Haydan Gelen Huya Gider!

Helal kazancın önemini anlatan ibretlik bir kıssa.

Ebû Abbas Nihâvendî’ye, ticâretle meşgul olan zengin talebelerinden birisi geldi ve zekâtını kime vermesinin daha uygun olacağını sordu. Ebû Abbas -kuddise sirruh- da:

“–Gönlün kimde karar kılıyorsa ona ver!” dedi.

Aldığı bu cevapla hocasının yanından ayrılan talebe, yolu üzerinde dilenen bir âmâ gördü. Gönlü ona ısındı. Zekâtı olan bir kese altını çıkarıp verdi. Keseyi eliyle şöyle bir yoklayan âmâ, sevinçle oradan ayrıldı. Ertesi gün aynı yerden geçen talebe, bir önceki gün kendisine zekât verdiği âmâyı başka bir âmâ ile konuşurken gördü. Kulağına şu cümleler ilişti:

“–Dün bana bir beyzâde tam bir kese altın verdi. Ben de meyhaneye gidip bir güzel demlendim...”

Bu durum talebenin canını sıktı, gönlünü daralttı. Doğruca Ebû Abbas Hazretleri’nin yanına gitti. Hâdiseyi tam arz edecekti ki, Ebû Abbas onun konuşmasına fırsat vermeden, sattığı külahının karşılığı olan bir akçeyi infak etmesi için kendisine uzatıp:

“–Önüne çıkan ilk kişiye bu akçeyi ver!” diye tembihledi.

Talebe, bir şey diyemeden verilen vazifeyi îfâ için oradan ayrıldı. Hocasının dediği üzere karşısına çıkan ilk kişiye bu akçeyi verdi. Ancak içini kemiren bir merakla o şahsı takibe koyuldu. Adamcağız, şehrin kenar semtlerinden birisine gitti ve bir harabeye girdi. Sonra elbisesinin altından ölü bir keklik çıkartıp yere bıraktı. Tam oradan ayrılacaktı ki, talebe önüne geçip sordu:

“–Ey yiğit! Allâh için doğruyu söyle, bu ne hâldir! Şuraya attığın ölü keklik nedir?”

Adamcağız kendisine akçeyi veren şahsı karşısında görünce kekeleyerek şunları söyledi:

“–Yedi gündür, bir şey bulup da çoluk çocuğuma yediremedim. Ben ve hanımım sabrediyorduk, ama çocuklarımın artık açlığa tahammülleri kalmamıştı!.. Buna rağmen dilenip insanlardan bir şey istemek, asla yapamayacağım bir işti. Binbir ıztırap içinde kıvranırken, senin görmüş olduğun, çürümeye yüz tutmuş o ölü kekliği buldum. Zarûret sebebiyle onu yemeleri için çocuklarıma götürecektim. İçimden de Allâh’a yalvarıyor: “Yâ Rab, hâlime inâyet eyle!” diye niyaz ediyordum ki, sen gelip o akçeyi verdin. Ben de Rabbime şükrederek o yenemeyecek durumda olan kuşu mezbeleye bıraktım. Şimdi pazara gidecek ve verdiğin akçeyle yiyecek bir şeyler alacağım...”

Bu hâle şaşırıp kalan talebe, derhal Ebû Abbas Hazretleri’nin yanına geldi. Hazret-i Pîr, o henüz bir şey söylemeden şöyle buyurdu:

“–Evlâdım! Demek ki, sen kazancına şüpheli veya haram bir şeyin karışıp karışmadığına dikkat etmemişsin. Bu yüzden de dikkat ettiğin hâlde zekâtın, şaraba gitti. Zîrâ kazanılan şeyler, nereden ve nasıl elde edilmişse, aynı şekilde elden çıkar. Nitekim senin bir kese altınına mukabil benim bir tek akçemin sâlih bir insanın eline geçmesinin hikmeti de, onun sırf el emeği ile kazanılmış olmasından, yâni helâlliğindendir...”

KISSADAN HİSSE:

Her şey, müsbet veya menfî sahip olduğu husûsiyetlere göre değer kazanır veya kaybeder. Bu gerçek, helâl ve haram meselelerinde daha da bârizleşir. Onun için eskiler mal ve mülk hakkında:

“Haydan gelen hûya gider!” demişlerdir.

Bu, iki mânâya da gelir. Birincisi; “Hayy” olan Allah’tan gelen yine “Hû” olan Allâh’a gider, demektir. İkincisi de; havadan kazanılan, şüphe ve haramla karışık kazançlar da yine havaya/boşa gider, anlamındadır. Kısaca helâl helâle vesîle olurken, harâm da harâma sebebiyet verir. Nitekim bu hakîkati ifâde sadedinde Ebû Bekir Verrak Hazretleri bir sohbetinde:

“–Sabahları kalkınca insanlara bakarım; kimin helâl, kimin haram yediğini anlarım!” buyurdu.

Sordular:

“–Bunu nasıl anlıyorsun?”

Şöyle îzâh etti:

“–Her kim sabahleyin kalkar kalkmaz dilini boş laf, gıybet ve sövüp saymakla meşgul ederse, bilirim ki bu hâl, yediği haram gıdâdan kaynaklanmaktadır. Her kim de sabahleyin kalktığında dilini Allah Teâlâ’nın zikri, kelime-i tevhîd ve istiğfarla meşgul ederse, onun aldığı gıdâ da helâl yoldandır... Çünkü helâl de haram da, sahip oldukları özelliklere göre insanların fiillerine yansırlar...”

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İmandan İhsana Tasavvuf, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

HELÂL KAZANCIN FAZİLETİ

Helâl Kazancın Fazileti

HELAL KAZANCIN ÖNEMİ

Helal Kazancın Önemi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.