Hişam İbni Hakim (ra) Kimdir?

Hişam ibni Hakim radıyallahu anh "emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i anil münker" konusunda titiz davranan bir sahabi!..

İslâm’ı tebliğde kimseden çekinmeyen, duyduğu, öğrendiği konularda taviz vermeyen bir tebliğ eri!.. Allah ve Rasûlünün öğrettiği İslâmî güzellikleri, yaymak için çırpınan, cesur, kahraman bir yiğit!.. Hazreti Hatice radıyallahu anha annemizin kardeşi, meşhur sahâbî Hakîm İbni Hizâm radıyallahu anh’ın torunu!..

O, Mekke’nin fethedildiği gün Kureyş’in ileri gelenlerinden olan babası, kardeşleri Abdullah ve Halid ile birlikte Müslüman oldu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin dâr-ı beka’ya irtihalinden evvel Medine-i Münevvere’ye gitti. Hazret-i Ebu Bekir radıyallahu anh’ın hilafet dönemine kadar orada yaşadı.

Hişâm İbni Hakîm radıyallahu anh, fiziki olarak güçlü, heybetli bir yapıya sahip olup biraz da sert mizaçlı idi. Fakat o, çevresinde olup bitenlere karşı son derece duyarlı, dikkatli ve yöneticilere hakkı tebliğ konusunda çok gayretli bir sahâbî idi. Bu vasıf, bütün sahâbe-i kirâm için geçerlidir. Onlar, Allah ve Rasulünün emir ve nehiylerinin duyurulmasında son derece dikkatli ve titiz davranırlardı. Kendilerine ulaşan bir Peygamber beyânına uymakta tereddüt etmezler, onu önce kendi hayatlarında yaşamaya çalışırlardı.

TAVİZSİZ BİR İMAN ERİ

Hişâm İbni Hakîm radıyallahu anh istikamet sahibi, tavizsiz bir iman eriydi. Hazreti Ömer radıyallahu anh onun hakkında şöyle hüsn-i şehadette bulunurdu: “Ben ve Hişam hayatta olduğumuz sürece bu olmaz, bu hareket yapılamaz” derdi. (Siyeru a‘lami’n-nübelâ, III, 51-52)

Hazreti Ömer radıyallahu anh hoşlanmadığı bir iş veya durum kendisine ulaştığı zaman veya dinen uygun olmayan bir işi gördüğünde bu sözü sık sık tekrar ederdi.

Hişâm İbni Hakîm radıyallahu anh Hazreti Ömer radıyallahu anh zamanında Suriye ve Filistin fetihlerinde Humus valisi Iyaz ibni Ganem radıyallahu anh’ın maıyyetinde bulundu.

EMR-İ Bİ'L MA'RUF VE NEHY-İ ANİL MÜNKER

O, hayatının bu döneminde emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i anil münker yapmak üzere seyahatlere çıktı. İnsanları iyiliğe teşvik edip kötülükten sakındırmak için gayret etti. İslam’a ve akla aykırı gördüğü bir şeyi tenkit etmekten hiç çekinmedi. (İstîâb, IV, 1538-1539. Üsdü’l-ğâbe, V, 372)

Nitekim o, bir seferinde Iyaz ibni Ganem radıyallahu anh’ın cizye ödemeyen Humus’lu bazı gayr-i müslimleri kızgın güneş altında bekleterek cezalandırdığını gördü. Buna hemen müdahale etti ve kendisinin rivayet ettiği şu hadis-i şerifi onlara tebliğ etti. Hadis Müslim’de şöyle geçmektedir:

“-Hişâm İbni Hakîm İbni Hizâm radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre kendisi, Şam’da, başlarına zeytinyağı döküldükten sonra güneş altında beklemeye mahkum edilmiş çiftçilere rastladı.

- Bu ne haldir? diye sordu.

- Arazi vergisi (haraç) yüzünden bir rivâyette ise baş vergisi (cizye) yüzünden cezalandırılıyorlar, denildi.

Bunun üzerine Hişâm radıyallahu anh:

- Andolsun ki ben, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in:

“İnsanlara haksız yere dünyada azâb edenlere Allah, mutlaka azâb eder” buyurduğunu işittim dedi.

Emîr’in huzuruna çıkıp durumu ona arzetti. Emîr de çiftçilerin serbest bırakılmalarını emretti. (Müslim, Birr 117- 119. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İmâre 32)

HZ. ÖMER'İ SİNİRLENDİREN HADİSE

Hişâm İbni Hakîm radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz’den öğrendiği, duyduğu bir şeyi hemen hayatına nakşederdi. Birgün o, Mescid-i Nebi’de namaz kıldırdı. Furkan suresini farklı vecihlerle okudu.

Hazreti Ömer radıyallahu anh bu okuyuşu ilk duyduğu için namazdan sonra hemen müdahale etti ve Hişam radıyallahu anh’ın kolundan tutup Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin huzuruna götürdü. Bu hadisenin anlatıldığı hadis-i şerif, Buhari, Müslim ve Ebu Davud da şöyle nakledilmektedir:

“-Ömer İbnu’l-Hattâb radıyallahu anh anlatıyor:

“-Hişâm İbni Hakim İbni Hizâm radıyallahu anh’ı, Furkân sûresini farklı şekillerde okurken dinledim.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana bu şekillerden hiçbiriyle okumamıştı. Namazın içinde adamın üzerine atılacak oldum. Kendimi zorla zabtedip namazı bitirmesini bekledim. Selâmı verir vermez ridasından tutup kendime doğru çektim ve:

“-Sana bu sûreyi (böyle okumayı) kim öğretti?” diye sordum. Hişâm: “Onu bana Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem öğretti!” demez mi! (Tepem attı):

“- Yalan söylüyorsun, onu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana da öğretti, ama senin okuduğuna hiç benzemiyor!” dedim.

Hişâm’ı alıp doğru Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e götürdüm ve:

“- Ey Allah’ın Rasûlü! Hişam, Furkan sûresini bana hiç okumadığın çok farklı şekillerde okuyor!” dedim.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sükûnetle:

“- Hele yakasını sal!” diye emretti ve ona dönerek:

“- Ey Hişâm oku bakalım!” dedi.

Hişâm, kendisinden işittiğim şekilde, sûreyi yeniden okudu.

 Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana yönelerek:

“- Evet, sûre bu şekilde indirildi!” buyurdu.

Sonra bana: “- Ey Ömer’Sen de oku!” dedi.

Aynı sûreyi ben de, bana öğretmiş olduğu şekilde okudum.

Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şu açıklamayı yaptı:

“- Evet sûre bu şekilde (de) nâzil oldu. Biliniz ki, bu Kur’ân yedi harf (şekil) üzere indirilmiştir. Bunlardan hangisi kolayınıza gelirse onunla okuyun” buyurdu. [Buharî, Fedailu’l-Kur’ân 5, 27, Husûmat 4, Tevhid 53; Müslim, Müsâfirin 270, (818); Ebû Davud, Salât 357, (1475); Tirmizî, Kırâ’ât 2, (2944); Nesâî, Salât 37, (2, 150-152); Muvatta, Kur’ân 5, (1, 102)

KUR'ÂN YEDİ HARF ÜZERE İNDİRİLDİ

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, Kur’ân-ı Kerim’in yedi harf üzerine indiğini bu şekilde belirtmiş oldu. Yedi harf’ten maksad nedir? denilirse: “-Yedi harf’ten maksad “yedi vecih”tir. Yani yedi farklı okunuş. Kur’ân-ı Kerim’in yedi vecihten her biriyle okunması caizdir.

Hişâm İbni Hakîm radıyallahu anh’ın vefat tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte m. 636 yılından sonra olduğu anlaşılmaktadır. Bazı kaynaklar kendisini Ecnâdeyn savaşında şehid düşen Hişâm İbni’l-Âs ile karıştırarak Ecnadeyn’de şehid olduğunu yazmışlarsa da doğru değildir.

Allah ondan razı olsun. Rabbimiz cümlemizi şefaatlerine nail eylesin. Amin.

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 332, Ekim 2013

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.