Deccâl’in Peşinden Kimler Gidecek?

Kıyamet alametlerinden biri olan Deccâl’in peşinden kimler gidecek? Deccal’in takipçileri/destekçilerini neler bekliyor? Doç. Dr. Murat Kaya yazdı.

İçinde yaşadığımız şu imtihan dünyasında Müslümanların gayrimüslimlerle mücadelesi bitmeyecek, kıyamete kadar devam edecektir. Bu dâvâya sâhip çıkanların sayısı zaman zaman azalıp çoğalsa da mücadelenin kıyamete kadar devam edeceği muhakkaktır. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) bunu şöyle haber vermiştir:

“Ümmetimden bir grup Allah’ın emrini ayakta tutmaya devam eder, ne onları yardımsız bırakanlar ve ne de muhâlefet edenler onlara bir zarar veremez. Nihayet onlar bu hâl üzereyken Allah’ın emri gelir (kıyamet kopar)” (Buhârî, Menâkıb, 24)

Yine bir gün Rasûlullah (s.a.v):

“Ümmetimden bir grup insan, Din’e yardımcı olmaya ve düşmanlarını kahretmeye devam edecek. Başlarına gelecek meşakkat ve sıkıntı dışında muhâlifleri onlara bir zarar veremeyecek. Allah’ın emri gelinceye kadar onlar bu hâl üzere devam edecekler” buyurmuştu. Ashâb-ı kirâm

“–Ey Allah’ın Resulü, onlar nerede olacak?” diye sordular. Rasûlullah (s.a.v):

“–Beytü’l-Makdis ve civarında” cevabını verdi.[1]

Târih boyunca bu mücadele içinde Yahudiler mühim bir yer işgal etmiş ve bundan sonra da edecektir. İsrâ sûresinin ilk sayfasında İsrâiloğullarının yeryüzünde iki büyük fesat çıkaracağı ve ikisinin sonunda da büyük bir cezaya çarptırılacakları ifade ediliyor. Sonra da eğer fesada tekrar dönerlerse Allah’ın da onları tekrar cezalandıracağı ifade ediliyor. (el-İsrâ 17/4-8)

MEL’ÛN BİR TOPLUM

Yahudiler Allah’a âsî gelmeyi âdet edindikleri için hiçbir zaman îkâzlara kulak asmamış ve melʻûn bir toplum olmuşlardır: “İsrailoğulları’ndan kâfir olanlar, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi, isyan etmeleri ve sınırı aşmalarıdır. Onlar, işledikleri kötülükten, birbirini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Andolsun yaptıkları ne kötüdür!” (el-Mâide 5/78-79)

İbn Abbâs hazretleri: “Bütün dillerle lânetlendiler, Hz. Musa zamanında Tevrat’ta, Hz. Dâvud zamanında Zebûr’da, Hz. İsa zamanında İncil’de, Hz. Muhammed (s.a.v) zamanında Kur’ân’da lânetlendiler” demiştir.[2] Bu kavmin Dâvud (a.s) zamanında maymunlara, İsa (a.s) zamanında domuzlara çevrildikleri nakledilir.[3]

“Rabbin, elbette kıyamet gününe kadar onlara en kötü azâbı verecek kimseler göndereceğini ilân etti. Şüphesiz Rabbin cezayı çabuk verendir ve O çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (el-Aʻrâf 7/167) ayetinde bahsedilen azâbı verecek kimselerin Rasûlullah (s.a.v) ve ümmeti ile bir kısım Araplar olduğunu, kötü azâbın da cizye, meskenet ve katl olduğunu bildirilir.[4] Nitekim Rasûlullah (s.a.v) zamanında da onlarla mücadele devam etmiş ve cezaları verilmiştir.

Allah Rasûlü (s.a.v) Yahudilere karşı çok tedbirli davranmıştır. Zeyd bin Sâbit (r.a) şöyle anlatır:

“Rasûlullah (s.a.v) Medîne’ye geldiğinde beni huzûruna götürdüler. Rasûlullah (s.a.v) beni sevdi ve beğendi. Oradakiler:

«–Yâ Rasûlallah! Bu Neccâroğulları’ndan bir gençtir. Allah’ın sana inzâl buyurduğu sûrelerden on yedi tanesini ezbere biliyor» dediler.

Bu durum Peygamberimiz’in çok hoşuna gitti. Bana:

«–Zeyd, benim için yahûdilerin diliyle yazmayı öğreniver. Vallahi ben yazı husûsunda yahûdilere güvenmiyorum» buyurdu.

On beş gün geçmeden onların yazısını öğrendim, hattâ bu konuda epeyce maharet kazandım. Artık Yahudiler Rasûlullah (s.a.v)’e mektup yazdıklarında onu kendisine okuyuveriyordum. Efendimiz (s.a.v) bu mektuplara cevap yazdırmak istediğinde de onun adına yazıveriyordum.”[5]

Şu hâdise de onlara karşı dâimâ dikkatli olmak gerektiğini gösteriyor: Hayber zaferinden sonra Efendimiz (s.a.v) Abdullah ibn-i Revâha’yı Hayber’e gönderirdi. O da mahsulün miktarını tahmin edip oranlayarak (anlaşma gereği) yarısını Rasûlullah’a getirir, yarısını da Hayber Yahudilerine bırakırdı. Yahudiler kadınlarının zinet eşyalarından onun için biraz mücevherat topladılar ve:

“–Bunlar senin, bizim mükellefiyetimizi hafiflet, taksimde bize fazla ver!” dediler. Abdullah ibn-i Revâha (r.a) onlara:

“–Ey yahûdi topluluğu! Vallahi siz Allah’ın mahlûkâtı içinde en fazla buğzettiğim kimselersiniz! Ancak bu kızgınlığım beni size zulmetmeye sevk etmez! Sizin bana teklif ettiğiniz rüşvete gelince o, harâmdır. Biz onu yemeyiz!” dedi. Bunun üzerine yahudîler:

“–İşte gökler ve yer bununla ayakta durur” dediler.[6]

Rasûlullah (s.a.v) bir gün Cebrâîl (a.s)’la buluştuğunda ona elini uzatmış ancak Cebrâîl (a.s) Peygamberimiz’in elini tutmamıştı. Rasûlullah (s.a.v) su isteyip abdest aldı. Sonra elini tekrar uzatınca Cebrâîl (a.s), Efendimiz’in elini tuttu. Allah Rasûlü:

“–Ey Cibrîl, daha önce niçin elimi tutmamıştın?” dedi. Cebrâîl (a.s) şöyle cevap verdi:

“–Sen bir yahûdinin elini tutmuştun, ben de elimin kâfire dokunan bir ele değmesini istemedim!”[7]

Rasûlullah (s.a.v) onlara benzemeyi yasaklayarak şöyle buyurmuşlardır:

“Bizden başkasına benzemeye çalışanlar bizden değildir. Yahudi ve hristiyanlara benzemeyin! Yahudilerin selamlaşması parmak işaretiyledir, hristiyanların selamlaşması ise el ile işaret etmekten ibarettir.” (Tirmizî, İsti’zân, 7/2695)

“Beyazlaşan saç ve sakalınızı kına ile boyamak sûretiyle rengini değiştirin, yahudilere benzemeyin! (Zira onlar bunu yasak görürler.)” (Tirmizî, Libâs, 20/1752)

Peygamberimiz ve ashâbı birçok defa yahudilerin ihanetlerine uğradılar. Medîne’de Peygamber Efendimiz’e sihir yaptılar. (Buhârî, Tıbb, 47, 49; Edeb, 56; Müslim, Selâm, 43) Hayber fethinden sonra zehirli et yedirdiler. Rasûlullah (s.a.v) vefatı esnasında bu zehrin tesirini kuvvetli bir şekilde hissettiğini bildirdi. (Buhârî, Meğâzî, 83; Müslim, Selâm, 45) Yani bu zehir onun şehadetine sebep oldu.

DECCAL’İN PEŞİNDEN KİMLER GİDECEK?

Rivayetlerden anlaşıldığına göre İsrailoğulları bundan sonra da bozgunculuk peşinde koşmayı ve bunun liderliğini yapmayı asla bırakmayacaklardır. Hatta kıyametin büyük alâmetlerinden olan Deccâl’in yahudi asıllı biri olduğu (Müslim, Fiten, 90), bu sebeple de yahudilerin onun peşinden giderek kendisini destekleyeceği bildirilmiştir. Enes (r.a)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullâh (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“İsfahan yahudilerinden taylasanlı yetmiş bin kişi Deccâl’in ardından gider.” (Müslim, Fiten, 124)

Deccâl’le birlikte yahudilerin fesâdın zirvesine çıkacakları anlaşılıyor. Ancak bir şeyin zirveye çıkması sonunun geldiğini göstermektedir. Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

“Müslümanlarla yahudiler çarpışmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Yahudi taşın, ağacın arkasına saklanacak, bunun üzerine o taş, o ağaç yahudiyi kovalayan kimseye, ‘Ey müslüman! Arkamda bir yahudi var, gel onu öldür!’ diyecek. Yalnız Ğarkad ağacı bir şey söylemeyecek; çünkü o yahudilerin ağaçlarındandır.”[8]

Âlimlerimiz hadiste haber verilen bu durumun Hz. Îsâ’nın nüzulünden sonra olacağını bildirmişlerdir. O günlerde silahlı yetmiş bin yahudi, Deccâl’in peşinden giderken Îsâ (a.s) Lüd kapısının yanında onlara yetişip Deccal’i öldürecek ve Yahudileri hezimete uğratacaktır. Artık yahudiler gizlenecek yer bulamayacak, arkasına gizlendikleri her şey onları haber verecektir. Böylece kökleri kazınacaktır.

Bu âyet ve hadislerden anlaşılan o ki Yahudilere karşı dâimâ dikkatli olmak ve onlara asla fırsat vermemek gerekmektedir. Zira tarih boyunca her fırsatta bozgunculuk çıkarmış, bâtıl inançlarıyla insanlık için dâimâ tehlike olmaya devam etmişlerdir.

Dipnotlar: [1]Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/269. [2] Taberî, Câmiʻu’l-beyân, 10/489. [3] Taberî, Câmiʻu’l-beyân, 10/490. [4] Taberî, Câmiʻu’l-beyân, 13/205-207. [5]Ahmed, Müsned, V, 186. Bkz. Buhârî, Ahkâm, 40; Ebû Dâvûd, İlim, 3/3645; Tirmizî, İstizan, 22/2715. [6] Muvatta, Müsâkât, 2. Krş. Abdürrazzak, Musannef, 4/122-123; Ahmed, Müsned, 2/24, 6/163. [7]Heysemî, Mecmaʻu’z-zevâid, 1/246. [8]Buhârî, Cihâd 94, Menâkıb 25; Müslim, Fiten 82.

Kaynak: Murat Kaya, Altınoluk Dergisi, Sayı: 455

İslam ve İhsan

DECCAL NEDİR, KİME DENİR?

Deccal Nedir, Kime Denir?

DECCAL’İN ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

Deccal’in Özellikleri Nelerdir?

DECCAL İLE İLGİLİ HADİSLER

Deccal ile İlgili Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.