Hilfül Fudul Ne Demek?

Hilfül Fudûl nedir? Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in Câhiliye Devri’nde tasvîp edip katıldıkları tek cemiyet; Hilfül Fudûl topluluğunun kuruluş amacı ve faaliyetleri.

Hılfü’l-Fudûl, bazı Kureyş kabilelerinin, Mekke’de haksızlığa uğrayan insanlara yardım etmek amacıyla kurdukları Hz. Muhammed’in (s.a.v.) de katıldığı cemiyettir.

HİLFÜL FUDÛL NEDİR?

Hılfü’l-Fudûl, ticârî hayatın zarûretleri netîcesinde doğan bir müessesedir.

Ficâr harbinden dönüldükten sonra harâm aylardan biri olan Zilkâde ayında, Zübeyd kabîlesine mensup Yemenli bir adam, satmak üzere Mekke’ye ticâret malı getirmişti. Kureyş ileri gelenlerinden Âs bin Vâil bu malı satın aldı, ancak parasını ödemedi. Adamcağız, Abduddâr, Mahzûm, Cumâh, Sehm ve Adiy bin Kâ’b Oğulları gibi Mekke’nin ileri gelen âilelerinin büyüklerine başvurup kendisine yardım etmelerini istedi. Fakat onlar bu mazlûma yardım edecek yerde, Âs bin Vâil’i kayırarak adamı azarladılar.

Çaresizlik içinde kalan adam, Kureyş ileri gelenlerinin Kâbe etrafında oturdukları bir esnâda, Ebû Kubeys dağına çıkarak; “Ey Fihr Hânedânı!” diye bağıra bağıra şiir okudu. Uğradığı zulmü ve haksızlığı îlân ederek yardım istedi. Yardım için ilk harekete geçen zât, Peygamber Efendimiz’in amcası Zübeyr oldu. Kureyş’in ileri gelenleriyle birlikte, şehrin en zengin, yaşlı ve nüfuzlu kabile reisi olan Abdullâh bin Cüdʻân’ın evinde toplandılar.

Abdullâh onlara yemek ikrâm etti. Daha sonra yemin ettiler. Yeminleşen kabileler şunlardır: Benî Hâşim, Benî Muttalib, Benî Zühre, Benî Teym ve Benî Esed.

Kaynaklarda antlaşmanın muhtevası genel hatlarıyla şöyle ifade edilmektedir:

“Allah’a and olsun ki Mekke şehrinde birine zulüm ve haksızlık yapıldığı zaman hepimiz, o kimse ister iyi ister kötü ister bizden ister yabancı olsun, kendisine hakkı verilinceye kadar tek bir el gibi hareket edeceğiz. Deniz süngeri ıslattığı ve Hira ile Sebîr dağları yerlerinde kaldığı sürece bu yemine aykırı davranmayacağız ve birbirimize malî yardımda bulunacağız” (Süheylî, II, 73)

Hılfü’l-fudûl mensupları ayrıca ahitleşmenin ardından Hacer-i Esved’i yıkadıkları suyu içtiler. Efendimiz (s.a.v) o vakit 20 yaşlarında idi. Hılfü’l-Fudûl Cemiyeti, ilk olarak Âs bin Vâil’den Zübeydli adamın hakkını almakla icraata başladı. Daha sonra da Mekke’de zulme ve haksızlığa uğrayan pek çok kimsenin imdâdına koştu, adâleti ikâme etmek için gayret sarf etti.[1]

HİLFÜL FUDÛL’ÜN KURULUŞ AMACI VE FAALİYETLERİ

İslâm’dan önce ve İslâmî dönemde Hılfü’l-fudûl’ün nasıl çalıştığını gösteren bazı hâdiseler nakledilmektedir:

Sümâle kabilesine mensup bir tâcir Mekke’nin ileri gelenlerinden Übey bin Halef’e mal satmış, fakat parasını alamamıştı. Çaresiz kalan tâcir Hılfü’l-fudûl’e başvurdu. Teşkilât mensupları ona Übeyy’e gidip parasını tekrar istemesini, vermediği takdirde kendilerinin bizzat alacaklarını bildirmesini söylediler. Bunun üzerine Übey parayı hemen ödedi. (İbn Habîb, el-Münemmaķ, s. 54)

Has’am kabilesinden Yemenli bir tâcir kızı ile birlikte hac için Mekke’ye gelmişti. Şehrin güçlü kişilerinden Nübeyh bin Haccâc’ın kızını zorla elinden alması üzerine tâcir, Hılfü’l-fudûl’e gitti. Hılf mensupları hemen Nübeyh’in evini kuşattılar ve kızı alıp babasına teslim ettiler. (İbn Habîb, el-Münemmaķ, s. 55)

Zübeyd kabilesinden bir tâcir mallarını satmak için Mekke’ye geldi. Ebû Cehil diğer tüccarların ondan alışveriş yapmasına mâni oldu ve malına düşük bir fiyat biçti. Kimsenin daha fazla fiyat vermemesi üzerine sıkıntıya düşen tâcirin durumunu öğrenen Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) üç deve yükü malı onun istediği fiyattan satın aldı. Ebû Cehil yanına gelince de Hılfü’l-fudûl’ü hatırlatarak aynı şeyi bir daha yapmaması için kendisini îkâz etti. (Belâzürî, I, 130)

Muâviye’nin hilâfeti sırasında, yeğeni Medine Valisi Velîd bin Utbe ile Hz. Hüseyin (r.a) arasında bir mal hususunda anlaşmazlık çıktı. Hz. Hüseyin’in, kendisine baskı yapmak isteyen Velîd’e hakkının verilmemesi durumunda Hılfü’l-fudûl’e başvuracağını söylemesi üzerine Velîd haksız tutumundan vazgeçti. (İbn Hişâm, I, 134-135)

PEYGAMBERİMİZİN CAHİLİYE DÖNEMİ’NDE KATILDIĞI TEK CEMİYET

Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz’in câhiliye devrinde tasvîp edip katıldıkları tek cemiyet, “Hılfü’l-Fudûl”dür. Çünkü bu bir adâlet cemiyeti idi. Yardımlaşmak, zâlimden mazlumun hakkını almak, zulüm ve haksızlığa mânî olmak için kurulmuştu.

Buna Hılfü’l-Mutayyebîn de denir. Hılfü’l-Mutayyebîn eskiden beri devam eden bir anlaşmadır. Bunu yapan kabileler aynı zaman da Hılfü’l-Fudûl’ü de yaptıkları için bu iki isim birbiri yerine kullanılmıştır. Peygamber Efendimiz (s.a.v), bu cemiyet hakkında nübüvvetten sonra şöyle buyurdular:

“Gençken amcalarımla birlikte, Hılfü’l-Mutayyebîn’de hazır bulun­dum. Kızıl develer (yâni en kıymetli dünyâ metâı) verilse bile o ahdi bozmak istemem!”[2]

Hz. Âişe (r.anhâ) şöyle anlatır:

Bir gün:

“–Ey Al­lah’ın Rasûlü! İbn-i Cüd’ân cahiliye döneminde akrabalık bağlarını gözetir, yoksullara yemek yedirirdi. (Fakat müşrik olarak öldü). Bu yaptıkları âhirette ona bir fayda sağlar mı?” diye sordum. Efendimiz (s.a.v) şöy­le buyurdu:

“–Hayır, bu amellerinin ona bir faydası olmaz. Çünkü o bir gün bile:

«Rab­bim! Hesap günü hatalarımı bağışla!» demedi.”[3]

Adâlet ne zaman ve kim tarafında gösterilirse gösterilsin büyük bir kıymettir, takdire şâyândır. Ahlâkî değerler câhiliye ehlinden bile sâdır olsa onu methetmek, teşvik ve takdir etmek lâzımdır.

Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in yirmi yaşlarında iken ticârî bir vesile ile tesis edilen bu cemiyette yer almaları, O’nun adâleti yücelten faaliyetlere iştirak etmekten daha o zamanlar bile ne kadar şeref duyduklarını göstermektedir. Aynı zamanda yirmili yaşlarda faal bir ticârî hayatın içinde olduklarını ve mevcut hâlin ortaya çıkardığı aksaklıkları giderme husûsunda ne kadar hassas davrandıklarını gösterir.

Müslüman, cemiyet içinde pısırık ve kendi köşesine çekilmiş bir vaziyette olmamalıdır. Aksine faâl ve cevvâl olup hayır işlerine öncülük etmeli, hayır müesseselerinin mütevellîsi arasında bulunmalı ve adâletin tesisine gayret etmelidir.

Dipnotlar:

[1] İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 295-296; İbn-i Sa’d, I, 128-129. [2] Ahmed, I, 190-193, 317. Buhârî, el-Edebü’l-müfred, I, 199/567; Hâkim, II, 239/2870. Krş. İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 295. [3] Müslim, İman, 365; Tirmizî, Tefsir, 15/3121; İbn-i Mâce, Zühd, 33; Ahmed, VI, 101; İbn-i Hibbân, Sahih, 330, 331; Hâkim, II, 405.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Siyer-i Nebi.

İslam ve İhsan

HILFU’L-FUDUL NEDİR, NEDEN KURULMUŞTUR?

Hılfu’l-fudul Nedir, Neden Kurulmuştur?

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN CAHİLİYE DÖNEMİ’NDE KATILDIĞI TEK CEMİYET

Peygamber Efendimiz'in Cahiliye Dönemi’nde Katıldığı Tek Cemiyet

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.