyeti göstermeye gayret ediyoruz. Arkadaşlarımızı da bu noktada teşvik ediyoruz. Giderleri en doğru yerlere ulaştırmak için ki bu eğitim olabilir, insani yardım olabilir, çevremizi yönlendiriyor, gerekli tahkikatları yapmaya çalışıyor ve denetliyoruz. Başkalarının hayrı ile kendimizi tehlikeye atmayalım diyerek Müslümanların hayırlarını yerine ulaştırma noktasında çok daha hassas olmaya gayret ediyoruz.

Hayır işlerini teşkilatlanarak daha verimli yapalım diye yola çıkanlar zamanla işin nasıl yapılacağını organize etmekten, işin kendisine yoğunlaşamaz hale geliyorlar. İnsan çalıştırmak, bütçe yapmak ve kaynak kullanmak dikkat istiyor. “Sû-i misal, misal olmaz” derler ama bu konuda mevcut kötü örneklerin çokluğu insanları hayırdan soğutuyor, ister istemez hayır işleri yapan Hüdâyî gibi diğer vakıf ve derneklerin de itham edilmesi sonucunu doğuruyor. Bu konulara itina ediyor musunuz, diğerlerinden bizim farkımız şudur diyebileceğiniz bir hususiyetiniz var mı?

Ahmed Hamdi Topbaş: “Diğerlerinden şu farkımız var” diye kendimizi farklı göstermekten ziyade biz yaptığımız işi düzgün yapma gayretindeyiz. Yönetim kurulumuz başta olmak üzere hep arkadaşlarımızla şu soruyu sürekli gündemimizde tutarız: “Biz ekseriyetle ümmetin zekât ve hayratını harcıyoruz; bunu düzgün yapabiliyor muyuz?” Biz, bunun peşindeyiz. Arkadaşlarımıza hep bunun uyarısını yapıyoruz. Bunun hem hukuki boyutu var, hem de dini boyutu var. Dini boyut daha da mühim. Yönetim kurulundaki arkadaşlarımıza sık sık “siz bu toplanan zekâttan dolayı vebaldesiniz; hepiniz, hepimiz mesulüz; kuruşun yerine ulaşmasını temin etmemiz icap ediyor” diyoruz. Biz burada niye gayret ediyoruz? Ahiret sermayesi için… Ahirete bir şeyler hazırlayalım derken içeri girmeyelim. Müflis tüccar misali para kazanayım derken sermayeyi de kaybetmeyelim.

Umumiyetle para bulup da iş yapalım demiyoruz, ihtiyaç ortaya çıkıyor ve biz buna cevap vermek için kaynak bulmaya gayret ediyoruz.

Elbette bu çalışmalar insanla oluyor. Büyüdükçe de işlerin belli bir organizasyon ihtiyacı ortaya çıkıyor. Gönüllülük ruhunu öldürmeden, çalışanın da hakkını vermeye gayret ediyoruz.

Bu tür müesseseler zamanla büyümenin getirdiği bir takım sıkıntılarla da yüz yüze geliyorlar, böyle bir süreç Hüdâyî’de de yaşandı mı?

Ahmed Hamdi Topbaş: Elbette büyümek ve bu şekilde daha çok insana hizmet etmek isteriz. Ama daha çok insana ulaşacağız derken prensiplerimizden de taviz verecek değiliz. Allah bereket verir, azdan çok olur, biz ona talibiz. Tabii, para olan yerde insanlar rahat durmuyor. Para insanı hoplatıyor. İlla 100 liralık iş yapmak mecburiyetinde değiliz, ben 50 lira bulabiliyorsam, o 50 lirayı yerine düzgün ulaştırmakla mükellefim.

Biz ticaretten, sanayicilikten geldik. İplik, kumaş, pamuk alırsın; adam 1000 metre diye satar, 950 metre gelir, 1 ton diye satar ipliği, 980 kilo gelir. Bugün de fukaraya dağıtmak için erzak alıyoruz. Aynı hassasiyeti arıyoruz. Arkadaşlara söylüyorum, aldığınız erzakı kontrol edin, pirinç kurtlu pirinç mi? Makarna, bozuk makarna mı? Öbürü küflü peynir mi? Bunlara dikkat etmemiz lazım. Fakir fukaraya dağıtıyoruz. Onlar da, nasıl olsa bedava geldi diye ses etmiyor. Bunları bizim kontrol etmemiz lazım. Hatta şu merkez yemekhanemizde yenilen yemeğin malzemesini aynı tedarikçiden temin edin ki biz de kaliteye bizzat şahit olalım, diyoruz. Biz fabrikada da aynı şeyi yaparız. Bin kişi ne yiyorsa, biz de onu yeriz.

Bu aslında vakfın sorumluluğu, bunu takip etmek, o kontrolü yapmak bir mekanizma gerektiriyor. Vakıfçılık biraz da bu demektir, değil mi?

Ahmed Hamdi Topbaş: Tabii, bu işler netameli işler. Yine fiyat alırken üç-beş yerden teklif almalı ve en uygun olanı tercih ediyoruz.

Reklam işine nasıl bakıyorsunuz? İnsanları hayra teşvik etmek midir vakıf reklamı? Şimdi teknoloji marifetiyle ya da bir SMS’le insanlar küçük miktarlarla yardım edebiliyor, bu da büyük meblağlara dönüşebiliyor. Bu tür mikro finans yöntemlerine nasıl bakıyorsunuz?

Ahmed Hamdi Topbaş: Mesela Üsküdar’da bir külliye inşaatımız var. Bunu görselleriyle ilan ediyoruz. Sizin de bir tuğlanız bulunsun, sadakayı cariyeniz olsun diyoruz. Ama rakam vererek talepte bulunmanın çok uygun olmadığını düşünüyorum. Yapılan hizmetlere herkes istediği ölçüde katkıda bulunabilir. Kimsenin hayrına mani olmayız. Bu işi sadece biz yaparız da demeyiz.

Bir erzak kutusu için belirli bir nakit talep edilmesi niye kötü olsun? Bu insanlara ‘bak, böyle bir yardım yapabilirsin, bu şekilde bir aileyi sevindirebilirsin’ anlamında teşvik değil midir?

Ahmed Hamdi Topbaş: Esasında onu bile sevmiyorum ben. “Biz erzak dağıtıyoruz, katkıda bulunun” diyebiliriz. Biz olmayanların ya da yapılmayanların olmuş ya da yapılmış gösterilmesine karşıyız. Reklam demeyelim ona, biz bilgilendirme yapıyoruz. Bu da iki türlü oluyor. Mevcut yaptığımız hayırlarımızı kamuoyuna sunarak, onlara bunlara iştirak etmeleri anlamında fırsat sunuyoruz. İkincisi de hayırlarının nerelere sarf olunduğunu bilmeleri için kendi müteberrilerimizi bilgilendiriyoruz. Reklam değil, bilgilendirmedir bu. Tabii bu işi yapan çok müessese var. Arkadaşlarımız da onlara bakıp, biz de böyle yapalım diyebiliyorlar. Ben bu noktada hep bizim sadece bir yardım kuruluşu olmadığımızı söylüyorum. Biz aynı zamanda bir manevi yolun yolcusuyuz. Bizim kendimize ait bir duruşumuz ve tavrımız olmalı. Bizi bir manevi ocağın ya da irfânî geleneğin terbiyesi ile birlikte düşünmek lazım.

Nedir o irfânî gelenek? Hüdâyî Vakfı’nın irtibatlı olduğu manevi ocaktan bahsedebilir misiniz?

Ahmed Hamdi Topbaş: İrfânî gelenek, Asr-ı Saâdet’ten bu yana gelen manevi eğitim ve terbiye yoludur. Bu terbiye daha çok Anadolu irfanı olarak bilinir. Maneviyatta esas gaye terbiyedir; yediden yetmişe insanların nefs tezkiyesi ve kalp tasfiyesinden geçmesidir. Cenabı Hak birçok yerde namaz, oruç, hac demiş, bunun yanında infak ve zekât da istemiş. Bizim yolumuzun yolcuları da bu noktada hizmet etmek durumundalar. Allah “iyilik ve takvada yardımlaşın” buyuruyor. Bizim de manevi yolumuz gereği hem eğitim, hem de infak çalışmalarımız var. Bazı vakıf ve dernekler sadece insanlara yardım yapmak için kurulmuştur, bazısı da insanları eğitmek için kurulmuştur. Hüdâyî bu noktada bizden ayette istenen infak ve eğitimin ikisini birlikte yerine getirmek için kurulmuş bir müessesedir. Bana şu kadar erzak dağıttık, şöyle yardım yaptık demek gîran geliyor. Bu yaptığımız işi zayi etmektir. Belki bir ucu, Allah muhafaza buyursun, şirke kadar gidebilir. “Şunu yaptık, bunu dağıttık, bunu başardık?” Sen neyi, kimin nimeti ile kimin için yapıyorsun ki?

Vakfın, bir irfâni geleneğin mürebbisi olarak Osman Nûrî Topbaş hocamızla nasıl bir ilişkisi var?

Ahmed Hamdi Topbaş: Osman Nûrî Topbaş hocamız kurucumuzdur. Bizim önümüze düşen insandır. Zannederim 1984 idi; ikimiz de Unkapanı’nda Manifaturacılar Çarşısı’nda ticaret yapıyorduk. Öğle ve ikindi namazlara camiye giderdik. Bir keresinde ikindiye giderken, “Ahmed Bey, bir vakıf kuracağız, seni de kurucu olarak yazdırıyorum” dedi, biz de “tamam efendim” dedik. Hocamız, önümüze düşen, bize bu hizmet yolunu gösteren şahıstır.

Mevcut durumda nasıl bir ilişki var peki?

Ahmed Hamdi Topbaş: Şeref başkanımızdır.

Muhterem Hocamızın gönül dostları “Hocamız vakfın faaliyetlerden haberdardır, yapılan işlere rızası vardır, istemediği iş olmaz” diyebilirler mi?

Ahmed Hamdi Topbaş: Fiilen öyledir. Vakfımızın bir yönetim kurulu vardır. Her kararımızı hocamızla da paylaşır ve O’na arz ederiz. Hocamız, vakıfta her ne kadar resmi bir görevi olmasa da fiilen hep işin içinde olmuştur. Zaten teberruların büyük bir kısmı da hocamızın yönlendirmesi ile gelmektedir. Kendisi erzak ve fukara hizmeti başta olmak üzere, Türkî cumhuriyetler, Balkanlar ve Afrika’ya yönelik hizmetlere bizi yönlendiren, yine eğitimci sıfatı ile kurumlarımızla maddi-manevi yakından ilgilenip sohbet yapan, kitaplarıyla eğitim faaliyetlerimize öncü olan bir insandır.

Bazen “Hüdâyî Vakfı, Osman Efendi demek değil” diyenler oluyor. Esasında tam olarak öyle değil, işlerimiz ve faaliyetlerimiz tamamen O’nun uhdesinde yürüyor. Bu manada hocamızla vakıf, etle tırnak gibidir. Hatta Anadolu’da Osman Efendi’nin gönül dostu insanların kurduğu müesseseler de öyledir. Hepsi buraya bakıyor. Vakfın yönetim kurulunda bulunan arkadaşlarımız hocamızın ilk istişare halkasındadırlar ve O’na gönül bağı ile bağlıdırlar, dolayısıyla Hüdâyî’de O’nun arzu etmediği ya da istemediği bir iş olmaz, yapılmaz. Bu manada Osman Efendi ile vakfı birbirinden ayırmak mümkün değildir. Tabii vakfın kendine ait hukuki bir şahsiyeti var, Osman Efendi de bu yapının şeref başkanıdır. Biz gönül dünyası ayrıdır, vakıf işidir ayrıdır, diyemeyiz. Bu yüzden de daha hassas davranmalıyız. Emsallerimiz gibi olamaz, reklam yapamayız. Hüdâyî Vakfı bu noktada numûnedir.

Hem bir infak müessesesi hem de bir gönül mektebi olarak Hüdâyî Vakfı’nın siyasete bakışı nasıldır? “Hiç siyasetle işimiz olmaz” der mi?

Ahmed Hamdi Topbaş: Bunu nasıl der? Bu memlekette yaşıyorsan ve bir davan da varsa, sana en yakın yerde olmak mecburiyetindesin. Ama particilikle işimiz olmaz. Türkiye siyasetini okumaksa ayrı bir iştir, partili olmak ayrı bir iştir.

Hüdâyî’nin bir siyaseti var yani?

Ahmed Hamdi Topbaş: Elbette. Biz siyasetten hem memleket meselelerini, hem de Müslümanların meselelerini en doğru şekilde çözüme kavuşturmayı anlıyoruz. Bu, herkesin siyasetle ilgisi ne kadarsa bizim de o kadar ilgimiz olduğunu gösterir. Kim Müslümanların ve memleketin maslahatını daha çok gözetiyorsa ve umum olarak nereye büyük bir yöneliş olmuşsa biz onu destekleriz. Büyüklerimizin de tavrı buydu.

Kimileri bunu da eleştiriyor, irticaya destek verdiniz diyorlar.

Ahmed Hamdi Topbaş: Olabilir, benim düşüncem irtica (!) ise irticaya destek veririm tabii ki… Dindarlığı irtica zannediyorlar. (Gülüyor)

Mürteci misiniz?

Ahmed Hamdi Topbaş: Mürteciyiz tabii. (Gülüyor) Yesevi, Mevlana, Yunus Emre ve Hüdayi Hazretleri ne kadar mürteciyse biz de o kadar mürteciyiz. Ama esas mürteciler bize mürteci diyen dinsizlerdir. Biz İslam’ı istiyoruz, onlar cahiliyeyi istiyorlar.

Yalnız siyasete destek oy verme ile sınırlı kalmıyor. Zaman zaman siyasiler vakfa ziyarete geliyorlar. Bunlar basına da yansıyor.

Ahmed Hamdi Topbaş: Evvelden böyle değildi, çünkü siyasete girenler belli insanlardı. Mütedeyyin arkadaşlarımız siyasete girince bizim ilişkimiz öne çıkmaya başladı. Gelene gelmeyin denilir mi? Bu ocaklar “Ne olursan ol yine gel” diyen kapısı âleme açık gönül yuvalarıdır. Gelenin niyetini sorgulamak bize düşmez.

Buraya gelenler icazet almaya mı geliyorlar? Diyelim gönül olarak buraya eğilimli birisi “siyasete gireyim mi, girmeyeyim mi” diye gelmiyor mu?

Ahmed Hamdi Topbaş: Giren bizim namımıza girmiyor, kendi adına giriyor. Kimseye “sen gir, bizim adamımız ol” demiyoruz. Aslında üç şekilde gelen var. Bir tanesi istişare maksatlı geliyor. “Ben böyle bir işe gireceğim, ne dersiniz” diye samimiyetle soruyor. Bu insanlara liyakatliyse, “girin ama bizi karıştırmayın” denir. İkincisi zaten kararını vermiş, girecek, dua istemeye geliyor. Üçüncüsü güç almak için gelen de oluyor. Biz bu noktada kimse için kendimizi bir destek ünitesi gibi görmeyiz. Nihâî manada hayır hizmetleri yapan bir müesseseyiz. Bunu belirli bir partiye ya da siyasal harekete izafe etmek doğru da olmaz. Hayır, hasenat yapmak isteyen herkesle birlikte hizmet edilebilir. Bizim camiamız içinde de farklı partilere oy verenler vardır. İyi, güzel ve doğru işler varsa orada bütünleşme olur.

Ülkemizde son dönemde bir kutuplaşma oldu. Bu vakfı ya da tek tek kurumları da aşan bir şey. Vakfın bu noktada geliştirdiği hassasiyetler var mı?

Ahmed Hamdi Topbaş: Vakıf 1985’te kuruldu, 2002’de kurulmadı ki! Ayrıca benim rahmetli kuzenim bir dönem bir partinin il başkanlığını yaptı. Biz dindarlara kim yakınsa ve ülkeye kim daha çok hizmet yapabilecekse onun yanında olduk. Tabii partilerin bize bakışı da önemli. Bizi hep karşısında görenle ben ne kadar yürüyebilirim? Biz Müslümanız ve İslam’ı en güzel şekilde yaşamak istiyoruz. Bu gayemizi gerçekleştirme hususunda kim yardımcı olacaksa elbette onlara sıcak bakar ve onlarla sempatik ilişkiler geliştiririz. Herkesle; hayırlı olan, millet ve memleketin maslahatına olan her hususta çalışabiliriz. Burada önemli olan muhatabımızın bize bakışının sıhhatli olmasıdır.

Bir sivil toplum kuruluşu devletle niye iş yapma ihtiyacı hissetsin? Üç birimlik iş yapabiliyorsa orada kalması gerekmez mi, daha fazla iş yapacağım diye niye bir çabaya girişsin?

Ahmed Hamdi Topbaş: Bu itiraz son dönemde ortaya atılmış bir algı operasyonuna dayanıyor. Devletle iş yapmak niye suç olsun ki? 15 Temmuz’dan sonra belediyeler, “talebeler dışarıda kalmasın, biz size bina tutalım, siz bunu işletin” dedi, biz de kabul ettik ve girdik. Diğer taraftan Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı yurtdışından on binlerce öğrenci getiriyor, yurtlara yerleştiriyor, parasını veriyor ve okutuyor. Bu çocuklar sonra memleketlerine dönüyorlar. Kimisi Türkiye lehinde, kimisi aleyhinde bir tavra sahip oluyor. “Biz bu çocuklara sahip çıkalım” dedik. Kültürümüze, Anadolu irfanına uygun yetiştirelim, bunlar bizim insanımız olsun, ümmete yararlı insanlar olarak yetişsinler, memleketlerine döndüklerinde hem Müslüman kardeşliğinin güzelliklerini taşısınlar, hem de güzel ülkemizin tanıtımını yapsınlar, gönüllü elçileri olsunlar diye düşündük. Bu da hepsi için değil tabii, sonuçta kapasitemiz belli, 200 talebeden bahsediyoruz ki bizim kendi getirdiklerimizin ancak dörtte birine tekabül ediyor.

Devlet yurtdışından öğrenci getiriyorsa niye bir de Hüdâyî getirsin ki? Niye bunu yapma ihtiyacı hissediyorsunuz?

Ahmed Hamdi Topbaş: Öğrenci getirdiğimiz coğrafya, bizim gönül bağımızın olduğu bir coğrafyadır. Bizim burada eğitim kurumlarımız var. Buradaki öğrencilerin çoğu oralardan gelen öğrenciler. Bu coğrafyaya Türkiye modelinin taşınmasının gerekli olduğuna inanıyoruz. O coğrafyalara bizim gönlü öne alan anlayışımız gitmezse sert ve radikal anlayışlar yerleşiyor. Oradaki Müslümanlar da bizim desteğimizi istiyorlar. Biz de karınca kararınca elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz.

Bunu birileri daha önce yapmadı mı? Biz Türkiye’nin reklamını yapıyoruz diyorlardı. Onlara kıyasla Hüdâyî nerede duruyor?

Ahmed Hamdi Topbaş: Onların gizli ajandaları varmış. Bunu zamanla öğrenmiş olduk. Biz gayet şeffaf ve açık bir şekilde temas kuruyor, hem resmi mercilerimizin hem de gidilen ülkelerin yetkilileriyle istişare ederek faaliyette bulunuyoruz. Devlet sonuçta her yere yetişemez. Biz devletimize bu hayır işlerinde yardımcı olmaktan, dolayısıyla devletimizle birlikte iş yapmaktan onur duyarız.

Devlet özellikle 15 Temmuz’dan sonra neredeyse sivil toplumun yapması gereken bütün faaliyetleri kendisi üstlendi ve tabir yerindeyse en büyük STK haline geldi. Vakıf burada nerede duruyor, güvenilir bir ortak mıdır, yoksa devletin yetişemediği yere yetişen bir yardımcı mı?

Ahmed Hamdi Topbaş: Devletimiz ve milletimiz 15 Temmuz ile kimin nerede konumlandırılması gerektiğine dair bilançosu ağır bir bedel ödedi. Devletimiz ve milletimiz dostunu düşmanını doğru tespit etmeli ki bu bedeller tekrar ödenmesin. Biz zaten devletin ilgili kurumları tarafından sürekli denetleniyoruz. Bir de şu var: Dünyanın her tarafında STK’lar, devletlerinin uç beyleridir. Buna şimdi yumuşak güç diyorlar. STK bir devlet için düşman değildir, aksine en büyük destektir. Birilerinin yanlış olması, diğerleri için emsal teşkil etmez. Yeter ki attığımız adımların doğru olduğuna inanalım, şeffaf olalım, devletimizle birlikte hareket edelim. Bunun bir yük paylaşımı olacağına ve devletimizi daha da büyüteceğine inanıyoruz.

Vakfın son dönemde kamu kaynağı kullandığına ilişkin iddialara ne diyeceksiniz?

Ahmed Hamdi Topbaş: Bu iddialar muhafazakâr bir iktidarın kendine yakın gördüğü vakıf ve dernekleri destekleyeceğine dair kanaatten çıkıyor. Geçen sene bu iddialar çıkınca arkadaşlara talimat verdim ve aldığımız destekleri tek tek çıkarttırdım. Hep beraber şunu gördük ki vakfımızın genel bütçesi içinde bu tür kamu desteklerinin oranı yıllık bazda hiçbir zaman %3’ü geçmemiştir. Eğer bundan dolayı suçlanıyorsak bunun siyasi bir suçlama olduğu açıktır. Kaldı ki devletten teşvik almamak diye bir şey söz konusu olabilir mi? Devlet, sanayiciye “filanca yerde fabrika kur, senden beş sene vergi almayayım” diyorsa, o sanayicinin bunu almam demesi ne kadar mantıklıdır? Hayır işlerinde de proje desteği verebileceğini ifade ediyorsa vakıflar ve dernekler böylesine bir yardımlaşmadan neden müstağni durmaları gereksin ki?

Sonuçta ekonomik ve sosyal kalkınmaya katkıda bulunuyor.

Ahmed Hamdi Topbaş: Sonra kalkınma sadece ekonomik değil ki! STK da kalkınmaya katkıda bulunuyor. “Ben devletin verdiğini almam” şeklinde bir saçmalık olur mu?

Vakıf ticaret yapıyor mu peki?

Ahmed Hamdi Topbaş: Hayır. Ticaret de yapmıyoruz, ticari ortaklıklarımız da bulunmuyor. Vakıf personelimizin de aynı şekilde, ne yurtiçinde ne de yurtdışında herhangi bir ticari faaliyeti bulunmuyor. Ama bizim müteberrilerimizin çoğunluğu sanayici ve tüccardır. Bizim zaten hiçbir faaliyetimizde particilik ve ticaret olmaması gerektiğine dair kuruluşumuzdan bu yana muhafaza ettiğimiz temel bir prensibimiz vardır. Bunu ihlal ettikleri için görevine son verdiğimiz personelimiz bile olmuştur.

Hüdâyî Vakfı’na son dönemde belli mihraklardan yapılan ithamlara ilişkin ne söylemek istersiniz?

Ahmed Hamdi Topbaş: Herkesi memnun edemeyiz. Biz sadece Allah’ın rızasına talibiz. İddiaların çoğu ya bilgisizlikten, ya da kötü niyetten kaynaklanıyor. Vakıf olarak kamu yararı statümüz var. Ayrıca Birleşmiş Milletler ECOSOC üyesiyiz. Bu birçok yönden denetime tabi olduğumuzu gösterir. Abdestimizden emin olduğumuz müddetçe gerisi mühim değil. Hakkımızdaki ithamlara zaman zaman gerekli cevapları versek ve hukuki haklarımızı arasak da her söylenene cevap vermeyi gerekli görmüyoruz. Biz her şeyiyle; mekân, imkân ve fikren bu topraklara aitiz, yerliyiz.

Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederiz.

Kaynak: Altınoluk Dergisi, Mayıs 2020, Sayı 411

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Sa •Allah’ın varlığına ve birliğine inanan, O’nun her ân bütün âlemi ve insanı murâkabe ettiğini bilen ve hayatını buna göre tanzim eden; mü’minler topluluğunun kurduğu bir vakıf olduğu anlaşılıyor Hüdâî Vakfı’nın... Allah cc. bu niyetle hizmet ve kulluk etme gayretinde olan herkesten râzı olsun..
    • Ümmet-i Muhammed’in (sav) en çok zulüm gördüğü ve haksızlığa uğradığı bu dönemde, Peygamberimizin övgüyle yâd ettiği ve “Bugün olsa bende dâhil olurdum” dediği, HILF-ÜL FUDÜL cemiyeti gibi bir Vakıf ve mü’minler topluluğunun olması, ülkemiz ve insanlık adına Allah’ın bir lûtf u keremidir..
    •Niyetimiz, gönlümüz ve bedenimizle, muhterem Osman Hoca’mızın ve siz değerli kardeşlerimizin yanındayız.
    • Mü’min olma ve şehâdeten emâneti Allah’a teslîm etme azmi ile, yolumuz ve bahtımız açık olsun.
    • Allah yâr ve yardımcımız olsun.

    Öncelikle Allah sizden bin kere razı olsun bugüne kadar sadaka kurban ne verdiysem hepsini rahatlıkla verdim vakıf her yönden güvenilir herkes güler yüzlü ve şefkatli kurbanı kesen insandan osman efendiye kadar güler yüz ve şefkat eksilmiyor elhamdulillah bizi bu vakıflarla fahrettin tivnikli tanıştırdı rahmetli rabbim ondanda bin kere Allah razı olsun hayırlı ramazanlar.....

    Allah razı olsun hocam. Mesafeli bakan insanlarin aklındaki şüpheleri gidermiş oldunuz. Art niyetlilere zaten yapacak birsey yok. Rabbim gayretlerinizi artırsın.

    Gerçekten şahsen çok yaralandım. Çok önemli noktalara temes edilmiş. Zamanında yapılmış bir söyleşi. RABBİM işlerinizi kolay kılsın.

    • Çok teşekkür ediyorum bu aydınlatıcı söyleşi için. Vakfa maddi-manevi emeği geçen ve destek veren her bir Büyüğümüz, kardeşimizden Mevlamız razı olsun. Allah lütfeylesin biz de destek verelim inşallah

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.