Her Nimetin Şükrü Kendi Cinsindendir

Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri'nden manidar ve ibretlik bir kıssa. "Her nîmetin şükrü kendi cinsinden olur" ne demektir? İslâm ve îman nîmetinin, kulağın, ellerin, gözün, malın, dilin ve sıhhatli bir bedenin şükrü nasıl olacak? Osman Nuri Topbaş Hocaefendi cevaplıyor.

Hüdâyî Hazretleri buyurur:

Şeklin insân eyledi,
Ehl-i îmân eyledi,
Bunca ihsân eyledi,
İhsânı bilmek gerek…

Şu kıssa ne kadar mânidardır:

Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri bir gün müridleriyle daracık bir yoldan giderken karşılarına bir köpek çıkmıştı. O Ârifler Sultânı, geri çekildi ve köpeğe yol verdi. Müridlerinden biri, içinden:

“–Allah Teâlâ insanı mükerrem (yani üstün ve hürmete lâyık) kılmışken, Bâyezîd  -rahmetullâhi aleyh- müridlerini geri çekip köpeğe yol verdi, bu ne acâyip bir hâl!” dedi.

Hazret, âdeta mürîdinin kalbinden geçenlere vâkıf olmuşçasına şu îzahta bulundu:

“–Gönlümde öyle bir zuhûrat oldu ki, sanki o köpek hâl lisânıyla bana; «Benim kusurum ne idi ki ezelde köpeklik postunu sırtıma geçirdiler; sen ne yaptın ki sana bu şerefli hil’ati giydirdiler?» dedi. İşte bu düşünce gönlüme yol bulunca, ben de geri çekilip yolu ona verdim.”[2]

Dolayısıyla Allâh’ın herhangi bir mahlûkunu gördüğümüz zaman; “Ben onun yerinde olabilirdim, o da benim yerimde olabilirdi.” diye düşünmeli, “insan” olarak yaratılmamızdan dolayı, hamd ve şükrümüzü artırmalıyız.

HER NÎMETİN ŞÜKRÜ KENDİ CİNSİNDEN OLUR

Fakat her nîmetin şükrü kendi cinsinden olur. Şükür, sadece dil ile; “Yâ Rabbi, Sana şükürler olsun!” deyip geçivermekten ibaret değildir. Hak dostlarının tarifiyle şükür;

“Bütün nîmetlerin Allah’tan olduğunu bilip, O’nu hamd ile tesbîh etmek, minnet ve şükran duygularıyla zikretmektir.”

Yine şükür;

“Lûtfettiği nîmetleri, günah ve isyâna sermaye etmemek, bilâkis o nîmetleri Cenâb-ı Hakk’ın râzı olduğu şekilde kullanmaktır.”

Yani hem dilimiz şükredecek, hem de Rabbimiz’e itaat ederek fiilî şükrümüzü ispat edeceğiz.

Meselâ vücudumuzdaki her bir uzuv için, ayrı bir şükür gerekiyor. Bişr-i Hâfî Hazretleri bu şükrün nasıl îfâ edileceğini, ne güzel îzah buyuruyor:

“Âzâları içinde yalnız dili ile şükreden kimsenin şükrü az olur.

Çünkü gözün şükrü, bir hayır gördüğü zaman ondan hikmet devşirmek ve tefekkürü artırmaktır. Şer gördüğü zaman da ondan ateşten kaçar gibi kaçmaktır.

Kulağın şükrü, bir hayır işittiği zaman onu ezberlemek, şer işitirse onu unutmaktır.

Ellerin şükrü, onlarla hakkı olandan başkasını tutmamaktır.

Midenin şükrü, helâl ile gıdalanmaktır.

Ayakların şükrü de, hayır-hasenattan başka bir yöne gitmemektir.

Kim böyle yaparsa hakîkaten şükredenlerden olur.”

Demek ki uzuvlarımızın, kâbiliyetlerimizin ve her türlü imkânımızın şükrünü îfâ etmiş olmak için, onları Cenâb-ı Hakkʼın râzı olacağı şekilde kullanmalıyız. Meselâ:

İslâm ve îman nîmetinin şükrü nasıl olacak?

İslâm ve îmânı aşkla yaşayıp hâlimiz ve kālimizle tebliğ ve temsil ederek…

Nitekim ashâb-ı kirâm bu nîmetin şükür borcunu ödeyebilmek için; yılmadan, usanmadan, dünyanın dört bir yanına sefer etti, kısa zamanda hidâyet nûrunu kıtalara taşıdı.

Allah Teâlâ’nın îmandan sonra insanoğluna belki de en büyük hediyesi, akıl nîmetidir. Peki bu nîmetin şükrü nasıl olacak?

Bütün nîmetler gibi akıl da iki uçlu bıçak gibidir; hayra da kullanılabilir, şerre de…

Aklımızı, Kur’ân ve Sünnet’in rehberliği altında kullanacağız ki hem onun dünyada faydasını görelim, hem o nîmeti bizlere lûtfeden Rabbimizʼe şükrümüzü îfâ edebilelim, hem de âhirette bunun huzur ve saâdetine erelim.

Kalbimizin şükrü nasıl olacak?

Verdiği nîmetleri dâimâ tefekkür etmek sûretiyle, Cenâb-ı Hakk’ı unutmayacağız. Kâinat kitabındaki her şeyi, Hâlıkʼını hatırlatan bir kevnî âyet olarak gönül gözüyle okuyacağız. Cenâb-ı Hak ile kalbî beraberlik ikliminde, yani dâimî zikir hâlinde yaşamaya gayret edeceğiz.

Malımızın şükrü nasıl olacak?

Mülkün gerçek sahibinin Allah olduğunu unutmayacağız. Malımızı; Allâhʼın haram kıldığı fâiz, karaborsacılık, gabn-i fâhiş, kul hakkına girmek gibi yanlış bir yolla elde etmekten ve lüks, gösteriş, marka düşkünlüğü, israf, cimrilik gibi yanlış bir şekilde harcamaktan sakınacağız. Dâimâ helâlden kazanıp helâle sarf edeceğiz. Kendimize harcarken de kifâyet miktarıyla yetinip ihtiyaç fazlasını infâk etmeye gayret göstereceğiz.

Beden gücünün, sıhhat ve âfiyetin şükrü nasıl olacak?

Allâh’ın verdiği güç ve kuvveti, yine Oʼnun râzı olduğu yolda kullanacağız. Gücümüz nisbetinde, Allah için her türlü hizmet ve gayretin içinde olmaya çalışacağız.

Gözümüzün şükrü nasıl olacak?

“Ver gözünü, al dünyayı!” deseler, kim verir?

İşte böylesine paha biçilmez bir nîmetin fiilî şükrünü îfâ edebilmek için, onu haramlardan, yani nefsânî ekranlardan ve şeytânî vitrinler seyretmekten, velhâsıl mânevî “görüntü kirliliği”nden koruyacağız. Gözlerimizin istikâmetini dâimâ rûhânî vitrinlere çevireceğiz.

Kulağımızın şükrü nasıl olacak?

Gıybet, dedikodu, nemîme, mâlâyânî gibi sözleri dinlemeyeceğiz. Kulağımızı; Kur’ân-ı Kerîm tilâveti, mânevî sohbetler, güzel sözler, ezanlar, naatler ve ilâhîler gibi rûhânî sadâlara tevcih edeceğiz.

Dilimizin şükrü nasıl olacak?

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin buyurduğu gibi; “Ya hayır söyleyecek, yahut susacağız.”[3] Sustuğumuzda da tefekkürümüzü artıracağız. Nitekim Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in sükûtu tefekkür idi. Semâya bakar tefekkür eder, yere bakar tefekkür ederdi.

Rabbimiz de:

اِقْرَاْ وَرَبُّكَ الْاَكْرَمُ

“Oku! Rabbin nihâyetsiz kerem sahibidir.” (el-Alak, 3) buyurarak, bu kâinat kitabında bizler için sergilediği sayısız ikram ve ihsan tecellîlerinin tefekküründe derinleşmemizi istiyor.

Diğer bir âyet-i kerîmede de şöyle buyruluyor:

“O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lûtuf olmak üzere) size âmâde kılmıştır. Elbette bunda tefekkür eden bir toplum için ibretler vardır.” (el-Câsiye, 13)

Düşünmeliyiz ki;

‒Yeryüzünden çıkan çeşit çeşit mâdenler,

‒Yer ile gök arasında sürekli hassas filtrelerden geçirilerek kullanıma hazır hâle getirilen sular,

‒Toprak terkibinden çıkarılan türlü türlü nebâtat kimin için?

‒Büyükbaşıyla, küçükbaşıyla, arısıyla, kuşuyla, kelebeğiyle hayvanat, kime hizmet ediyor?

‒Güneş, Ay ve yıldızlar, kimin için semâda durmadan dönüyor?

‒Nefes aldığımız havanın %21 oksijen, %77 azot oranı, kimin için ayarlanıp hassas bir dengede tutuluyor?..

Biliyoruz ki arı, bal ikram etmek için yaşıyor. Koyun, bütün ömrünü et, süt, yün ve yavru vermek uğrunda tüketiyor. Kedi-köpek yine insana âmâde… Cenâb-ı Hakk’ın celâl sıfatlarının bir tecellîsi olan yılan, çıyan, akrep gibi insana soğuk ve ürkütücü gelen mahlûkat dahî, ilâhî azâbı hatırlatmaları ve tabiattaki pek çok vazifeleri sebebiyle, yine insan için lûtfedilen nîmetler cümlesindendir.

Bu listeyi sonsuza kadar uzatmak mümkün. Taş, toprak, ağaç, bulut, dağ, ova, velhâsıl her şey insan için hazırlanmıştır.

Nitekim âyet-i kerîmede buyruluyor:

“O size istediğiniz her şeyden verdi. Allâhʼın nîmetini sayacak olsanız sayamazsınız…” (İbrahim, 34)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2023 – Eylül, Sayı: 451

İslam ve İhsan

ŞÜKÜR İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Şükür İle İlgili Ayet ve Hadisler

HAMD VE ŞÜKÜR İLE İLGİLİ ÖRNEKLER

Hamd ve Şükür ile İlgili Örnekler

ŞÜKÜR NEDİR? ŞÜKÜR ÇEŞİTLERİ NELERDİR?

Şükür Nedir? Şükür Çeşitleri Nelerdir?

ŞÜKÜR NAMAZI NASIL KILINIR?

Şükür Namazı Nasıl Kılınır?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.