
Enbiyâ Suresi 32. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Enbiyâ Suresi 32. ayeti ne anlatıyor? Enbiyâ Suresi 32. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...
Enbiyâ Suresi 32. Ayetinin Arapçası:
وَجَعَلْنَا السَّمَٓاءَ سَقْفًا مَحْفُوظًاۚ وَهُمْ عَنْ اٰيَاتِهَا مُعْرِضُونَ
Enbiyâ Suresi 32. Ayetinin Meali (Anlamı):
Gökyüzünü de korunmuş bir tavan halinde yarattık. Böyle iken inkârcılar, gökyüzünde ilâhî kudret ve azameti gösteren bunca delil ve mûcizeyi görmek istemiyor, onlardan yüz çeviriyorlar.
Enbiyâ Suresi 32. Ayetinin Tefsiri:
Dünyayı
saran atmosfer ve onun ötesindeki gök cisimleri akılları hayrete düşürecek bir
nizam ve âhenk içinde yaratılmıştır ve bu nizam muhafaza edilmektedir. Allah
göğü tavan şeklinde yapmış olup, onu düşmekten ve çökmekten korumaktadır.
Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“Kendi
izni olmadan yerin üzerine düşmesin diye göğü de Allah tutmaktadır.” (Hac 22/65)
“Allah’ın
varlığının delillerinden biri de, göğün ve yerin O’nun emir ve kanunları
sâyesinde mevcut halleriyle ayakta durmasıdır.” (Rûm 30/25)
Cenâb-ı
Hak göğü şeytanların çıkıp oranın esrarına vakıf olmalarından da korumaktadır.
Nitekim: “Biz, göğü taşlanan ve kovulan bütün şeytanlardan koruduk”
(Hicr 15/17) âyeti bunu beyân eder.
Âyet-i
kerîmeden şu işâri mâna anlaşılabilir: “Zâhiren baktığımızda kâinatta gök
vardır, yer vardır. Gök, içinde aydınlatıcı cisimlerin de bulunduğu tavan
şeklinde, yer ise insanların üzerinde yaşayacağı bir döşek şeklinde
yaratılmıştır. Aynı şekilde nefislerin, taâtin meskeni olan yerleri vardır.
Kalp semâsında ise akıl yıldızı, ilim ayı, tevhid ve irfân güneşi vardır.
Yıldızların gökteki şeytanları taşlamak vazifesi olduğu gibi, ilim ve irfan da
kalbe arız olan şeytanları taşlar. İnsanlar gökte olup biten ibretli
hadiselerden gafil olup onlar üzerinde tefekkür etmedikleri gibi, avamdan olan
kimseler de kalp âleminde olup biten ibretli ve esrârengiz hadiselerden
bihaberdirler. Bunu ancak bilse bilse çok seçkin insanlar bilebilir. (Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât,
II, 291)
Günümüzdeki
ilmî tespitler ışığında hâdiseye bakıldığında atmosferle ilgili şu dikkat
çekici gerçekler karşımıza çıkar:
Atmosfer; kabaca, % 77 azot, % 21 oksijen ve % 1 nispetinde
karbondioksit ve argon gibi diğer gazların karışımından ibarettir. Oksijen %
21’in üzerinde her yüzde bir arttığında, bir yıldırımın orman yangını başlatma
ihtimali % 70 artar. %25’ten yüksek bir oksijen nispeti ise, şu an
kullandığımız bitkisel gıdaların büyük bir çoğunluğunun yanıp kül olması
demektir. Oksijen ve karbondioksit sürekli kullanılıyor olmasına rağmen
havadaki nispetleri devamlı muhâfaza edilmektedir.
Devamlı olarak ciğerlerimize havayı çeker, sonra da geri veririz.
Atmosferdeki oksijen nispetinin teneffüs için ideal yoğunlukta bulunması, bu
işin tesadüfle alâkalı olmadığını gösterir. Vücudumuzu oksijene muhtaç yaratan
Rabbimiz, onu bize en güzel şekilde bahşetmiştir. Hava almak için uzağa gitmeye
çalışıp çabalamaya, ücret ödemeye gerek yoktur, ihtiyaç hissedince hemen
burnumuzun dibindedir.
Atmosferi teşkil eden gazlar, santimetrekare alan başına yaklaşık
1 kg’lık bir kuvvetle tesir etmektedir. Bu, insan vücudunun yaklaşık 15 ton
havanın ağırlığı altında olması demektir. Dışta hava basıncı ne kadarsa,
içimizden dışarıya doğru da tam o kadar basınç vardır. Bu denge bozulduğu
takdirde insan hayatı tehlikeye girer.
Güneşin yeryüzüne farklı şiddetlerde ısı vermesi, atmosfer
sahnesindeki hava kütlelerinin de farklı surette ısınmasına yol açar ve ısınan
hava aldığı emirle derhal yukarı çıkar. Sonra yerine soğuk hava gelir. Neticede
minik hava zerreleri rüzgâr hâlinde dağ, dere, çöl, orman koşmaya başlar.
Zerreler bu seyahatleri esnasında binlerce tohumu diyardan diyara taşırken, her
biri bir vazife ile yaratılan bitkilerin çoğalıp yayılmasına da vesile olurlar.
Hava, zarif omuzlarında binlerce ton suyu taşıdığı gibi, binlerce kişilik
uçakları da taşır; ışığı yayar, harareti dağıtır; kulağımıza yüzlerce farklı
dalga boyunda sesi, burnumuza çeşit çeşit kokuları birbirine karıştırmadan
getirir.
Jüpiter, satürn ve ay engelini geçen göktaşları yerin çekimine
kapılınca müthiş bir süratle atmosfere girer. Yıldız kayması da dediğimiz bu
hâdisede göktaşları havayla temas edince yanar ve mezosfer içinde toz hâline
gelir. Eğer korunmuş tavan olan atmosfer gibi bir kalkana sahip olmasaydık,
başımıza, tam deyimiyle taş yağardı. Halbuki Cenâb-ı Hakk’ın nihâyetsiz
merhametinin eseri olarak başımıza gökten yağan bu gülleler daha yere ulaşmadan
toz hâline getirilir. Sonra bu toz zerreciklerinin her biri bir yağmur
taneciğine çekirdek olur. (bk. Bir Çekirdekti Kâinat, s. 118-128)
Bütün
bunlara rağmen inkâr edenler gökteki bu ibret işaretlerinden, Allah’ın
varlığını ve birliğini gösteren apaçık delillerden, O’nun âşikâr kudret
nişânelerinden yüz çevirmektedirler. Halbuki bu ibretli varlıklar ve olaylar,
dillerinden anlayabilenler için Yaratan’larının nihâyetsiz kudret ve azameti
hakkında neler anlatırlar neler!..
Gece
ve gündüz, güneş ve ay da böyle:
Enbiyâ Suresi tefsiri için tıklayınız...
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Enbiyâ Suresi 32. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...
YORUMLAR