Hâce Musa Topbaş'dan (k.s.) Nasihatler

Tasavvufun en mühim gâyelerinden biri, kulun enâniyetini bertaraf ederek ona hiçliğini idrâk ettirmektir. Bir kul, merhameti ve ahlâkı nisbetinde Rabbine yakındır.

Mûsâ Efendi -rahmetullâhi aleyh- şöyle buyururdu:

“Cenâb-ı Hakk’ın, bir kuluna en büyük nîmetlerinden biri, o kuluna aczini bildirmesidir. Bu mâneviyat yolunda kazandığım belki de en büyük nîmet, hatâlarımı görmem oldu. Rabbime karşı müflisliğimi idrâk ettim. Böylece kimsenin hatâsını görmeye ve onunla uğraşmaya tâkatim kalmadı. Hamd olsun, bütün bunların şükrü içindeyim…”

Bir kul, merhameti ve ahlâkı nisbetinde Rabbine yakındır. Rabbine yakınbir kul da:

“Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi ne güzel kıldı.” (Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, I, 12) hadîs-i şerîfinin sırrına mazhar olur. Yâni Cenâb-ı Hakk’ın ahlâkıyla ahlâklanır ki, bundan daha şerefli ve fazîletli hiçbir şey olamaz.

Bütün hatâlar, nisyanlar, bocalamalar; zikirden gâfil olduğumuz, yâni Rabbimizi unuttuğumuz anlarda husûle gelir. Zikrin mânevî hâlini devam ettirenlerde dünya kederi, üzüntüsü, hattâ lüzûmundan fazla dünyevî neş’e dahî

bulunmaz. Dâimî huzur, sehâvet ve mahlûkâta şefkatli olmak, o boşluğun yerini doldurur. Yâni sevgi, dâimâ sevgi... Allâh Teâlâ Hazretleri, kendisini seven kulunu muhabbet deryâsına daldırır. Artık o kimse Cenâb-ı Hakk’ın sevdirdiği nisbette sevilmeye lâyık olanları sever.

AKILLI KİŞİ KİMİDİR?

Akıllı kişinin, Cenâb-ı Hakk’ın ilâhî azametini ve kendisine lutfettiği dünyevî ve uhrevî nimetleri düşündükçe tevâzuu, alçak gönüllülüğü artar. Herkesi derecelerine göre sever. Haklı bile olsa kimse ile çekişmez.

Diğer taraftan akıllı kişi, hayâtın muvakkat yâni geçici olduğunu bilir. Böylece Mevlâsının rızâsını düşünür. Dolayısıyla daha dünyada iken, kalbindeki zulmet ve sıkıntı hâlleri huzûr ve sürûra inkılâb eder. Hülâsa dünyada iken cennet hayâtına girmiş olur.

Bir insan mensub olduğu cemiyete, rızâ-yı ilâhî için güzelce hizmet etmeyi pek kıymetli bir vazife bilmelidir. Bir cemiyetin hayâtına, intizâmına, refahına hizmet eden kimse, o cemiyet içinde pek kıymetli bir varlık sahibi demektir. inâenaleyh onun ecir ve mükâfâtı da o nisbette büyüktür.

Hadis-i şerifte:

“Bir kavme hizmet eden kimse, (ecir ve mükâfâta nâiliyet itibâriyle) onların en büyüğüdür.” (Deylemî, Müsned, II, 324) buyrulmaktadır.

Birçok kimseler, ibâdet ve tâate çokça yöneldikleri hâlde, Cenâb-ı Hakk’ın sıfatı olan “settâru’l-uyûb”, yâni ayıpları örtücülük ve kusurları affedicilik hasletine lâkayd kalıyorlar. Bu sebeple de tam istenildiği gibi terakkî edemiyorlar.

Hâlbuki bağışlamak ve kusur örtmek, güzel ahlâkın en ehemmiyetlilerinden biridir. Allâh Teâlâ biz kullarının sayısız kusur ve hatâlarını örtüp affettiği gibi, biz de affedici olmalıyız. Zirâ Allâh sevgisine sâhip olanlar, affetmeyi bilirler. Affedelim ki inşâallâh affolunuruz.

Rahatlığın ve ferahlığın yegâne anahtarı teslîmiyettir. Yâni ilâhî taksîme râzı olup helâle ve harama dikkat etmektir.

SÂLİKLER KİMLERDİR?

Sâlikler kısım kısımdır. Bir kısmı îtiyad hâline getirdiği evrâdını yapar ve karşılığında şüphesiz mükâfât verilir. Diğer bir kısım ise evrâdını yapmakla beraber dâimî olarak Cenâb-ı Hakk’ın huzûr-i ilâhîsinde bulunduğunu idrâk eder. Kur’ân-ı Kerîm’in ahkâmına riâyetkâr olur, kazâ ve kader hükümleri karşısında Hakk’a teslîmiyet gösterir. Onun her hareketi Hakk’ın rızâsına muvâfık düşer. Onun da kalb ve ruh âlemi buna göre değerlendirilir. Ne var ki bu zümre azdır, hattâ azın da azıdır.

Bütün hüner, bu dünya hengâmesinde ve binbir türlü meşgale içinde Hak Teâlâ ile beraber olabilmektir. Bu öyle hoş bir hâldir ki, Cenâb-ı Hakk’ın kuluna bir hediyesidir. Bu pek ulvî vazifeyi teemmül edebilirsek, dünyanın gel-geç

oyuncaklarına aldanmaktan da kurtuluruz.

Cenâb-ı Hakk’ın, bir kuluna en büyük nîmetlerinden biri, o kuluna aczini bildirmesidir. Bu mâneviyat yolunda kazandığım belki de en büyük nîmet, hatâlarımı görmem oldu. Rabbime karşı müflisliğimi idrâk ettim. Böylece

kimsenin hatâsını görmeye ve onunla uğraşmaya tâkatim kalmadı. Hamdolsun, bütün bunların şükrü içindeyim...”

*****

Bütün bu muhabbet, merhamet ve istikâmet dolu îkaz ve nasihatler, onun “ihsân” kıvamındaki hayâtından bizlere akseden feyiz damlacıklarıdır. Rahmetullâhi aleyh.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Gönül Bahçesinden Son Nefes, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.