Güçlü Mümin Olma Sanatı

Tasavvufta güçlü mümin olma sanatı; nefis tezkiyesi ile insanın fıtratındaki kibir, bencillik, korkaklık, tembellik gibi zafiyetleri temizlemesi, tevazu, cömertlik, cesaret ve fedakârlık gibi insanı güçlü kılan özellikleri kazanmasıdır.

Tin suresinde bildirildiği üzere Rabbimiz bizi en mükemmel şekilde yaratmıştır. İnsanoğlu her sahada en mükemmeli yakalama kapasitesine sahiptir. İnsan nefsinin kötü isteklerini tezkiye eder, kötü meyillerini iyi olanlar ile değiştirir ise kemalatı yakalayacaktır. Bu manada tezkiye insanın fıtratındaki kibir, bencillik, korkaklık, tembellik gibi zafiyetleri temizlemesi, tevazu, cömertlik, cesaret ve fedakârlık gibi insanı güçlü kılan özellikleri kazanmasıdır.

Bu durumda güçlü Müslüman olmak için insan ilahi bir lütuf olarak fıtratına yerleştirilen yüksek vasıfları kendi iradesi ile harekete geçirmelidir. Kuvvetli müminin tarif edildiği şu hadis-i şerife baktığımızda bu durumu açıkça görürüz. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurur: “Kuvvetli mümin, Allah nazarında zayıf müminden daha sevgili ve daha hayırlıdır. Aslında her ikisinde de bir hayır vardır. Sana faydalı olan şeye karşı gayret göster. Allah’tan yardım dile, acizlik izhar etme. Bir musibet başına gelirse: “Eğer şöyle yapsaydım bu başıma gelmezdi!”  deme. “Allah takdir etmiştir. Onun dilediği olur!” de! Zira “eğer” kelimesi şeytan işine kapı açar.” (Müslim, Kader, 34)

SANA FAYDALI OLAN ŞEYİ ELDE ETME HUSUSUNDA GAYRET GÖSTER

Hadisin pek çok yönü olmakla beraber Peygamber Efendimizin “sana faydalı olan şeyi elde etme hususunda gayret göster” tavsiyesi güçlü mümin olmanın sırrını ortaya koyar.  Güçlü müminin kitabında ben bu işi başaramıyorum, ben tek başıma ne yapabilirim ki, ben aciz bir insanım gibi ümitsizlik ifade eden sözler bulunmaz.

Sadece evinde oturup da olanlara ah vah etmez, ayette buyurulduğu üzere malı ve canıyla harekete geçer: “Mü’minlerden özürsüz olarak yerlerinde oturanlarla Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla mücadele edenler bir değildirler. Allah mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlara derece olarak üstün kılmıştır. Bununla birlikte Allah hepsine güzellik vadetmiştir. Ancak Allah cihad edenleri büyük bir ecirle oturanlara üstün kılmıştır” (Nisa, 95)

Ne var ki güçlü mümin istediği hedefe ancak Rabbinin izni ve yardımı ile ulaşabileceğini hiçbir zaman unutmaz. O bir beşer olarak zayıf bir varlık olduğunun farkındadır, her planladığını başaramaz, güçlü mümin demek bazı kendini bilmez kişisel gelişimcilerin iddia ettiği gibi kendi kaderini kendi yaratan kimse değildir, o kendi gücünün üzerinde bir de Allah’ın takdiri olduğunu bilir; planlarını başaramadığında ilahi kadere teslim olur, kendini yiyip bitirmez.

SUFİ HAYATTAN KOPUK MU YAŞAR?

Bugün bazı kesimlerde sufilerin hayattan kopuk olduklarını, tevekkül adı altında meskenet içinde yaşadıklarını hatta İslam aleminin bu sebepten geri kaldığını bile iddia edenler olmuştur. Hz. Ömer (r.a)’ın  deyimi ile tevekkül ehli görünüşte teekkül -bedavadan yiyici geçinenler- her dönemde, her toplulukta olmuştur, bugün de hem sufiler arasından hem de diğer kesimler arasında bu tür insanlar vardır. Ama onlar bizim için örnek değildir, Peygamberimizin ifadesi ile onlarda da imanları sebebiyle bir hayır vardır. Sufilere göre bize rehberlik edecek olanlar canını dişine takarak çalışan, Rabbine kulluk yanında insanlara da hizmet edenlerdir.

Bu bağlamda İmam Rabbani hazretleri güçlü mümini iradesini çelik gibi bileyerek Müslümanların hizmetine koşan Müslüman olarak tarif eder. Bir devlet görevlisine yazdığı ve Hindistan’da İslam’ın zaafa uğradığını ifade ettiği bir mektubunda içinde bulunduğu olumsuz şartlara bakmadan delicesine gayret eden kimseyi güçlü mümin olarak bizlere takdim eder. Ona göre bir müminin güçlü veya zayıf olması zor zamanlarda belli olur; barış ve huzur zamanı askerin kahramanlık iddia etmesinin bir ehemmiyeti yoktur, esas kahramanlık düşmanın sayıca ve silahça üstün olup da galip gelmeye başladığında ortaya çıkar, işte öyle bir durumda korkak ile cesur, zayıf ile güçlü birbirinden ayrılır. İmam bu durumu şöyle ifade eder:

Bir hadiste Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Sizden biriniz, kendisine deli denmedikçe gerçek anlamda iman etmiş olmaz.” Zamanımızda, temeli İslâmî duyarlılık ve gayretin fazlalığı olan bu delilik, sizin karakterinizde hissedilmektedir. Bundan dolayı Allah’a hamd olsun. Zamanımız öyle bir dönemdir ki, az bir ameli çok sevapla ve tam bir özenle kabul buyururlar. Ashâb-ı Kehf’in kâfirlerin memleketinden göç etme hâricinde, bir fazîletleri bilinmemektedir. Düşmanın gâlip geldiği anda askerler azıcık gayret gösterip çalışırlarsa çok büyük değer kazanırlar. Düşmanlardan emin ve sükûnet zamanında ise böyle değildir. (Mektubat, c.I, m.65)

İSLAM DIŞI ŞARTLARA HİÇBİR DURUMDA TESLİM OLMA!

İmam’a göre mümin hiç bir durumda İslam dışı şartlara teslim olmamalı, eğer tüm gayretine rağmen aleyhteki şartları değiştiremiyorsa bu durumda yerleştiği bölgeyi değiştirmeli yani daha iyi bir dini hayat için hicreti göze almalıdır. İmam’a göre Allah yolunda cihad etmek herkese nasip olmayan büyük bir fırsattır:

“Bugün size nasip olan bu sözlü cihâd, en büyük cihâddır, onu ganîmet bilin ve “daha yok mu?” deyin. Bu sözlü cihâdı, kılıçla yapılan savaştan daha üstün biliniz. Bizim gibi güçsüz fakirler bu nimet ve şanstan mahrûmdur. Sana erişilmesi gereken hazîneyi gösterdik, Biz ulaşamasak bile belki sen ulaşırsın”. (Mektubat, c.I, m.65)

GÜÇLÜ MÜMİN, İNSANLARI HER ŞARTTA İSLAM'A DAVET EDER

Güçlü mümin insanları her şartta İslam’a davet etmekten korkmaz, her tür fırsatı kullanır, her tür meydan okumaya fikri olarak hazırlık yapar. Son zamanlarda, İslam adına hiçbir fikri hazırlığı olmadan ortaya atılan, “Cihad yapıyorum” diye masumları öldüren grupların dinimize verdiği zararı esefle izliyoruz. Akıllarınca İslam devleti kurduklarını iddia eden bu nadanlar, maalesef fikrî arkaplanı olmayan, şiddeti cihad zanneden zayıf  karakterli kimselerdir.

İmam’a göre güçlü müminin başka bir özelliği de hiçbir şartta istikametten ayrılmaması, doğru bildiği yolda yürümesidir. O, İslam’ın emir ve yasaklarını zamane insanlarının arzularına göre eğip bükmeden güzelce yaşar, dini yaşantısını insanların keyfine göre değil de Allah’ın rızasına göre ayarlar, zayıf Müslüman ise zor zamanda istikametten ayrılır, dininden taviz verir. İmam istikametin ehemmiyetini şu sözleri ile anlatır: “İstikâmete ulaşmak için bütün gücünle gayret etmelisin, aksi hâlde boşuna kürek çekip durursun.” (Mektubat, c.II, 140.)

Netice olarak İmam’a göre güçlü mümininin böyle olmayanlardan en büyük farkı İslam’ın güzel ahlakını hem yaşaması hem de yaşatmaya çalışmasında yatar. O şer’i hükümlerin uygulanması için elinden geleni yapar, böyle yapan müminler sadece kendi şahsi kurtuluşları için ibadet ile meşgul olan sufilerden de üstündür. Zira dini kendi ferdi hayatlarının dışında topluma mal etmeye çalışanlar gerçek Peygamber varisi olmakta ve bir bakıma onun vazifesini devam ettirmektedirler:

Eğer yaptığınız hizmeti, şerî hükümleri uygulama işiyle birleştirirseniz peygamberlerin (s.a.v.) vazifesini yerine getirmiş ve bu sağlam dîne hizmet etmiş ve onu yüceltmiş olursunuz. Biz sûfîler ise yıllarca çalışıp ruhumuza azap etsek mücâhede de bulunsak bu konuda size yetişemeyiz.” (c.II, m. 54)

OTURANLAR İLE ÇALIŞANLARIN MÜKAFATI BİR OLMAYACAK

Bununla beraber unutmayalım ki mümin zayıf da olsa Allah katında kıymetlidir. Onlarda da hayır vardır. Bu sebeple güçlü mümin olduklarını düşünenler, zayıfları hor görmemeli onları aşağılamamalıdır. Her mümin Hz. Ebubekir Efendimiz gibi tüm varlığını İslam’a veremeyebilir, nitekim sahabeden de İslam’ın şartlarını asgari şekilde yapmak için Peygamber Efendimiz ile pazarlık yapanlar çıkmıştır. Zahiren vazifelerini yerine getirdiği sürece bizim için asıl olan müminlerin tümü hakkında hüsn-i zanda bulunmaktır. İnsanların iç alemini ancak Rabbimiz bilir. Bununla birlikte oturanlar ile çalışanların mükafatı bir olmayacaktır.

Rabbimizden niyazımız bizleri zor zamanlarda İslam’ı yaşayan ve yaşatan güçlü mümin eylemesidir. En iyisi varken daha azına razı olmak düşük himmetli olmaktır. Allah Teala hepimizi âli himmetli, aksiyoner mümin eylesin. Amin.

Kaynak: Prof. Dr.  Süleyman Derin, Altınoluk Dergisi, Sayı: 385

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.