Güzellik Üzerinden Kadına Kurulan Tuzak Ne?

Güzellik arzusu, kadının yaratılışında var. Ancak bu arzuyu nefsin mi, Rabbin mi yönlendiriyor? Moda ve estetik adı altında dayatılan modern algılar, kadınları gerçekten özgürleştiriyor mu, yoksa görünmeyen zincirlere mi mahkûm ediyor?

Allâh’ın sıfatlarından tecellîler taşır insan... Kadın, cemâl sıfatlarından nasip almıştır daha çok; “er-Rahîm”, “el-Latîf” sıfatlarının tecellîgâhıdır.

“Allah Teâlâ güzeldir, güzeli sever.”[1] buyuruyor Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-…

MODA VE GÜZELLİK ÜZERİNDEN KADINA KURULAN TUZAKLAR

Kadın güzel yaratılışının, erkek de güzelliğe meyilli oluşunun imtihanını verir hayat boyunca... Dünyanın imtihan olduğunu unutturup, sonsuzmuşçasına içine çekmeye çalışan sistem, kadını güzellik arzusu üzerinden tuzağa düşürmeye çalışır, moda denilen tuzak ile! Meselâ bir dönem boyunca, kadınları “ince kaşın güzel olduğuna” inandırır, gereksiz yere müdahalenin haram olduğunu hiçe sayarak!..

Ashâb-ı kirâmın büyüklerinden Abdullah bin Mes‘ûd’un (r.a.) rivayet ettiğine göre:

“Allah Teâlâ dövme yapan ve yaptırana, yüzünün tüylerini yolana (kaşlarını inceltene) ve güzellik için dişlerini törpületen, böylece kendisinin yaratıldığı şekli değiştiren kadınlara lânet etmiştir.” (Buhârî, Libâs, 82, 84; Müslim, Libâs, 120)

Fakat moda, güzellik algısı üzerinden tam anlamıyla “ticaret gâyesi” gütmektedir. Yıllarca almaktan tükenen kaşlar için, yeni moda üretmek elzemdir. Dolayısıyla ekmek/dövme yapmak sûretiyle “kalın kaşa” iknâ eder bu defa da kadınları!.. Dövme yapılan kaş, zaman içinde form kaybedecek, önce silmek, sonra da yerine bir şey koymak gerekecek elbette!

En kısa târifiyle moda, böyle bir kısır döngüdür. Oysa Yüce Rabbimiz, şüphesiz ki kuluna en çok yakışanı verir. “Altın oran” tâbirini duydunuz mu? Yüzde kaş, burun vs. ile ilgili ölçümler yapıldıktan sonra, “kusursuza en yakın(?) olanı” hesaplayıp “bu oranı tespit ettiklerini” iddia ediyorlar. Yüce Yaratan’ın verdiğini, hatalı bulup -hâşâ- düzeltmek kimin haddine! Yapılan işlemler sonrasında, bir yere dokundukça asıl “altın oran” zarar görüyor ve neticede bozulanı toplamak (!) adına ardı sıra gelen nice operasyonlar ve bitmeyen pişmanlıklar yaşanıyor.

Kadın, “güzelliği ile öne çıkma arzusunun” nefsânî olduğunu idrâk etmelidir. Güzelliği muhafaza ya da herkese teşhir etmek, onun bu dünya imtihanında kendi seçimindedir. Fakat güzel olan, hoyratça, korunmadan ortaya serilirse, değersizleşir. Ki zamanımızda yaşanan modern câhiliye de bunun en büyük şahididir. Kadın ne kadar göz önüne gelmişse, cinsî yönleriyle metâ hâline dönüşmüşse, asıl kıymetinden o kadar kaybetmiştir. Başkalarının elinde oyuncak olmuş, her türlü câzibe ve albenisi hoyratça sömürülmüştür.

Bu sömürü düzenini “kadının özgürleşmesi” diye pazarlamaya çalışanlar bilmelidir ki en büyük hürriyet, Allâh’a kul olmaktadır. O’nun insan hayatına koyduğu sınırları muhafaza eden kişi, gerçekten özgürdür ve insanların her türlü menfaat ve sömürü prangalarından kurtulmuş demektir. Zira insanı yaratan Allah, onu en iyi tanıyan, kadın-erkek cinsleri için en dengeli, en fıtrî ve mizaçlarına en uygun hayat tarzını tesis edendir. İnsanların ortaya koyduğu ölçü ve algılar ise, toplumdan topluma, zamandan zamana değişir. Bugün göklere çıkarılan şeyler çok kısa bir zamanda tamamen dışlanır. Zira nefisler ve nefsânî arzular devrededir. Bunlar da durmadan değişmekte, bir türlü tam olarak tatmin olamamaktadır. Sadece ve sadece insanın bedenî/biyolojik hazlarını tatmin etmek üzere kurulan bir sistem, nefse hizmetkârdır ve mükerrem yaratılıştaki insanı Allah’tan uzaklaştırır.

Cenâb-ı Hak, câhiliye toplumlarında paspas derekesine düşürülen kadınlara, birçok hak ve imtiyazlar sunarak kıyâmete kadar devam edecek büyük izzet ve değer bahşetmiş; onların endişe, dert, sıkıntı ve problemlerini dikkate almış, bu hususta Kur’ân-ı Kerîm’de kendileriyle ilgili birçok âyet indirmiştir. Ayrıca bir sûreyi iffet âbidesi Meryem Validemizle, bir diğerini de “Nisâ/kadınlar” sûresi şeklinde isimlendirerek kendilerine verdiği şerefi tescillemiştir.

Kadın, kıymetinin farkına varmazsa, şeref tâcını kaybeder. Kadınlara özgürlük isteyenler, kadınlara ulaşmanın, onları istismar edip kullanmanın özgürlüğünü istemektedirler.

Kadınların maddî rahat ve mutluluğunu dillerine dolayanlar, bu söz ve tavırlarıyla, onlar üzerinden temin edecekleri imkân, sömürü ve menfaatleri perdelemektedirler.

Kadın güzeldir, güzel olduğunu göstermeyi sever. Ama bu güzelliğini helâline saklarsa çok daha güzeldir. Harama açılan güzellikler; solmaya, tahrip olmaya ve tahrip etmeye mahkûmdur. Ortaya saçılan her güzellik, harc-ı âlem olur. Gerçek değerini kaybeder, basitleşir, sıradanlaşır.

Bugün kadın olmanın ne demek olduğunu bilmeyen ortaokul çocukları, özgürlük adına, kürtaj masası ile tanışıyor ise, kahrolsun böylesi özgürlük!

Bugün anne-babaya sevgi ve hürmet göstermek, özgürlük adına, âcizlik olarak gösteriliyorsa, kahrolsun böyle özgürlük!

Bugün şans oyunları ve sanal ağlar üzerinden ahlâksızlık özgürlük olarak târif ediliyor ve özendiriliyorsa, kahrolsun böyle özgürlük!

Bugün kadınları, gözleri dönmüş, duyguları kudurmuş kimselerin nefislerine yem etmenin adı özgürlük ise, kahrolsun böyle özgürlük!

Hadîs-i şerîfte buyruluyor:

“Kim bir kimseyi hayra çağırırsa, kendisine uyanların sevaplarının bir misli ona aittir. Bu sevap (kendisine uyanların) sevaplarından bir şey eksiltmez. Kim de sapıklığa (dalâlete) çağırırsa kendisine uyanların günahlarının bir katı ona aittir. Bu günah (kendisine uyanların) günahlarından hiçbir şey eksiltmez.” (Müslim, İlim, 16)

Kuyruksuz tilki hikâyesini hatırlıyorum etrafa baktıkça... Kuyruksuz bir tilkiyi, diğer arkadaşı görür:

“-Nedir bu hâl?” diye sorar.

“-Nasıl keyifli, anlatamam. Gel sana da aynısını yapalım. Ancak o zaman sen de ne güzel olduğunu anlarsın!” der.

Arkadaşı ikna olur. Fakat kuyruğu kesilirken canı öyle yanar ki:

“-Neden böyle bir şey yaptın ki! Çok canım yandı, bana yalan söyledin!”

“-Ben tek olsaydım, herkes dalga geçer ya da garipserdi. Şimdi gel, birlikte bütün tilkileri ikna edelim!”

Gerçekten kısa bir zaman sonra çevrelerindeki bütün tilkiler kuyruksuz kalır.

Ahlaksızlığın yayılması da aynen bu misal… Çirkefin içine bir şekilde düşen, kurtulmak yerine, çevresini de bu durumun normalliğine ya da güzel olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Patlayacak gibi şişmiş dudaklar, çengelle yukarı asılmış gibi kaşlar, normalin üzerinde silikonla büyütülmüş uzuvlar!

Birkaç yıl önce merdiven altı bir silikon işlemi ardından bir kadın vefat etmişti. Ne üzücü! Tabi, bu basına yansıyan, bizim duyduğumuz… Daha nice hayatlar karardı, kararıyor. Ömür boyunca nice hastalık ve dertlerle boğuşmak zorunda kalanları saymıyoruz bile… Hadîs-i şerîfte buyrulduğu gibi:

“Kişi yaşadığı hâl üzere ölür ve öldüğü hâl üzere haşrolunur!..” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, V, 663)

Allah Teâlâ’nın ve Habîb-i Kibriyâ Efendimizin (s.a.v.) huzuruna çıktığımız zaman mahcup olmamak için güzel yaşamalı ve güzel ölmeliyiz.

Bu hadîs-i şerîf kimileri için büyük bir umut, kimileri için de korkutucu bir son!.. Dünyada nasıl bir bedenin olursa olsun, hepimizi bekleyen âkıbet aynı. Ne olursan ol, ne kadar güzel olursan ol, hikâyenin sonunda toprak her bedeni sinesine sarıyor vesselâm. O yüzden toprakta yok olmayacak güzelliklere tâlip olmak lâzım. Yanımızda götürebileceğimiz âhiret azıklarımıza…

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) şu duâsını biz de çokça tekrar edelim:

“Allâh’ım! Yaratılışımı güzelleştirdiğin gibi ahlâkımı da güzelleştir.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I, 403)

Ey Yüce Rabbim; rûhumuzun, kalbimizin, zihnimizin, amelimizin, ahlâkımızın, ibadetimizin ve sûretimizin güzelliğini ziyâdeleştir. Âmîn.

Dipnot:

[1] Müslim Îmân, 147.

Kaynak: Ayşenur Sever, Altınoluk Dergisi, Sayı: 471

İslam ve İhsan

GÜZELLİK ALGISINI NE BELİRLİYOR?

Güzellik Algısını Ne Belirliyor?

ESTETİK AMELİYATIN DİNİ HÜKMÜ

Estetik Ameliyatın Dini Hükmü

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.