
Hikmetli Söz ve Davranışların Faydası
Hikmetli söz ve davranışların rûhî hayata faydaları nelerdir? Tezkiyenin, hikmetli söz ve davranışların insana faydaları...
İnsanın dünyâ ve ukbâ saâdeti, hayatında ruh ve beden âhengini temin edebilmesiyle mümkündür. Bedenin maddî gıdâya ihtiyacı olduğu gibi, rûhun da mânevî gıdâya ihtiyacı vardır. Rûhun en feyizli gıdâsı ise “hikmet”tir.
HİKMETLİ SÖZ VE DAVRANIŞLARIN FAYDASI
Hikmet ehlinin söz ve davranışlarını tefekkür etmek, tıpkı bereketli nisan yağmurlarının toprağa bahar aşısı yapması gibi, ruhların da âb-ı hayat katreleriyle ihyâ olmasına vesîledir.
Bu hakîkati Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- ne güzel ifâde buyurur:
“Nükteli ve hikmetli söz ve davranışlarla ruhlarınızı dinlendirin. Zira bedenlerin yorulduğu gibi, ruhlar da yorulur.”
“İnsanları, düşündürücü ve hikmetli sözlerle îkaz edin ki, kalpleri huzur bulsun.”
Boş ve mâlâyânî sözler, insanı rûhâniyetten uzaklaştırır. Hikmetli sözler ise ruhlara huzur ve ferahlık verir. Gündelik hayatın med-cezirleri / iniş-çıkışları içinde bunalan akıl ve kalp, hikmetli sözlerle uyanır, huzur bulur, hakîkatlere karşı âgâh hâle gelir.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allâh’ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve «hikmet»i öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, mü’minlere büyük bir lûtufta bulunmuştur. Hâlbuki daha önce onlar, apaçık bir sapıklık içindeydiler.” (Âl-i İmrân, 164)
Peygamberlerin Üç Vazifesi
Âyet-i kerîmeden de anlaşılacağı üzere, hikmete vukuf bakımından insanlığın zirvesinde yer alan peygamberlerin umûmî mânâda üç vazifesi vardır:
- Allâhʼın âyetlerinin tebliğ ve tatbiki, yani ilâhî emir ve nehiyleri beyân edip uygulamak.
- Tezkiye, yani insanların iç dünyasını mânevî kirlerden ve gaflete dûçâr edecek hâllerden arındırmak.
Bunların neticesinde de;
- Kitap ve “hikmet”in tâlimi; yani kalpleri ilâhî hakîkatlere ve sırlara âşinâ kılmak…
Kurʼân-ı Kerîm, kâinattaki bütün sır, hikmet ve hakîkatlerin kâmil bir manzûmesidir. Bütün gerçekler, onda birer nüve/öz hâlinde mevcuttur. O, mânâ derinliği nihâyetsiz bir kitaptır. Derinliğine inildikçe define çıkan kadîm ve bereketli bir toprak gibidir.
Yani Kurʼân-ı Kerîm, tefekküründe derinleşildiği takdirde, baştan sona bir hikmetler sergisidir. Hikmet ise, bütün hâdise ve varlıklarda meknuz olan ilâhî mesajlar ve sırrî hakîkatlerdir. Dolayısıyla hikmetin mutlak menşei Allah Teâlâʼdır. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-ʼin bütün söz ve davranışları da, Oʼnun Hak Teâlâʼdan vahiy yoluyla telâkkî ettiği Kurʼân hikmetlerinin îzah ve şerhinden ibârettir.
Yıldızların Üç Hususiyeti
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼdeki ilâhî hikmetlere en yakından vâkıf olanlar, şüphesiz ki ashâb-ı kirâmdır. Nitekim Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
“Ashâbım yıldızlar gibidir...” buyurmuştur.[1] Hikmet nazarıyla bakıldığında, Kurʼân-ı Kerîmʼde “yıldızların üç husûsiyeti”nden bahsedildiği görülür:
1) Semâyı tezyîn etmek:[2] Her sahâbî de, İslâm semâsında ve müʼminlerin gönül dünyasında ayrı bir güzellik sergilemiştir. Cenâb-ı Hak, Kurʼân-ı Kerîmʼde Muhâcirler ve Ensârʼı medhetmiştir.[3]
2) Şeytanları Taşlamak:[4] Fizikî olarak bu taşlamanın nasıl gerçekleştiği bizlere meçhuldür; bunun keyfiyetini Allah bilir. Fakat sahâbe-i kirâm da Kitap ve Sünnetʼe ittibâ etmek, rûhânî bir hayat yaşamak ve yeryüzünde Allâhʼın şâhidi olmakla, dâimâ şeytanı taşlamışlardır.
3) Yol Göstermek:[5] Yıldızlar, bulundukları mevkiler sâyesinde yön tespitinde ölçü teşkil ettikleri gibi, ashâb-ı kirâm da kıyâmete kadar gelecek olan bütün ümmete örnek hayatlarıyla rehberlik ederek, toplumları yanlış fikirlerden ve hurâfelerden kurtarmak için yol göstermektedirler.
Cenâb-ı Hak tarafından Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-ʼin mübârek kalbine bahşedilen hikmet, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-ʼden sahâbe-i kirâma, onlardan da Hak dostlarına, kâmil mânâda intikal etmiştir. Peygamber vârisi olan Hak dostları da, nebevî hikmetlerin nûrunu zamanlara ve mekânlara yansıtan mücellâ aynalar mesâbesindedirler. Onlar, îkaz, irşad ve terbiyeye muhtaç olarak yaratılan insanoğluna, Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz merhametinin bir tezâhürü olarak, bu ihtiyaçlarının kıyâmete kadar giderilmesi için lûtfedilmiş olan istîdatlı kullardır. Lâkin gerek peygamberler ve gerekse onların irşad vazifesini devam ettiren velî kullar, hacmine ve derinliğine lâyıkıyla vâkıf olunamayan bir okyanus gibidirler. Herkes o okyanusun derinliğine, istîdâdı nisbetinde dalabilir ve ondan nasiplenebilir.
Bununla beraber, her fiilinde hikmet sahibi olan Cenâb-ı Hak, kâinattaki bütün varlıkları farklılık üzere yaratmış, kullarına da maddî-mânevî, apayrı husûsiyetler lûtfetmiştir. Bu bakımdan, kâinatta hiç kimse ve hattâ hiçbir varlık için tam bir ikizlik söz konusu değildir. Zira birbirine mutlak sûrette eşit iki varlık yaratmak, onlardan birinin varlığını hikmetsiz kılardı. Allah Teâlâ ise böyle bir noksanlıktan münezzehtir. Dolayısıyla iki insan, maddî bakımdan ne kadar birbirine benzese de, gönül dünyası, tefekkür, tahassüs ve temâyülleri gibi sayısız husûsiyetleri bakımından mutlakâ birbirinden farklıdır.
Aynı menbâdan, yani Kitap ve Sünnetʼten feyizlenen sayısız Hak dostu da, aynı ışığı rengârenk bir sûrette yansıtan bir kristalin farklı kesitleri gibi, mânâ âleminde nâil oldukları tecellîlerin tezâhürü bakımından farklılık arz ederler.
Bu meyanda Cenâb-ı Hak, bâzı velî kullarını Şâh-ı Nakşibend eyleyip mânevî tasarruf ve mârifetullahʼta eşsiz bir himmet deryâsı kılmış; kimini Mecnûn gibi aşk çöllerinde dolaştırmış; kimini hayret vâdilerinde gezdirmiş; kimini azamet-i ilâhiyye karşısında dilsiz kılarak sükût ve hâl lisânıyla irşâdın şi‘riyyeti içinde yaşatmış, kimini Yûnus Emre gibi aşk-ı ilâhî bülbülü kılmış, kimini de Hazret-i Mevlânâ gibi, dilinden hikmet incileri dökülen, bütün velîlerin sözcüsü mâhiyetinde, eşsiz bir mânâ deryâsı eylemiştir.
Evliyâullâh’ın pek çoğu, hâl lisânına ilâveten, bir de sözlü beyâna memur kılınmışlardır. Bu yüzden o Hak âşıkları, hikmetli sözleriyle, feyizli özleriyle, gönül eserleriyle; hakîkati arayan, Hakk’a teşne gönülleri asırlardan beri irşâd etmeye devam etmektedirler.
Dipnotlar:
[1] Mübârekfurî, Tuhfetü’l-Ahvezî, Kâhire, ts., X, 226, no: 3807; İbn-i Abdi’l-Berr, Câmiu Beyâni’l-İlm, II, 91. [2] Bkz. Fussilet, 12. [3] Bkz. et-Tevbe, 100. [4] Bkz. el-Mülk, 5. [5] Bkz. el-En‘âm, 97.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler 1, Erkam Yayınları
YORUMLAR