Ebû Sa'lebe El Huşeni (ra) Kimdir?

 Ebû Sa’lebe el-Huşeni (r.a.) Kostantiniyye Fethine katılan suffe ehli bir sahâbi!..

Hayber Fethinden önce Medine-i Münevvere’ye gelip bizzat Rasûlullah (s.a.) Efendimizin sohbetini dinleyerek Müslüman olan bir yiğit!.. Yemen’de İslâmiyetin yayılmaya başladığı sırada gönlünü İslâm’ın nûruna açarak Medine-i Münevvere’ye gelen ve İslâm’la şereflenen bir bahtiyar!..

O, Yemen’de yaşayan Kuzaa kabilesinin el-Huşeni koluna mensubtur. Ebu Sa’lebe künyesidir. İsminden çok künyesiyle meşhur olmuştur. Asıl adı, Cürhüm b. Nâşib olduğu rivayet edilmektedir. O, avı bol olan bir bölgede doğup büyüdüğü için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e avlanma konusunda çok soru sormuştur. Av ile ilgili bilgilerin, İslâmî ölçülerin açıklandığı beş hadis-i şerif’in bizlere ulaşmasına vesile olmuştur!..

O, İslâm’a girdikten sonra Rasûlullah (sav) ile birlikte Hudeybiye’ye gitti. Orada ağaç altında Bey’atü’r-Rıdvan’da bulundu. Fahr-i Kâinat Efendimizin uğrunda ölmeyi göze aldığını gösterdi. (İsabe, VII, 58; İstiab, 4/1618)

İslâm ordusuna katılarak Hayber’e gitti. Orada Yahudilerle kahramanca savaştı. Hayber ganimetinden pay aldı. O güne dair hâtırâsını rivayet ettiği hadis-i şeriflerde şu şekilde nakleder:

Ebû Sa’lebe el-Huşeni (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

“- Sefer esnasında ordu bir yerde mola verip konakladığında, ashab-ı kiram dağ eteklerine, yamaçlara doğru dağılmışlardı. Rasûl-i Ekrem (sav) Efendimiz ashabının bu hareketini hoş karşılamadı ve onlara hitaben:

“- Sizin şu dağ eteklerine ve vâdilere dağılmanız ancak şeytandandır” buyurdu.

Bundan sonra ordu, bir yerde konakladığında hep birbirlerine yakın oturdular ve hiç dağılmadılar. Öyle ki, üzerlerine bir yaygı atılsa hepsini örter ve kaplardı.” (Ebu Davud, Hadis no: 2628)

Muhtemel ki Rasulullah Efendimiz, sahabe-i kiramın böyle etrafa dağılmalarını güvenlik açısından mahzurlu bulmuştur.

EŞEK ETİ HELÂL Mİ?

Yine Ebû Sa’lebe (r.a.) anlatıyor:

“- Rasûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz ile birlikte Hayber Savaşına katıldım. Yiyecek erzakımız tükenmişti. İyice acıkmıştık. Yol boyunca evcil eşeklere rastlamıştık. Onları yakalayıp kestik. Bu durumdan Rasûlullah (s.a.) Efendimiz haberdar olunca Abdurrahman ibni Avf (r.a.)’a:

“Eşek eti helal değildir” diye seslenmesini emretti.

Abdurrahman ibni Avf (r.a.) ashâbın yanına giderek:

“- Ben Allah Rasûlünün elçisiyim. Rasûlullah (s.a.), eşek eti helal değildir buyuruyor” diye ilân etti. (Buhari, Zebaih, 29; Müslim, Sayd, 12.)

Hayber’de Yahudiler kalelerini çok uzun müddet ellerinde tutacaklarını sanıyorlardı. Allah Teâlâ kısa sürede hezimete uğratarak onları zelil etti.  Onlardan koyun, keçi, inek ve binek hayvanı gibi pek çok ganimetler aldık. Ayrıca pek çok savaş malzemesi ve mancınık elde ederek geri döndük. (Vakıdî, Megâzî, 2/664)

Ebû Sa’lebe el-Huşeni (r.a.) Hayber’den dönünce Mescid-i Nebi’de suffe ehliyle kaldı. Rasûl-i Ekrem (s.a.) efendimizin huzurunda bulunarak İslâm’ı ilk kaynağından öğrendi. Yeni nâzil olan âyetleri ezberleyerek ilmini artırdı. Rabbının azametini, büyüklüğünü tanımağa, kavramaya çalıştı. Rabbının sevgisi kalbinde arttıkça O’na ibadet etmekten zevk aldı.

Rabbına yakın olmanın yollarını öğrenmek için gayret etti. Bunun için her fırsatta Allah Rasûlüne soru sorarak bilgilenmeye çalıştı. Birgün Efendimize:

“- Yâ Rasûlallah! Bana helâl olanla haram olanı, iyilikle kötülüğü bildir!” dedi.

Rasûl-i Ekrem (sav) efendimiz de şöyle buyurdu:

“- İyilik, kalbin huzur bulduğu, tatmin olduğu; kötülük ise, kalbin sükunet bulmadığı, tatmin olmadığı şeydir.” (Müsned, 4/194)

O, yeni şeyler öğrenmeye karşı çok istekliydi. Zihnini meşgul eden, kalbini tırmalayan konuları bizzat Efendimize sorarak öğrenirdi.

AV VE AVLANMAK İLE İLGİLİ HADİSLER

İslâm’dan önceki hayatında ava düşkündü. Ehl-i kitab ile birlikte yaşıyorlardı. Onların kaplarından yemek yiyorlardı. Bu yaptığı doğru mu idi?

Gönlünü tırmalayan bu iki konu hakkında bilgilenmek istedi ve Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz’in huzuruna gelerek teker teker sordu:

“- Yâ Rasulallah! Benim ava düşkün köpeklerim var. Onun avı hakkında ne buyurursunuz? Bana bu konuda fetva ver” dedi.

Rasûlullah (s.a.) efendimiz de:

“- Eğer senin ava düşkün köpeklerin varsa onların sana yakaladıklarını ye” buyurdu.

Kesilmiş veya kesilmemiş olsa da yiyebilir miyim? dedi.

Resûl-i Ekrem (s.a.) “-Evet!” buyurdu.

Eğer köpek ondan yese de yiyebilir miyim? dedi.

“-Ondan yese de yiyebilirsin” buyurdu.

“- Yâ Rasûlallah! Okum hakkında ne buyurursunuz?” dedi.

“-Okun sana avladığını ye, ister kesilmiş olsun ister kesilmemiş olsun” buyurdu.

Eğer bu av gözümden bir süre kaybolmuşsa da mı? dedim.

Resûl-i Ekrem (s.a,.), “- Evet o, bozulup kokmadıkça veya onda senin okundan başka yara eseri bulunmadıkça yiyebilirsin” buyurdu.

“- Yâ Rasûlallah! Biz ehl-i kitabın bulunduğu bölgede yaşayan bir kabileyiz. Mecbur kalırsak Mecûsi kaplarında yemek yemek hakkında ne buyurursunuz?  Bunda bir sakınca var mı?”dedi.

“-Onu yıkadıktan sonra ye” buyurdu. (Ebu Davud, Hadis no: 2857)

Avlanma ile ilgili konuda daha geniş bilgiyi kendisinin rivayet ettiği beş hadis-i şerifde bulmak mümkündür. Ebû Dâvûd’un Sünen’inde bunlar ayrı ayrı nakledilmiştir.

Ebû Sa’lebe el-Huşeni (r.a.) zaman zaman gece vakti evinden dışarı çıkar ve ibretle semaya bakarak dalar giderdi. Rabbısının kudretini temaşa ederek kendinden geçerdi. O’nun yüceliğini idrak ederek kendi âcizliğini görürdü. Bu hal üzere evine döner, secdeye kapanır, doyasıya Rabbını tesbih ederdi. (İsabe, VII, 58)

Bir gün Ebû Sa’lebe (r.a.)’a şu âyet-i celile okunur ve şöyle bir soru sorulur:

“Erkek veya kadın, mü’min olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfatlarını elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.” (Nahl suresi: 97)

Bu âyette geçen “onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız” sözünden ne kastediliyor? denir.

O da şöyle tefsir eder: “-Onu öyle bir itaatle rızıklandırırız ki, itaatin lezzetini kalbinde duyar”diye cevab verir.

Ebû Sa’lebe (r.a.) Rasûlullah (s.a.) efendimizin dâr-ı beka’ya irtihalinden sonra Şam’a giderek oraya yerleşti. Bir çok savaşlara katıldı. Hazreti Muaviye zamanında Kostantiniyye fethine iştirak ettiği rivayet edilmektedir.

Cübeyir b. Nüfeyir anlatıyor:

“Hz. Muaviye zamanında Kontantınıyye fethine hazırlanan orduda Ebu Sa’lebe’yi askerlere konuşma yaparken gördüm. Onları savaşa teşvik ediyordu.” (Müsned 4/193)

O, hicretin 75. Yılında Şâm-ı Şerif’te vefat etti.

Allah ondan razı olsun. Rabbimiz bizleri Ebu Sa’lebe (r.a.) gibi ilim âşıklısı eyleyip, şefaatlerine nâil eylesin. Amin.

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 303, Mayıs 2011

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.