Fatma Sultan Camiî’nin Hazin Hikâyesi

Sultan Üçüncü Ahmet’in kızı olan Fatma Sultan tarafından yaptırılan Fatma Sultan Camii’nin hazin hikâyesini, Dursun Gürlek yazdı.

İstanbul’un kadim semtlerinden biri olan Cağaloğlu ve çevresi tam bir tarihi eserler hazinesidir. Hiç tereddüt etmeden söylemek gerekirse bu hazinenin asıl pırlantalarını da ecdat yadigârı olan camiler ve mescidler teşkil etmektedir. Küçüklü büyüklü bu âbidelerden her birinin bir yapılış ve yıkılış hikâyesi var.

Evet efendim, Osmanlı devlet adamlarının ve bazı hayırsever kimselerin bu semtte inşa ettirdikleri ibadethanelerin bir kısmı şu veya bu sebeple yok edildi. Kimi satıldı, kimi kör kazmanın zulmüne maruz kaldı, kimi de süfli işlerde kullanıldı, gayr-i ahlaki eğlencelerin merkezi haline getirildi. Mesela Sirkeci’den Cağaloğlu’na çıkarken sol köşede bulunan Vezir Camii işte böyle yıkılıp yeri gazino olarak kullanıldı. İstanbul’a ilk geldiğim yıllarda bu çalgılı gazinonun önünden ben de çok geçtim ama orasının Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından 1670’li yıllarda yapılan zarif bir mescid olduğunu bilmiyordum. Hamdolsun, şimdilerde yine cami olarak hizmet vermeye devam ediyor.

Şimdi yokuşu biraz daha tırmanalım, Cağaloğlu meydanına gelelim, Mahmud Nedim Paşa türbesini arkamıza alıp karşıdaki Cezeri Kasım Paşa Camii’ni seyrü temaşa edelim. Seksenli yıllarda, o semtteki bir gazetede çalıştığım için biliyorum. Adı geçen mabed mevcut değildi ve arsasında da bir büfe vardı. 16.yüzyılda inşa edilen bu cami 1860’da yandı. 1868’de Sultan Abdülaziz kâgir olarak yeniden inşa ettirdi. 1957’de yol genişletme ve çevre düzenleme faaliyetleri esnasında yıktırıldı. Arsası uzun yıllar otopark olarak kullanıldı. 1984’de Türkiye Diyanet Vakfı ile ilçe müftüsünün önderliğinde ve halkın desteği ile yeninde asli kimliğini kazanıp cami haline geldi. Altında Diyanet Vakfı’nın kitap satış yeri bulunmaktadır.

FATMA SULTAN CAMİÎ’NİN HAZİN HİKÂYESİ

Yine Cağaloğlu’nu süsleyen ama daha sonraki yıllarda yıkım felaketine maruz kalan bir külliye vardı ki, o da Fatma Sultan Camii ve Gümüşhaneli Dergâhı adını taşıyordu. Bu caminin ve dergâhın İstanbul valiliğinin tam karşısında bulunduğunu ve ellili yılların sonunda sudan sebeplerle yıkıldığını bu mübarek şehrin tarihine az çok ilgi duyan bir kimse olarak ben de biliyordum. Son yıllarda yeniden yapılmak üzere faaliyete geçildiğinden ve etrafının çevrildiğinden de haberdardım. Önünden ve yanından her geçişimde de niye bu kadar bekletiliyor, neden inşasına başlanmıyor diye düşünmekten de kendimi alamıyordum. Geçen gün, yine oradan geçerken minaresinin yükseldiğini gördüm ve galiba yakında mü’minleri sevindirecek diye büyük bir memnuniyet duydum. Birkaç metre ilerisindeki Nallı Mescid’in de, kaybettiğim kardeşime kavuşmak üzereydim diye mutluluk duyduğunu hisseder gibi oldum.

Fatma Sultan Camii ve Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi Dergâhı hakkındaki en ayrıntılı bilgiler rahmetli Prof. Dr. Semavi Eyice’nin, “Prof. Dr. Sabri Ülgener’e Armağan” için kaleme aldığı makalede veriliyor. Oradan yapacağımız kısmi nakillerle iç içe olan Fatma Sultan Camisiyle Gümüşhaneli Dergâhı hakkında bilgi sahibi olmaya çalışalım.

Orijinal ismi “Hadikatü’l - Cevami” olan ve Ayvansaraylı Hafız Hüseyin Efendi tarafından kaleme alınan Camiler Kitabında da kaydedildiğine göre, bu caminin yerinde daha önce terzibaşlarından Piri Ağa isminde birinin mescidi vardı. Sultan Üçüncü Ahmed (1703-1730)’in sadrazamı Damat Nevşehirli İbrahim Paşa bu mescidin bitişiğine bir mescid yaptırınca zevcesi olan Fatma Sultan da mescidi yeniden inşa ettirdi.

Bu caminin yapılışı hakkında Hadikatü’l - Cevami’den sonra en geniş malumat, o yıllarda yaşamış olan ve Küçük Çelebizade diye bilinen İsmail Asım Efendi’nin (1706) tarihinde bulunuyor.

Bu kaynaktan anlaşıldığına göre, Fatma Sultan’a ait sarayın hemen yakınında olan Piri Ağa Mescidi o zamanlar harap bir haldedir. Bir gün Fatma Sultan bunu görüyor, kendi sarayının arsasından bir parçasını ifraz ederek burada öncekinden daha büyük, kâgir ve tuğla minareli bir cami yapılmasını emrediyor. İçi güzel avizelerle ve kandillerle süslenen bu cami 1727 yılı Rebiülevvelinin sekizinde bir Cuma günü açılıyor.

Sultan Üçüncü Ahmed ile damadı sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa Cuma namazını burada kılıyor. O gün ilk vaaz Şeyh Yahya Efendi tarafından veriliyor. Padişah da, “Fatma Sultan, Allah camiin etsün kabul” mısraı ile tarih düşürüyor. Fatma Sultan da ayrıca kendi camiini ziyaret ederek büyük ihsanda bulunuyor. Şeyhe, vaiz Hasan efendi ile mütevelli, katip, imamlar ve hatibe Galata Voyvodası Ahmed Ağa, Mimar Ağa’ya samur kürkler, müezzinbaşı, ve devrhanlara çuha feraceler ile dört müezzin, beş kayyum, bir kandilci ve beş aşır okuyanlara onar kuruş veriyor. Bu hediyeler listesi Fatma Sultan Camii’nin ne kadar geniş bir hizmetli kadrosuna sahip olduğunu açıkça gösteriyor.

Adından bahsettiğimiz kaynakta bu hayırsever Osmanlı hanımefendisi hakkında da şu bilgiler veriliyor: Sultan Üçüncü Ahmed’in kızı olan Fatma Sultan 22 Eylül 1704’de Padişahın ilk kızı olarak Gülnuş Emetullah Kadın’dan dünyaya geldi. Silahtar Ali Paşa’ya nikâhlandı. Bu paşanın Petervaradin’de şehit olması üzerine genç yaşında, Nevşehirli İbrahim Paşa ile evlendirildi. İstanbul’u mahveden Patrona ayaklanmasında babasının tahttan indirilip kocasının öldürülmesinden üç yıl sonra 29 yaşında vefat etti. Yeni Cami haziresine defnedildi. İbrahim Paşa’dan olan oğlu Mehmet Bey de 1737/38’de vefat ederek annesinin yanına gömüldü.

 Fatma Sultan Camii’nin tarihçesine gelince, Ekim 1755 gecesi çıkan Hocapaşa yangınında, Babıali ve bütün çevresi harap olduğuna göre, bu camiin de yanmış olacağına ihtimal verilebilir. Şemdânizâde tarihinde, 1761-62 yılı olayları arasında yıldırım isabeti ile Yeni Valide Sultan Camii’nin minaresi ile Fatma Sultan Camii’nin de yıkıldığı belirtilmektedir. Eğer bu yıkılan cami, Paşakapısı – Babıali’deki ise, bu tarihte önemli ölçüde bir zarar görmüş olması gerekir. Kasım 1808’de Alemdar Vak’ası adı verilen ve Alemdar Mustafa Paşa’nın ölümü ile ilgili olay sırasında Babıali yanarken yine Fatma Sultan Camii’nin de harap olması kuvvetle muhtemeldir. Nihayet Ağustos 1826’da meydana gelen ikinci Hocapaşa yangınında bu caminin bir daha harap olduğunu kesinlikle söylemekle mümkündür.

Fatma Sultan Camii, on dokuzuncu yüzyılın ortalarında, 1863-64’den sonra, Gümüşhaneli Ahmed Ziyaeddin Efendi’nin kurduğu Nakşıbendi tarikatinin Halidi kolu dergâhına bağlandı. Bu müessese tekke, dergâh ve zaviyelerin 1925’de resmen kapatılışına kadar, İstanbul’un en başta gelen tarikat merkezlerinden biri oldu. Buradaki Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi dergâhının kapanmasıyla Fatma Sultan Camii de hizmet dışı bırakıldı. Uzun yıllar cami ve bitişiğindeki dergâh binası ile şeyh meşrutası, komşusu olan Vilayet’te görevli jandarmalara tahsis edildi. Yatakhane ve elbise deposu olarak kullanılıyordu. 1950 yıllarında İstanbul’un kadro dışı bırakılan bazı camileri “Türkiye Anıtlar Derneği” adındaki bir kuruluş tarafından hayırseverlerin maddi yardımları ile kurtarılıp onarılarak yeniden ibadete açıldıklarında, Fatma Sultan Camii de, ele alınacak camiler listesine konulmuştu.

Fakat hiçbir girişimde bulunulamadan 1956-1957 yıllarındaki “imar” adı altında yapılan yıkımların birinde Fatma Sultan Camii yanındaki bütün ek binalarla birlikte, birkaç gün içinde yıkılıp hiçbir iz kalmamacasına yok edildi. Bu yıkımlarda, binaların tarih ve sanat değeri üzerinde durulmadığından ve hatta yıkılmasına muhakkak surette lüzum olup olmadığı araştırılmadığından Fatma Sultan Camii de birkaç gün içinde İstanbul topografyasından silindi. Müjdeler olsun, Fatma Sultan Camii bugünlerde ihya ediliyor. Gümüşhaneli Dergâhı’nı da inşallah gelecek yazıda anlatırız.

Kaynak: Dursun Gürlek, Altınoluk Dergisi, Sayı: 454

İslam ve İhsan

CAMİLER VE KÜLLİYELER

Camiler ve Külliyeler

DÜNYANIN EN ESKİ CAMİLERİ

Dünyanın En Eski Camileri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.