En Uzun Dehşet Ânı

Kıyamet gününde bizi neler bekliyor? Peygamberimiz (s.a.s.) nasıl şefaat edecek? Sırat köprüsünden geçerken ne denecek? Kulun en uzun dehşet anı....

Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle nakleder:

Bir yemek dâvetinde Resûlullah (s.a.s.) Efendimiz ile beraber bulunuyorduk. Kendisine etin kol tarafı ikram edildi. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Efendimiz etin kol tarafını severdi. Ondan bir lokma kopardıktan sonra şöyle buyurdu:

KIYAMET GÜNÜNDE BİZİ NELER BEKLİYOR?

“Kıyamet gününde insanların efendisi benim. Bu da neden biliyor musunuz? Allah Teâlâ gelmiş gelecek bütün insanları düz bir yere toplayacak. Orası, insanlara bakan kimsenin hepsini görebileceği, onlara çağıranın hepsine sesini duyurabileceği bir yerdir. Güneş onlara yaklaşacak, insanlar sıkıntıdan ve kederden artık dayanamayacak hâle gelince; ki diğer bir rivayette bu bekleyişin 70 sene süreceği haber verilir (İshâk bin Râhûye, Müsned, I, 84/10; Beyhakî, el-Baʻs ve’n-nüşûr, I, 336/609.) birbirlerine:

«–İçinde bulunduğunuz sıkıntıyı, başınıza gelen hali görmüyor musunuz? Hâlinizi Rabbinize arz ederek size şefaat edecek birini bulmayı düşünmüyor musunuz?» diyecekler. Bazıları ötekilerine:

«–Babanız Âdem’e gidiniz!» diyecekler. Hz. Âdem’e gelip:

«–Ey Âdem! Sen insanların babasısın. Seni Allah kudret eliyle yarattı. Sana kendi rûhundan üfledi. Meleklere sana secde etmelerini emretti, onlar da secde ettiler. Seni cennete yerleştirdi. Rabbine varıp bizim için şefaat et. İçinde bulunduğumuz hali, başımıza gelen derdi görmüyor musun?» diyecekler. O da:

«–Bugün Rabbim çok gazaplı. Ne daha önce böylesine gazaplandı ne de bundan sonra böyle gazaplanır. Rabbim o ağaca yaklaşmamı yasakladı, ama ben O’nu dinlemedim. Asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtaçtır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin; Nûh’a gidin!» diyecek. Onlar da Hz. Nûh’a gelerek:

«–Ey Nûh! Sen yeryüzü halkına gönderilen Rasûllerin ilkisin. Allah Teâlâ sana “çok şükreden kul” demişti. İçinde bulunduğumuz perişan hali görmüyor musun? Başımıza gelenleri görmüyor musun? Rabbinin huzurunda bize şefaat etmeyecek misin?» diyecekler. O da:

«–Bugün Rabbim benzeri görülmedik şekilde gazaplıdır. Ne daha önce böylesine gazaplandı ne de bundan sonra böyle gazaplanır. Benim bir duam vardı; onu da kavmimin aleyhine kullandım. Asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtaçtır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin. İbrâhim’e gidin!» diye karşılık verecek. Onlar da İbrâhim’e gelerek:

«–Sen Allah’ın peygamberisin, yeryüzü halkı içinde Allah’ın halili/dostu sensin. Rabbinin huzurunda bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz perişan hali görmüyor musun?» diyecekler. O da şunları söyleyecek:

«–Bugün Rabbim benzeri görülmedik şekilde gazaplıdır. Ne daha önce böylesine gazaplandı ne de bundan sonra böyle gazaplanır. Ben vaktiyle üç yalan söylemiştim. Asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtaçtır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin; Mûsâ’ya gidin!» Onlar da Hz. Mûsâ’ya gelerek şöyle diyecekler:

«–Ey Mûsâ! Sen Allah’ın Rasûlüsün. Allah sana peygamberlik vermek ve seninle konuşmak suretiyle seni diğer insanlardan üstün kılmıştır. Rabbinin huzurunda bize şefaat et. İçinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?» O da:

«–Bugün Rabbim benzeri görülmedik şekilde gazaplıdır. Ne daha önce böylesine gazaplandı ne de bundan sonra böyle gazaplanır. Ben öldürülmesine dair emir almadığım bir adamı öldürdüm. Asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtaçtır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin; Îsâ’ya gidin!» diyecek. Onlar da Hz. Îsâ’ya gelerek:

«–Ey Îsâ! Sen Allah’ın Rasûlü, O’nun Meryem’e yönelttiği kelimesi ve O’nun yarattığı bir ruhsun. Sen daha beşikte iken insanlarla konuştun. Rabbinin huzurunda bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz perişan hali görmüyor musun?» diyecekler. Hz. Îsâ da:

«–Bugün Rabbim benzeri görülmedik şekilde gazaplıdır. Ne daha önce böylesine gazaplandı ne de bundan sonra böyle gazaplanır, diyecek, ama bir günah zikretmeyecek. Sonra da, asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtaçtır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin; Muhammed’e gidin!» diyecek.”

Başka bir rivayete göre Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Onlar da bana gelerek:

«–Yâ Muhammed! Sen Allah’ın Rasûlü ve son peygambersin. Allah Teâlâ senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını bağışlamıştır. Rabbinin huzurunda bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz perişan hali görmüyor musun?» diyecekler. Ben de yürüyüp Arş’ın altına geleceğim, Rabbime secdeye kapanacağım. Bu secde tam bir hafta sürecek. (Ahmed bin Hanbel, Müsned, I, 4; İbn-i Hibbân, Sahîh, XIV, 394; Heysemî, X, 374s.) Sonra Allah Teâlâ daha önce kimseye öğretmediği en güzel hamd ü senâyı bana ilham edecek. Sonra bana hitaben:

«–Yâ Muhammed! Secdeden başını kaldır! İste! İstediğin sana verilecek. Şefaat et, şefaatin kabul edilecek!» buyuracak. Ben de başımı secdeden kaldıracağım ve:

«–Yâ Rabbî! Ümmetimi bana bağışla! Yâ Rabbî! Ümmetimi kurtar! Yâ Rabbî! Ümmetimi bağışla!» diye yalvaracağım. O zaman bana:

«–Yâ Muhammed! Ümmetinden hesaba çekilmeyecek olanları cennet kapılarının en sağındaki Bâbü’l-eymen’den içeri al! Onlar başkalarıyla beraber cennetin diğer kapılarından da gireceklerdir!» buyrulacak.

Canımı kudretiyle yaşatan Allah’a yemin ederim ki, cennet kapılarının iki kanadı arasındaki mesafe, Mekke ile (Bahreyn’deki) Hecer veya Mekke ile (Suriye’deki) Busrâ arasındaki mesafe kadar geniştir.” (Buhârî, Enbiyâ 3, 9, Tefsîr, 17/5; Müslim, Îmân 327, 328. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 10)

Diğer bir rivayete göre Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, bu şefaat-ı uzmâ hadîsinin sonunda şöyle buyurmuştur:

“…Mü’minler, cehennemden kurtulunca, orada kalan din kardeşlerinin kurtulması için Cenâb-ı Hakk’a ısrarla yalvarıp yakarır, yüksek sesle dua ederler. Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki; sizden hiç biriniz, hasmından hakkını tam olarak alma husûsunda, mü’minlerin kıya­met günü cehennemdeki kardeşlerini kurtarmak için Allah’a yalvarmalarından daha fazla niyazda bulunamaz.

«−Ya Rabbena! (Bu cehennemde kalan kardeşlerimiz) bizimle bir­likte oruç tutar, namaz kılar ve hac ederlerdi» diye niyazda bulunurlar. Bunun üzerine kendilerine:

«−Haydi, tanıdıklarınızı çakarın; bundan böy­le onların suretleri cehenneme haram olur.» denilecek; onlar da kimi ba­caklarının yarısına kadar, kimi dizlerine kadar ateşe dalmış pek çok kim­seleri cehennemden çıkaracaklar. Sonra:

«−Ya Rabbena! Senin bize çıkarmayı emir buyurduklarından cehennemde hiç kimse kalmamıştır» diyecekler. (Fakat Teâlâ hazretleri:

«−Dönün, kalbinde dinar ağırlığında hayır olan her kimi bulursa­nız onu da çıkarın!» buyuracak. (İman ettikten sonra gizli zikir, yoksula şefkat, Allah’tan bir an korkmak, güzel bir niyet gibi ufacık da olsa bir amel-i sâlih yapan kimseler kastediliyor.) Bunun üzerine yine pek çok kimseleri çı­karacaklar. Sonra (tekrar):

«−Yarabbi! Senin emir buyurduklarından tek bir kimse bırakmadık.» diyecekler. Hak Teâlâ Hazretleri:

«−Geri dönün! Kalbinde yarım dinar miktarı hayır olan her kimi bulursanız onu da çıkarın.» buyuracak; yine pek çok kimseleri çıkaracaklar. Sonra:

«−Ya Rabbi! Senin emir buyurduklarından cehennemde tek bir kimse bırakmadık» diyecekler. Hak Teâlâ Hazretleri yine:

«−Geri dönün! Kalbinde zerre miktarı hayır olan kimi bulursanız onu da çıkarın» buyuracak. Yine birçok kimseleri çıkaracaklar. Sonra:

«−Ya Rabbi! Cehennemde hiç bir hayır (sahibi) bırakmadık» diyecekler.”

Ebû Said-i Hudri şöyle diyormuş: “Eğer bu hadis hususunda beni tasdik etmiyorsanız Teâlâ Hazretlerinin:

«Şüphesiz kî, Allah zerre kadar zulmetmez, eğer (yapılan) bir hasene olursa kat kat artırır. Ve kendi tarafından pek büyük bir mükâfat ihsan eder.» (Nisa, 40) âyetini okuyuverin.”

“Mü’minlerin, cehennemde hiç bir hayır (sahibi bırakmadık) demeleri üzerine Allah Azze ve Celle Hazretleri:

«−Melekler şefaat etti, peygamberler şefaat etti, mü’minler de şefaat etti, (o halde) Erhamu’r-Râhimîn’den başka şefaat edecek kalmadı» buyuracak cehennemden bir kabza alacak. (Bununla) cehennemden, hiç hayır işlememiş; âdeta kömüre dönmüş bir takım insanlar çıkaracak ve onları cennet yolları üzerinde olup, hayat nehri adı verilen bir nehre atacak, o nehirden onlar selin getirdiği millerin içinde biten ot gibi çıkacaklar. Görmüyor musunuz sel atıkları içinde biten ot, taş altında da, ağaç altında da biter. Güneşe bakan ta­rafı bir parça sarımtırak ve yeşilimtırak olur. Gölgede kalan tarafı ise bem­beyaz kalır.”

Bu son söz üzerine ashâb-ı kirâm:

“−Ya Resûlallah, galiba siz çölde çobanlık yapmışsınız?” dediler. Rasûlullâh (s.a.s.) sözlerine devamla:

“Artık hayat nehrinden boyunlarında inciden gerdanlıklar olduğu halde çıkarılacaklar. Cennetlikler onları (bu alâmetle) tanıyacaklar. «İşte işlenmiş bir amelleri ve takdim ettikleri bir hayırları olmaksızın Allah’ın cennete koyduğu, Allah’ın âzadlıları bunlardır» diyecekler. Sonra Allâh Teâlâ hazretleri:

«−Cennete buyurun, (orada) gördüğünüz her şey sizindir.» di­yecek. Onlar da:

«−Ya Rabbena! Şu âlemde hiç bir kimseye vermediğin ih­sanı bize verdin» diye mukabele-i şükranda bulunacaklar. Bunun üzerine Hak Teâlâ hazretleri:

«−Size bundan daha üstün bir atiyyem var» buyuracak. Cennetlikler:

«−Ya Rabbena! Bundan daha üstün ne olabilir?» diyecekler. Hak Teâlâ haz­retleri:

«−Benim rızam! Bundan böyle ebediyyen size gadab etmeyeceğim bu­yuracak.»” (Müslim, İman, 302)

PEYGAMBERİMİZİN ALLAH’TAN ŞEFAAT İSTEMESİ

“…Rabbimden şefaat için izin isterim. Bana izin verilir. Rabbimin huzûrunda durup O’nu şimdi bilmediğim şekilde hamd ederim. Bu hamd cümlelerini o vakit Allah Teâlâ bana ilham eder. Sonra O’nun için secdeye kapanırım. Bana:

«‒Ey Muhammed! Başını kaldır ve söyle, sözün dinlenecek; iste, arzun yerine getirilecek; şefaat et, şefaatin kabul edilecek!» buyrulur. Ben de:

«‒Rabbim, ümmetim, ümmetim!» derim. Bana:

«‒Git, kimin kalbinde buğday veya arpa tanesi ağırlığınca îman varsa onu cehennemden çıkar!» buyrulur. Ben de gider söyleneni yaparım.

Sonra tekrar Rabbimin huzûruna dönüp O’na bu hamd cümleleri ile hamd ederim…”

Efendimiz’in (s.a.s.) ikinci mürâcaatında kendisine kalbinde hardal tanesi ağırlığınca, üçüncü mürâcaatında ise hardaldan çok daha azın azın azı kadar îmân olan kimseleri cehennemden çıkarması söylenecektir. (Müslim, Îmân, 326)

 SIRAT KÖPRÜSÜNDEN GEÇERKEN OKUNACAK DUA

Allah Resûlü (s.a.s.) o dehşet verici anlardan şöyle bahseder:

“Sırat Köprüsü’nde mü’minlerin şiârı: «Yâ Rabbî, selâmet ver, selâmet ver!» duasıdır.” (Tirmizî, Kıyâmet, 9/2432)

“…Sırat’tan ilk geçenleriniz şimşek süratiyle geçerler… Sonra rüzgâr gibi, sonra kuşun uçuşu ve bir adamın hızla koşması gibi geçerler. Onları bu şekilde amelleri geçirir. Bu esnâda sizin Peygamberiniz de Sırat’ın başında durur ve devamlı olarak:

«Yâ Rabbî, selâmet ver, selâmet ver!» der. İnsanların amelleri kendilerini Sırat’tan geçiremez hâle gelinceye kadar bu durum böyle devam eder. Hatta bir kişi gelir, yürümeye güç yetiremez de sürünerek gitmeye çalışır. Sırât’ın iki tarafında asılı çengeller vardır. Bunlar emrolundukları insanları yakalamakla vazifelidirler. İnsanların bir kısmı bu çengeller tarafından tırmalanmış ve yaralanmış vaziyette kurtulur, bir kısmı da cehenneme atılıverir.” (Müslim, İman, 329)

Kaynak: Dr. Murat Kaya, kuranvesunnetyolunda.com

İslam ve İhsan

ŞEFAAT NE DEMEK?

Şefaat Ne Demek?

PEYGAMBER EFENDİMİZİN ŞEFAATİ

Peygamber Efendimizin Şefaati

PEYGAMBER EFENDİMİZ KİMLERE ŞEFAAT EDECEK?

Peygamber Efendimiz Kimlere Şefaat Edecek?

ŞEFAAT İLE İLGİLİ AYETLER VE HADİSLER

Şefaat İle İlgili Ayetler ve Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.