Dua ve Münacat Örnekleri
Dua ve münacat ne demektir? Dua ve münacat ile ilgili ayet ve hadisler nelerdir? Peygamber Efendimizin en çok okuduğu dua hangisidir? Peygamber Efendimizin ve büyüklerin Allah’a yakarışları.
Duâ ve münâcât, Allâh’ın azameti karşısında kulun, aczini îtirâf ederek muhabbet ve tâzîm hissiyâtı içinde O’ndan lûtuf ve yardım istemesidir. Münâcât, yâni duâdaki ilticâ, bir acziyet ifâdesi ve yalnız ilâhî dergâha sığınmanın bir nişânesi olduğu için dînen pek mühimdir.
Kul, Cenâb-ı Hakk’a münâcâtını, sâdece sözle değil kalben de büyük bir samîmiyetle îfâ etmelidir. Duâları, “havf ve recâ” yâni “korku ile ümit” duyguları arasında bir hâlet-i rûhiye ile yapmalıdır. Duâ yürekten gelmeli; kalp, duânın yüklendiği mânâya âit arzularla titremelidir. Aynı zamanda duâ bir günâhın affedilmesi istikâmetinde ise, o günâhın bir daha işlenmemesi husûsunda kat’î bir azim ve kararlılıkla îfâ edilmelidir. Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- şöyle buyurur:
“Nedâmet ateşiyle dolu bir gönülle ve nemli gözlerle duâ ve tevbe et! Zîrâ çiçekler, güneşli ve ıslak yerlerde açar!”
DUA VE MÜNACAT İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER
Mü’min, kulluğunun bir îcâbı olarak, her hâlükârda Rabbine yakarış hâlinde bulunmalıdır. Gerçek bir dînî terbiye de, duâ hâlini mü’minin rûhunda sürekli kılmayı hedefler. Zîrâ duâ, kalpte Allâh’a açılan en yüce kapının anahtarıdır. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Kullarım Sana Ben’i sorduklarında, (bilsinler ki) Ben onlara çok yakınım. Bana duâ edenlerin duâlarını kabûl ederim...” (el-Bakara, 186)
Duâ tekrarlandıkça derûnî duyuşlar şeklinde mü’minin rûhuna nakşolur, şahsiyetine nüfûz edip onun bir husûsiyeti hâline gelir. Bu sebepledir ki büyük ve yüksek ruhlar, devamlı duâ hâlinde yaşarlar.
Duâ, sonsuz kudret sâhibi Cenâb-ı Hakk’a, acziyetimizi müdrik bir şekilde yönelerek, O’nun huzûrunda teslîmiyet ve sükûnetle boyun eğmemizdir. Gerçekten, duâlara acziyet ve kusûrunu îtiraf ile başlamak, merhamet-i ilâhiyyeyi dâvette ve dolayısıyla duânın makbûl olmasında, büyük bir tesiri hâizdir.
Duâyı bizlere yaşayışıyla en güzel şekilde tâlim eden, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’dir. O, gözyaşları içinde ve ayakları şişinceye kadar kıldığı namazlara ilâveten, acziyet duyguları içinde Cenâb-ı Hakk’a dâimâ ilticâ ederdi. Özlü duâları çok sever, özlü olmayan duâyı yapmazdı.[1]
“Kulun Rabbine en yakın olduğu hâl, secde hâlidir. İşte bu sebeple secdede çok duâ etmeye bakın!” tavsiyesinde bulunurdu. (Müslim, Salât, 215)
Mü’min, devamlı duâ etmenin yanında bir de din kardeşlerinden, fakir, zayıf ve muhtaçlardan duâ alma gayreti içinde olmalıdır. Zîrâ Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Bir mü’minin diğer bir mü’mine gıyâbında yaptığı duâdan daha çabuk kabûl edilen hiçbir duâ yoktur.” buyurmuşlardır. (Tirmizî, Birr, 50/1980)
Mevlânâ Hazretleri de şöyle der:
“Sen, varlığını, malını, mülkünü güzel bir şekilde infâk et de, bir gönül almaya bak! Ki o gönlün duâsı, mezarda, o kapkara gecede sana ışık versin, nûr olsun!..”
DUA VE MÜNACAT ÖRNEKLERİ
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün:
“Yeryüzünde bir müslüman Allah’tan bir şey dilerse, günah olan bir şeyi istemediği veya akrabâsı ile alâkasını kesmeyi arzu etmediği müddetçe, Allah Teâlâ onun murâdını mutlakâ yerine getirir veya ona vereceği şey kadar kötülüğü kendisinden uzaklaştırır.” buyurmuşlardı.
Sahâbe-i kirâmdan bir kimse:
“–O takdirde biz Allah’tan çok şey isteriz!” deyince Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
“–Allâh’ın lûtfu sizin istediğiniz şeylerden daha geniştir.” buyurdu. (Tirmizî, Deavât, 115/3573; Ahmed, III, 18)
Cenâb-ı Hak samîmî duâları reddetmez. Lâkin bütün samîmiyetine rağmen, Kader-i Mutlak’a muvâfık düşmeyen bâzı taleplere de icâbet buyurmaz. Lâkin kul, hiçbir zaman bezginlik göstermeyip duâya devâm etmelidir. Zîrâ böyle hâllerde duânın karşılığı âhiret âlemine havâle edilmiş demektir. Çünkü Cenâb-ı Hak:
“...Bana duâ edin ki duânızı kabûl edeyim...” (el-Mü’min, 60) buyurmaktadır.
-
Hz. Zekeriya’nın (a.s.) Münacatı
Fahr-i Kâinât Efendimiz:
“–Bir kul günah olan veya akrabâsı ile darılmasına yol açan bir şeyi dilemedikçe yahut acele etmedikçe duâsı kabûl olunur.” buyurmuştu.
“–Yâ Rasûlâllah! Acele etmek ne demektir?” diye sordular.
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Kul; «Nice defâlar hep duâ ediyorum da Rabbim duâmı kabûl etmiyor.» der. Duâsının hemen kabûl edilmemesi sebebiyle bıkar ve duâyı bırakır. (İşte o zaman acele etmiş olur.)” cevâbını verdi. (Müslim, Zikir, 92)
Nitekim Zekeriyyâ -aleyhisselâm-’ın, dîni te’yîd maksadıyla;
“...Rabbim! Beni yalnız bırakma!..” (el-Enbiyâ, 89) diyerek istediği evlât, kendisine ancak kırk sene sonra Yahyâ -aleyhisselâm- olarak ihsân edilmiştir.[2]
-
Namazdan Sonra Salat ü Selam
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- namazdan sonra salât ü selâm getirmeden duâ eden bir adam gördü. Bunun üzerine:
“–Bu adam acele etti.” buyurdu. Sonra o adamı yanına çağırdı ve bütün ümmetine şu tembihte bulundu:
“–Biriniz duâ edeceği zaman önce Allah Teâlâ’ya hamd ü senâ etsin, sonra bana salât ü selâm getirsin. Daha sonra da dilediği şekilde duâ etsin.” (Tirmizî, Deavât, 64/3477)
-
Din Kardeşine Edilen Dua
Fahr-i Kâinât Efendimiz, bir mü’minin din kardeşine gerek huzûrunda gerekse gıyâbında duâ etmesini tavsiye etmiştir. Umre için kendisinden izin isteyen Hazret-i Ömer’e:
“–Kardeşim, bizi de duâna dâhil et, bizleri unutma!” buyurmuştur. (Tirmizî, Deavât, 109/3562)
Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, bu iltifatkâr talep karşısındaki hâlini:
“–Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bu sözüne karşılık bana dünyâyı verselerdi bu kadar sevinmezdim.” diyerek ifâde etmiştir. (Ebû Dâvûd, Vitir, 23/1498)
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Bir Müslümanın, yanında bulunmayan din kardeşine yapacağı duâ kabûl olunur. Bir kimse din kardeşine hayır duâ ettikçe, yanında bulunan vazîfeli bir melek ona, «Allâh duânı kabûl etsin, aynı şeyleri sana da versin!» diye duâ eder.” (Müslim, Zikir 87, 88; İbn-i Mâce, Menâsik, 5)
Şu hâlde biz, hem Müslüman kardeşlerimiz için duâ etmeli, hem de onlardan duâ talebinde bulunmalıyız.
-
En Çok Muhtaç Olduğumuz Haslet
Şu fânî âlemde en çok muhtaç olduğumuz haslet takvâ olduğundan, duâlarımızda ekseriyetle takvâ hâlini talep etmeliyiz. Bir kimse Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-’a gelerek:
“–Yâ Rasûlâllah! Yolculuğa çıkıyorum, benim için duâ ediniz.” dedi.
Rasûl-i Ekrem de:
“–Allâh sana takvâ nasîb etsin.” buyurdu. O kişi:
“–Biraz daha yâ Rasûlâllah!” deyince:
“–Allâh günâhını bağışlasın.” buyurdu. Sahâbî:
“–Biraz daha, anam babam Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah!” dedi.
Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Allah Teâlâ, bulunduğun her yerde, kolayca hayır yapmanı sağlasın.” buyurdu. (Tirmizî, Deavât, 44/3444)
-
Peygamber Efendimizin Duası
Bir gün Allah Rasûlü, İbrâhim -aleyhisselâm-’ın:
“Rabbim, putlar insanlardan birçoğunun sapmasına sebep oldular. Şimdi kim bana uyarsa o bendendir...” (İbrâhim, 36) sözünü ve Îsâ -aleyhisselâm-’ın:
“Eğer kendilerine azâb edersen, şüphesiz onlar Sen’in kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, şüphesiz Sen izzet ve hikmet sâhibisin.” (el-Mâide, 118) duâsını okudu. Akabinde ellerini kaldırdı ve:
“Allâh’ım, ümmetimi koru, ümmetime merhamet et!” diye yalvararak ağladı. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak:
“–Ey Cebrâîl! -Rabbin herşeyi daha iyi bilir ya- (insanlar da bilsin diye) git, Muhammed’e niçin ağladığını sor.” buyurdu.
Cebrâîl -aleyhisselâm- geldi. Rasûlullâh Efendimiz ona, ümmeti için duyduğu endişe sebebiyle ağladığını bildirdi. (Hazret-i Cebrâîl’in dönüp durumu haber vermesi üzerine) Allah Teâlâ:
“–Ey Cebrâîl! Muhammed’e git ve O’na: «Ümmetin husûsunda Sen’i râzı edeceğiz ve Sen’i asla üzmeyeceğiz.» müjdemizi ulaştır.” buyurdu. (Müslim, Îmân, 346)
İşte Peygamber Efendimiz, ümmetine böylesine düşkün ve merhametli idi. Bu hadîs-i şerîfi iyice tefekkür ederek, bizim O’na ne kadar muhabbet beslediğimizi ve bu muhabbetimizin delîli olarak O’nun Sünnet-i Seniyye’sini davranışlarımıza ne kadar yansıtabildiğimizi, O’nun ahlâkına ne derece yaklaşabildiğimizi muhâsebe etmek durumundayız.
-
Peygamber Efendimizin Münacatı
İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ- anlatıyor:
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in geceleyin namazdan sonra şu duâyı okuduğunu işittim:
“Allâh’ım! Sen’den, katından vereceğin öyle bir rahmet istiyorum ki, onunla kalbime hidâyet, işlerime nizam, dağınıklığıma düzen, içime kâmil îman, dışıma amel-i sâlih, amellerime temizlik ve ihlâs ver, rızâna uygun istikâmeti ilhâm et, ülfet edeceğim dost lûtfet ve beni her türlü kötülüklerden koru!
Allâh’ım, bana öyle bir îman, öyle bir yakîn ver ki, artık bir daha küfür (ihtimâli) kalmasın. Öyle bir rahmet ver ki, onunla, dünyâ ve âhirette Sen’in nazarında kıymetli olan bir mertebeye ulaşayım.
Allâh’ım! Hakkımızda vereceğin hükümde lûtfunla kurtuluş istiyorum, (yakınlığına mazhar olan) şühedâya has makamları niyâz ediyorum, bahtiyar kullarının yaşayışını diliyorum, düşmanlara karşı yardım talep ediyorum!
Allâh’ım! Anlayışım kıt, amelim az da olsa (dünyevî ve uhrevî) ihtiyaçlarımı Sen’in kapına getiriyor (karşılanmasını Sen’den talep ediyorum). Rahmetine muhtâcım, hâlimi arz ediyorum.
Ey işlere hükmedip yerine getiren, kalplerin ihtiyâcını görüp şifâyâb kılan Rabbim! Denizlerin aralarını ayırdığın gibi benimle cehennem azâbının arasını da ayırmanı, helâke dâvetten, kabir azâbından korumanı diliyorum.
Allâh’ım! Kullarından herhangi birine verdiğin bir hayır veya mahlûkâtından birine vaad ettiğin bir lûtuf var da buna idrâkim yetişmemiş, niyetim ulaşamamış ve bu sebeple de istediklerimin dışında kalmış ise, ey Âlemlerin Rabbi, onun husûlü için de Sana yakarıyor, bana rahmetinle onu da ihsân etmeni Sen’den istiyorum.
Ey Allâh’ım! Ey (Kur’ân gibi, dîn gibi) kuvvetli ipin ve doğru yolun sâhibi! Kâfirler için cehennem vaad ettiğin kıyâmet gününde, Sen’den cehenneme karşı emniyet, ardından başlayacak ebediyet gününde de huzûr-i Kibriyâ’na ulaşmış mukarrabîn meleklerle, (dünyâda iken çok) rükû ve secde edenler ve ahitlerini yerine getirenlerle birlikte cennet istiyorum. Sen sınırsız rahmet sâhibisin, Sen hadsiz bir muhabbet sâhibisin, Sen dilediğini yaparsın. (Dilek sâhipleri ne kadar çok, ne kadar büyük şeyler isteseler bile, hepsini de yerine getirmeye muktedirsin.)
Allâh’ım! Bizi, sapıtmayıp saptırmayan, hidâyete ermiş hidâyet rehberleri kıl. Dostlarına sulh (vesîlesi), düşmanlarına da düşman kıl. Sen’i seveni (Sana olan) sevgimiz sebebiyle seviyoruz. Sana muhâlefet edene, Sen’in ona olan adâvetin sebebiyle düşmanlık ediyoruz.
Allâh’ım! Bu bizim duâmızdır. Bunu fazl u kereminle kabûl etmek Sana kalmıştır. Bu, bizim gayretimizdir, dayanağımız Sen’sin.
Allâh’ım! Kalbime bir nûr, kabrime bir nûr ver; önüme bir nûr, arkama bir nûr ver; sağıma bir nûr, soluma bir nûr ver; üstüme bir nûr, altıma bir nûr ver; kulağıma bir nûr, gözüme bir nûr ver; saçıma bir nûr, derime bir nûr ver; etime bir nûr, kanıma bir nûr ver; kemiklerime de bir nûr ver!
Allâh’ım nûrumu artır, (söylediklerimin hepsine bedel olacak) bir nûr ver, (söylemediklerimi de ihâta edecek) bir nûr ver!
İzzeti bürünmüş, onu kendisine alem edinmiş olan Zât’ı tesbîh ederim. Büyüklüğü bürünmüş ve bu sebeple kullarına bol bol ikramlarda bulunmuş olan Zât’ı tesbîh ederim. Tesbîh ve takdîs sâdece kendine lâyık olan Zât’ı tesbîh ederim. Fazl u nîmetler sâhibi Zât’ı tesbîh ederim. Azamet ve kerem sâhibi Zât’ı tesbîh ederim. Celâl ve ikram sâhibi Zât’ı tesbîh ederim. O bütün noksanlardan münezzehtir.” (Tirmizî, Deavât, 30/3419)
-
Peygamber Efendimizin Yağmur Duası
Bir defâsında Habîb-i Ekrem Efendimiz’e yağmur yağmadığından şikâyet edilmişti. Bunun üzerine Allah Rasûlü, bir minber getirilmesini istedi. Minber, Cuma, bayram ve cenâze namazlarının kılındığı alana (musallâya) kuruldu. İnsanların orada toplanması için gün tespit edildi. Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Güneş’in kızıllığı ufukta görülür görülmez yola çıktı. Musallâya varıp minbere oturdu. Tekbir getirdi, Allâh’a hamd etti ve:
“Sizler, memleketinizin kuraklığa uğradığından, yağmurun tabiî vaktinde yağmayıp gecikmesinden şikâyet ettiniz. Allâh kendisine duâ etmenizi emrediyor. Duânıza icâbet edeceğini vaad ediyor.” buyurdu ve şöyle duâ etti:
“Hamd, Âlemlerin Rabbi’ne mahsustur. O, Rahmân ve Rahîm’dir. Âhiret gününün sâhibidir. Allah’tan başka ilâh yoktur. O dilediğini yapar. Ey Rabbimiz! Sen kendisinden başka ilâh olmayan Allâh’sın. Sen zenginsin, biz fakiriz. Üzerimize yağmur indir. İndirdiğini bize kuvvet ve güç kıl. Onu belli bir müddet bize yetir!”
Bunu söyledikten sonra ellerini kaldırdı. O kadar yukarı kaldırdı ki, koltuğunun altındaki beyazlık göründü. Sonra sırtını halka döndü, elbisesini ters çevirdi, elleri bu sırada hep yukarı kalkmış vaziyette idi. Sonra tekrar halka döndü. Minberden indi ve iki rekât namaz kıldı. Allah Teâlâ, hemen o anda bulutlarını gönderdi. Gök gürledi, şimşek çaktı. Allâh’ın izniyle yağmur yağmaya başladı. Fahr-i Kâinât Efendimiz, daha mescidine dönmeden seller aktı. Allah Rasûlü, cemaatin sığınaklara dönmedeki acelelerini müşâhede edince tebessüm etti ve:
“Şehâdet ederim ki, Allâh her şeye kâdirdir ve ben de Allâh’ın kulu ve Rasûlü’yüm” buyurdu. (Ebû Dâvûd, İstiskâ, 2/1173)
Peygamber Efendimiz, Allah Teâlâ’dan yağmur istediğinde “İstiskâ Namazı” kılmış, böylece duâsının kabûlü için nâfile namazla da tevessülde bulunmuştur.
-
Peygamber Efendimizin Yakarışı
Hazret-i Âişe vâlidemiz der ki:
“Bir gece uyandığımda Allah Rasûlü’nü yanımda göremedim. Aklıma, diğer hanımlarından birinin yanına gitmiş olabileceği ihtimâli geldi. El yordamıyla etrâfı yokladım. Elim ayaklarına dokundu. O zaman Allah Rasûlü’nün secdede olduğunu anladım. Kulak verdim, hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve şöyle münâcâtta bulunuyordu:
«Allâh’ım! Sen’in gazabından Sen’in rızâna sığınırım. Cezâlandırmandan affına sığınırım! Allâh’ım başka değil, Sen’den yine Sana sığınırım. Sen’i senâ etmekten âcizim. Sen Zât’ını nasıl senâ ettiysen öylesin!»” (Müslim, Salât, 222; Tirmizî, Deavât, 75/3493)
Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:
“Bedir günü Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- müşriklere baktı, onlar bin kişiydiler. Ashâbı ise üç yüz on üç kişi idi.[3] Hemen kıbleye yönelip, ellerini kaldırdı. Rabbine sesli olarak şöyle yakarmaya başladı:
«Ey Allâh’ım! Bana olan vaadini ihsân eyle! Allâh’ım! Bana zafer nasîb et. Ey Allâh’ım! Eğer ehl-i İslâm’ın bu topluluğunu helâk edersen, artık yeryüzünde Sana ibâdet edecek kimse kalmayacak!»
Ellerini uzatmış vaziyette münâcâtına öyle devâm etti ki, ridâsı omuzundan düştü. Bunu gören Ebû Bekir -radıyallâhu anh-, yanına gelerek ridâsını aldı, omuzuna koydu ve yanına yaklaşıp:
«–Ey Allâh’ın Rasûlü! Rabbine olan yakarışın yeter. Allah Teâlâ Sana olan vaadini mutlakâ yerine getirecektir.» dedi.
O sırada Azîz ve Celîl olan Allah Teâlâ şu âyet-i kerîmeyi inzâl buyurdu:
«Hani siz Rabbiniz’den imdâd istiyordunuz, O da; “Muhakkak ki Ben size meleklerden birbiri ardınca bin(lercesi ile) imdâd edeceğim.” diyerek duânızı kabul buyurmuştu.» (el-Enfâl, 9)
Hak Teâlâ Hazretleri o gün mü’minlere melekleriyle yardım etti.” (Müslim, Cihâd, 58; Buhârî, Megâzî, 4)
-
Sahabinin Münacatı
Ebû Mı’lâk isminde bir sahâbî vardı. Bu zât, başkaları ile ortaklık kurarak ticâret yapardı. Dürüst ve takvâ sâhibi bir kimseydi. Bir defâsında yine yola çıkmıştı. Karşısına çıkan silahlı bir hırsız:
“–Neyin varsa çıkar, seni öldüreceğim.” dedi. Ebû Mı’lâk:
“–Maksadın mal almaksa al!” dedi. Hırsız:
“–Ben sâdece senin canını istiyorum.” dedi. Ebû Mı’lâk:
“–Öyleyse bana müsâade et de biraz namaz kılayım.” dedi. Hırsız:
“–İstediğin kadar kıl!” dedi. Ebû Mı’lâk namazını kıldıktan sonra şöyle duâ etti:
“Ey gönüllerin sevgilisi! Ey yüce Arş’ın sâhibi! Ey her istediğini yapan Allâh’ım! Ulaşılmayan izzetin, kavuşulmayan saltanatın ve Arş’ını kaplayan nûrun hürmetine beni şu (hırsızın) şerrinden korumanı istiyorum! Ey imdâda koşan Allâh’ım, yetiş imdâdıma!”
Ebû Mı’lâk, bu duâyı üç defâ tekrarladı. Duâsını bitirir bitirmez, elindeki kargıyı kulakları hizâsında tutan bir süvârî peydâ oldu ve hırsızı öldürdü.
Allâh’ın lûtfuyla kurtulan sahâbî, o süvârîye:
“–Sen kimsin? Allâh seni vasıta kılarak bana yardım etti!” diye sordu.
Süvârî:
“–Ben dördüncü kat semâ ehlindenim. İlk duânı yapınca semâ kapılarının çatırdadığını işittim. İkinci defa duâ edince, gök ehlinin gürültüsünü işittim. Üçüncü defa duâ edince, «Zorda kalan biri duâ ediyor!» denildi. Bunu duyunca Allah’tan, hırsızı öldürmeye beni memur kılmasını istedim. Allah Teâlâ da arzumu kabûl etti ve geldim. Şunu bil ki, abdest alıp dört rekât namaz kılan ve bu duâyı yapan kimsenin, zorda olsun veya olmasın duâsı kabûl edilir.” dedi. (İbn-i Hacer, el-İsâbe, IV, 182)
-
Peygamber Efendimizin En Çok Okuduğu Dua
Ümmü Seleme -radıyallâhu anhâ- vâlidemize:
“–Ey mü’minlerin annesi! Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- senin yanında bulunduğu zamanlarda en çok hangi duâyı okurdu?” diye sorulmuştu. O, şu karşılığı verdi:
“–Çoğu zaman:
«Ey kalpleri hâlden hâle çeviren Allâh’ım! Benim kalbimi dînin üzere sâbit kıl!» diye duâ ederdi.” (Tirmizî, Deavât, 89/3522; Ahmed, IV, 182, VI, 91)
-
Hidayet Duası
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ümmetinin hidâyeti için pek çok duâlar etmiştir. Yemen halkının hidâyeti için, “Allâh’ım! Onların kalplerini bize yönelt!” (Tirmizî, Menâkıb, 71/3934) şeklinde duâda bulunmuştur. Beldelerinden kendisini taşlayarak ve türlü hakâretlerle çıkaran, hicrî dokuzuncu yıla kadar da şiddetle direnerek müslümanlara pek çok zâyiât verdiren Tâifliler hakkında, “Yâ Rabbi! Sakîf’e hidâyet nasîb eyle! Onları bize gönder!” diye Hakk’a niyâz ve ilticâ eylemiştir. (İbn-i Hişâm, IV, 134; Tirmizî, Menâkıb, 73/3942)
Yine Fahr-i Kâinât Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Hazret-i Ali’yi Yemen’e kadı olarak gönderirken, üzerine aldığı vazîfenin mes’ûliyetinden endişe eden yeğeninin göğsü üzerine elini koyup şu duâyı yapmıştır:
“Allâh’ım! Bunun kalbini doğruya hidâyet eyle, lisânını hak üzere sâbit kıl.”
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- diyor ki:
“Bu duâdan sonra iki kişi arasında hüküm verirken hiçbir tereddüt geçirmedim.” (İbn-i Mâce, Ahkâm, 1)
-
Peygamber Efendimizin Vakfe Duası
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hac esnâsında vakfede bir eliyle devesinin yularını tutup diğer elini kaldırarak kulluğunun ve kalbî hayâtının hassâsiyetini ifâde eden uzunca bir duâ yaptı. Bu güzel duânın bir kısmı şöyledir:
“Ey Allâh’ım! Sen’in buyurduğun şekilde ve bizim söylediğimizden daha üstün olarak Sana hamd olsun! Ey Allâh’ım! Benim namazım, ibâdetim, hayâtım ve ölümüm Sen’in içindir! Dönüşüm ancak Sanadır!
Ey Allâh’ım! Kabir azâbından, gönle üşüşen vesveselerden, işlerin dağınıklığından Sana sığınırım! Ey Allâh’ım! Rüzgârların getirdiği âfetin şerrinden Sana sığınırım!
Ey Allâh’ım! Gözümde bir nûr, kulağımda bir nûr, kalbimde bir nûr yarat! Ey Allâh’ım! Sadrıma genişlik ver! İşimi kolaylaştır! Ey Allâh’ım! Sağlığın hastalığa çevrilmesinden, birdenbire gelip çatacak azâbından ve bütün gazabından Sana sığınırım! Ey Allâh’ım! Beni doğru yoluna ulaştır! Geçmişimi, geleceğimi affet!
Ey dereceleri yükselten, bereketleri indiren, ey gökleri ve yeri yaratan Allâh’ım! Sesler türlü türlü dillerle coşup Sana doğru yükseliyor, Sen’den taleplerde bulunuyor! Benim isteğim de; dünyâ halkının beni unuttuğu imtihan yurdunda Sen’in beni hatırlamandır!
Ey Allâh’ım! Sen sözümü işitiyor, bulunduğum yeri görüyor, gizli açık neyim varsa biliyorsun! İşlerimden hiçbiri Sana gizli değildir! Ben çâresizim, yoksulum, Sen’den yardım ve emân diliyorum! Korkuyorum, kusurlarımı îtirâf ediyorum! Bir çâresiz Sen’den nasıl isterse, ben de öyle istiyorum! Zelîl bir günahkâr Sana nasıl yalvarırsa, ben de öyle yalvarıyorum! Sen’in yüce huzûrunda boynunu bükmüş, Sen’in için gözlerinden yaşlar boşanan, Sen’in uğrunda bütün varlığını fedâ eden, Sen’in için yüzünü topraklara süren bir kulun Sana nasıl duâ ederse, ben de öyle duâ ediyorum! Ey Rabbim! Duâmın kabûl edilmesinden beni mahrum bırakma! Bana Raûf ve Rahîm ol, ey kendisinden istenilenlerin en hayırlısı ve verenlerin en keremlisi!”[4]
Hiç günâhı olmayan Allah Rasûlü’nün, Cenâb-ı Hakk’ın huzûrundaki gönül kıvâmını gösteren ne samîmî ve özlü bir duâ…
-
Selef-i Salihînin Arafat’ta Yaptığı Dualar
Selef-i sâlihînin Arafat’ta yaptığı duâlardan bir kısmı da şöyledir:
“İlâhî! Sana karşı kim kendisini övebilir? İlâhî! Dilim mâsiyetlerle tutulmuş, benim Sana vesîle kılacak, ne işe yarar bir amelim ne de rahmetini ümîd etmekten başka bir şefaatçim var! İlâhî! Biliyorum ki; kusurlarım yüzünden ne huzûrunda mevkiim ne de Sen’den özür dilemeye yüzüm kalmıştır! Fakat Sen keremlilerin en keremlisisin! İlâhî! Ben merhametine nâil olmaya lâyık değilsem de, merhametin bana yetişebilir! Çünkü Sen’in rahmetin her şeyi kuşatacak derecede geniştir! İlâhî! Benim kusurum ne kadar büyük de olsa, Sen’in affının yanında küçük kalır! Sen onları bağışla ey kerem sâhibi Allâh’ım!
Rabbim! Sen ancak itaatkâr kullarını affedeceksen, günahkârlar kime gidip sığınsınlar? Rabbim! Sen sâdece takvâ sâhibi kullarına rahmet ve merhamet edeceksen, mücrimler kimden yardım istesinler!
Ben Sana her an muhtâcım! Sen’in ise bana hiçbir ihtiyâcın yoktur! Yaratanım olarak ancak Sen beni bağışlarsın! Beni şu durduğum yerden, bütün hâcetlerimi yerine getirmiş, taleplerimi ihsân etmiş, temennîlerimi gerçekleştirmiş olarak döndür!
Ey isteyenlerin ihtiyaçlarına sâhip ve mâlik olan Allâh’ım! Ey susmakta olanların içlerinden geçirdiklerini bilen Allâh’ım! Ey kendisinden başka yardım beklenecek başka Rab bulunmayan Allâh’ım! Ey kendisinin üstünde korkulacak başka bir yaratıcı bulunmayan Allâh’ım! Ey yanına varılacak vezîri, rüşvet verilecek kapıcısı bulunmayan Allâh’ım! Ey dilekler çoğaldıkça cömertlik ve keremi artan; ihtiyaçlar çoğaldıkça fazl u ihsânı çoğalan Allâh’ım! Ey Allâh’ım! Sen her misâfiri ağırlarsın! Bizler de Sen’in misâfirleriniz! Bizleri cennetinde ağırla!
Ey Allâh’ım! Her kâfileye hediye, her isteyene atiyye verilir; her ziyâretçiye ikrâm edilir! Sevap ümîd eden her kişiye de sevap verilir! Bizler topluca Sen’in Beyt-i Harâm’ına geldik! Şu büyük meşâirde vakfeye durduk! Şu mübârek yerlerde hazır bulunduk! Ümîdimiz, yüce katındaki sevap ve mükâfâta nâil olmaktır! Ümîdimizi boşa çıkarma Allâh’ım!”[5]
-
Bütün Duaları İçine Alan Dua
Ebû Ümâme -radıyallâhu anh- şöyle der:
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- birçok duâ okumuştu, fakat biz ondan hiçbir şey ezberleyememiştik. Bunun üzerine:
“–Yâ Rasûlâllah! Pek çok duâlar okudunuz, biz onları ezberleyemedik.” dedik. O zaman Rasûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
“–O duâların hepsini içine alan bir duâyı size öğreteyim mi? Şöyle deyiniz:
Allâh’ım! Peygamber’in Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Sen’den istediği hayırları biz de dileriz. Peygamber’in Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Sana sığındığı şerlerden biz de Sana sığınırız. Yardım ancak Sen’den beklenir. İnsanı dünyâ ve âhirette murâdına erdirecek olan Sen’sin. Günahtan kaçacak güç, ibâdet edecek kuvvet ancak Allâh’ın yardımıyla kazanılabilir.” (Tirmizî, Deavât, 88/3521)
-
Hasta Duası
Enes -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- son derece zayıflamış bir hastayı ziyâret etti ve:
“–Allâh’a bir şey için duâ ediyor muydun veya O’ndan bir şey istiyor muydun?” diye sordu. Hasta:
“–Evet; «Allâh’ım! Bana âhirette vereceğin cezâyı bu dünyâda hemen peşin olarak ver!» diye duâ ederdim.” cevâbını verdi. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“–Sübhânallâh! Senin buna gücün yetmez. Şöyle duâ etseydin olmaz mıydı:
«...Rabbimiz! Bize dünyâda da iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi Cehennem azâbından koru!» (el-Bakara, 201)”
Bunun üzerine adam bu duâyı yaptı ve şifâ buldu. (Müslim, Zikir, 23; Tirmizî, Deavât, 71/3487)
Duâ ederken Allah Teâlâ’dan ne istediğimize dikkat etmeli ve âdâbına riâyetle niyazda bulunmalıyız. Cenâb-ı Hak’tan devamlı hayır, iyilik ve âfiyet istemeliyiz.
-
Hz. Ali’nin Borçtan Kurtulma ve Rızık Duası
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’tan rivâyet edildiğine göre mükâtep (anlaşmalı) bir köle ona gelerek:
“–Borcumu ödeyecek gücüm yok, bana yardım et!” dedi. O da:
“–Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bana öğrettiği duâyı ben de sana öğreteyim mi? Buna devâm ettiğin takdirde, üzerinde Sebir Dağı kadar borç olsa bile Allah Teâlâ onu ödemene yardım eder.” dedi ve şu duâyı okudu:
“Allâh’ım! Bana helâl rızık nasip ederek beni haramlardan koru! Lûtfunla beni Sen’den başkasına muhtaç etme!” (Tirmizî, Deavât, 110/3563)
SULAN 1. MURAT’IN DUASI
Sultan 1. Murat Hüdâvendigâr, 8 Ağustos 1389’da Kosova ovasına girdiğinde ortalığı toza dumana katan bir fırtına ile karşılaşmıştı. Bu durumda âdeta göz gözü görmüyordu. İşte o gece Berât Gecesi idi. Murat Han, iki rekât namaz kıldıktan sonra, gözyaşları içinde şu duâyı yaptı:
“Yâ Rabbi! Bu fırtına, şu âciz Murad kulunun günahları sebebiyle çıktıysa, onun yüzünden mâsum askerlerimi cezâlandırma!.. Allâh’ım! Onlar ki buraya kadar sâdece Sen’in adını yüceltmek ve İslâm’ı teblîğ etmek için geldiler!
İlâhî! Bunca kerre beni zaferden mahrûm etmedin. Dâimâ duâmı kabul buyurdun. Yine Sana ilticâ ediyorum, duâmı kabûl eyle! Bir yağmur nasîb eyle! Bu toz bulutu kalksın. Kâfirin askerini âşikâr görüp, yüz yüze cenk edelim!
Yâ İlâhî! Mülk de, bu kul da Sen’indir. Ben âciz bir kulum. Benim niyetimi ve esrârımı en iyi Sen bilirsin. Mal ve mülk maksadım değildir. Yalnız Sen’in rızânı isterim.
Yâ İlâhî! Bu mü’min askerleri küffâr elinde mağlûb edip helâk eyleme! Onlara öyle bir zafer lûtfet ki, bütün müslümanlar bayram eylesin! Dilersen o bayram gününün kurbânı da şu Murat kulun olsun!
Yâ İlâhî! Bunca Müslüman askerin helâkine beni sebep kılma! Bunlara yardım eyle ve zafer bahşeyle! Bunlar için ben cânımı kurbân ederim; yeter ki Sen beni şehîdler zümresine kabûl eyle!.. İslâm askerleri için rûhumu teslîme râzıyım... Beni gâzî kıldın. Sonunda lûtfen ve keremen şehîdlik de nasîb eyle!.. Âmîn!”
Bu hâlisâne münâcâttan sonra Sultan, fevkalâde bir huzur içinde Kur’ân-ı Kerîm tilâvetine başladı. Çok geçmeden rahmet bulutları peydâ oldu. Kosova meydanı üzerine sağnak hâlinde yağmur boşaldı. Rüzgâr durdu. Toz bitti…
Bu tecellîlerin ardından düşmana hücûm edildi. Sekiz saat süren muhârebe zaferle netîcelendi.
Murad Han, savaş meydanında bulunan yaralı ve şehîdlerin arasında dolaşıyordu ki, ölüler arasından yaralı bir Sırp askeri kalkarak:
“–Beni bırakınız; pâdişâhın elini öpüp müslüman olacağım!” dedi. Yaralı taklidi yapan Sırp, pâdişâhın elini öper gibi yaptı ve koltuğunun altında sakladığı hançerini hızla Hünkâr’ın göğsüne sapladı. Orada şehâdet şerbetini içen Murat Hân’ın duâsı da kâmilen gerçekleşmiş oldu…
İBADET HAYATININ ÖZÜ
Velhâsıl duâ, kulluğun ve ibâdet hayâtının özü mevkiindedir. Zîrâ Allâh’ın en çok hoşnud olduğu şeylerden biri de, kulunun, acziyetini idrâk ederek el açıp hâlini Rabbine arz etmesi, duâ ve ilticâda bulunmasıdır. Bu yüzdendir ki Allah Teâlâ, duâya tenezzül etmeyip kendisinden bir şey istemeyen kimseyi azâba uğratır.
Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:
“(Ey Rasûlüm!) De ki: Eğer sizin kulluk ve yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!..” (el-Furkân, 77)
Duâ, rahmet kapılarının anahtarı, mü’minin silâhı, dînin direği, göklerin ve yeryüzünün nûrudur. Kime duâ kapıları açılmışsa, ona hayır, hikmet ve rahmet kapıları açılmış demektir. Sıkıntı ve darlık zamanında duâsının kabûl olmasını isteyen kimse, bolluk ve rahatlık zamanında da duâyı bol yapmalıdır. Büyük ruhlar, hayatlarını dâimâ duâ hâlinde yaşayanlardır.
Dipnotlar:
[1] Ebû Dâvûd, Vitir, 23/1482.
[2] Bkz. Meryem, 7-8; İbn-i Allân, Delîlü’l-Fâlihîn, IV, 311-312.
[3] Bkz. Buhârî, Meğâzî, 6; Tirmizî, Siyer, 38/1598.
[4] Bkz. İbn-i Kesîr, el-Bidâye, V, 166-168; Heysemî, III, 252; İbn-i Kayyım, Zâdü’l-Meâd, Beyrut 1995, II, 237.
[5] Bkz. Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, Beyrut 1990, I, 337-338; Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, II, 25-26.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları
YORUMLAR