Cemaat ve Tarikatların Hepsi Aynı mı?

Ağır bir hücum karşısındayız. Sadece şehirlerimizi, düğünlerimizi, karakollarımızı ve caddelerimizi bombalamıyorlar; bizi biz yapan inanç esaslarımıza ve fikir dünyamızın temellerine de büyük bir taarruz var. Hattâ kelimelerimize, mefhumlarımıza ve onların zihinlerimizdeki karşılıklarına büyük bir saldırı var.

Napolyon; Mısır’ı işgal ettiğinde yanında, şarkın dinamiklerini dinamitleyecek bir sözde ilim adamları ordusu da getirdi. Oryantalizmin başlangıcı olarak teklif edilen vâkıalardan biri budur.

Nasıl âdî terörist; «Düğünde bile emniyetimiz yok!» hissini bize yaşatmaya çalışıyorsa, etiketli, unvanlı terörist de; «İnançlarının güvenilecek bir tarafı yok. Neresinden tutarsan elinde kalır!» algısı meydana getirmeye uğraşıyor. Eli kalem/klâvye tutan, “algı yöneten” düşman da, müsbet değerlerimize menfî mânâlar yüklemeye çabalıyor.

Ülkemizin başına 15 Temmuz’u açan yapı hakkında, eskiden içinde ve üst noktalarında bulunmuş kişilerin itirafları, ortaya çıkan videolar ve bazı şifreli yazılardan şu anlaşılıyor:

Bu yapının gerek dîne, gerek akla, gerekse vatanperverliğe ve insanlığa sığmayan emir ve tâlimatlarını izah etmek için, elebaşına bazı pâyeler verilmiş: Mehdî veya İsa veya Hızır (sâlih zât, sürekli Peygamber Efendimiz’le görüşen kâinât imamı)…

15 Temmuz sonrası, herkes bu yaşananlardan kendi bakış açısıyla istifade derdine düştü. Kimisi; “Gördünüz mü lâiklik ne kadar kıymetliymiş!” propagandasına koyuldu. Kimisi; “Cemaat ve tarîkatların hepsi aynı!” demek için fırsat buldu.

“Darbeyi yöneten imamlar (!) hep ilâhiyatçı, ilâhiyatların akademiye ne faydası var bu ülkede?” diyen bile oldu.

İSTİSMARIN İKİ HEDEFİ

İstismarın iki hedefi olur:

1. İstismar ettiği şeyin kıymetini sömürmek.

2. İstismar ettiği şeyin kıymetini söndürmek!..

Maalesef, birçok kelime ve mefhumumuzu sömürdüler. Şimdi de kıymetini söndürme faslı var.

KİRLETİLEN KELİMELERİMİZ

“Yargı imamı” diyorlar… Adâlete kasteden, âdil muhakemeye tarafgirlik, mafyavârî rüşvet ve haraç katan insana «imam» adı verilebilir mi?

Hâlbuki imam denilince biz; İmâmü’l-Enbiyâ, İmâmü’l-Müttakîn, İmâmü’l-Harameyn isimleri vesilesiyle, Peygamber Efendimiz’i hatırlarız.

İmâm-ı Âzam, İmâm-ı Şâfiî, İmâm-ı Gazâlî ve İmâm-ı Rabbânî gibi topluma en güzel şekilde rehberlik eden mezheb imamlarımızı, müçtehidlerimizi ve irfan dolu âlimlerimizi hatırlarız.

İmam gizli kapaklı işlerin perde arkası sorumlusu değildir. İmam, «emâm: Ön taraf» kelimesinden gelir. Halkın, ümmetin ve cemaatin önünde durur. Onlara namazda imâmet vazifesini edâ ettiği gibi, her güzel ve hayırlı mevzuda önderlik ve rehberlik eder.

"CEMAAT" İYİLİKTE YARDIMLAŞIR, DÜŞMANLIK VE GÜNAHTA DEĞİL

İmam gibi Cemaat de zihnimizde ve gönlümüzde aşındırılmak istenen mazlum bir kelimemiz olmuştur. Cemaat denilince, ümmetten, toplumdan farklı ve gizli hesaplar içinde olan, düşmanlık ve günahta yardımlaşan bir gruplaşma anlaşılmaz. Böyle bir gruplaşma, lisanımızda ancak «fırka» diye adlandırılabilir ve merduttur. Bugün de böyle menfî gruplaşmaları «örgüt» tabiri gayet güzel anlatmaktadır.

Bilâkis; Cemaat; tefrikanın, ihtilâfın ve ayrı-gayrı olmanın zıddıdır. Cemaat, gaye ve mefkûre birliği içinde beraberce saf tutanlara denir. Birr (iyilik ve hayrın kemâli) ve takvâda yardımlaşanlara denir. El birliğiyle, güç birliğiyle vatana, millete ve dîne hizmet edenlere denir.

Tarihimiz, İslâm’a, insanlığa hattâ bütün mahlûkata şefkat için bir araya gelmiş cemaatlerin, tarîkatların ve onların müntesiplerince kurulmuş vakıfların ve külliyelerin muhteşem misalleriyle doludur. Bunların herkesçe bilinen ve takdir edilen hizmetleri dışında hiçbir başka ajandaları olmamıştır. Bozulan, dalâlete dûçâr olan ve İslâm cemaati dışına düşen olmuş ise, o da sapık bir fırka hâline gelmiş ve reddedilmiştir.

Hizmet demişken; kirletilmeye çalışılan bu değerimiz de «Mahlûkata şefkat» prensibinin mücessem şekli ve içtimâî ibâdetlerin zirvesidir. Tasavvufî mânâda hizmet; hizmet edenin enâniyetini törpüleyerek, ona tevâzu, mahviyet ve derece kazandırırken, hizmet edilene de şefkat ve merhamet kanadı olur. Hizmet, batı dilindeki «servis»in tercümesi değildir. Meccânîdir, «rızâen lillâh»tır.

Gayesi hizmet olan cemaatler, halktan para toplamak değil, halka hizmet ve ikramda bulunmak gayesiyle vardırlar. Hamiyyetperver insanlar da tabiî ve gönüllü olarak o infak ve hizmet kervanına dâhil olurlarsa ne âlâ!..

KELİMELERDE YAPILAN MANEVİ TAHRİF

Hele «himmet» kelimemiz… Hani Hacı Bektâş-ı Velî Hazretlerinin, Yûnus Emre’ye, «Buğday mı himmet mi?» diye sorduğu, âdeta maddiyattan ne kadar uzak bir şey olduğunu asırlar öncesinden ispatladığı o «himmet», bugün «para» hem de çeşitli zorbalıklarla alınan bir nevi «haraç» mânâsına getirilmiştir. Hâlbuki himmet, tasavvufta hem dervişin arınmak için göstereceği emek ve gayrete, hem de pîrin o gayrete karşılık mânevî yardımına verilen isimdir.

Hâsılı, kelimelerimizi bir an önce bu mânevî tahriften kurtarmamız gerekmektedir. Bunun için de, bilhassa medya dünyasındaki insanların, bu kelimeler yerine, örgüt, sorumlu, faaliyet gibi nötr yahut menfî tedâîlere sahip kelimeleri kullanmaları münasip olacaktır.

Maalesef bu yapının istismar saldırısından nasip alan hususlardan biri de «Mehdî» meselesi oldu.

Sahtesinden hareketle hakikîsine de saldırıldı. «Mehdî beklersen olacağı budur.» dendi.

Mehdî acaba kimdir, nedir öğrenelim diye internette de istifademize sunulan Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’ne müracaat edenler ise, tarafgir, mehdî muârızı «Mehdî» maddesiyle karşılaştılar. Mehdî anlayışının Şia’dan geçtiği, Emevî ve Abbasîlerin hadis uydurduğu gibi oryantalist kurşunlarını sağa sola sıkan tarafgir bir metinle…

Aslında madde, cumhurun görüşüne sahip bir âlime yazdırılmalıydı. Değilse de İslâm levhası taşıyan bir ansiklopedide, tarafsız bir dille bütün görüşler dile getirilmeliydi. Meselâ Mehdî ile alâkalı hadisleri 20 ayrı sahâbînin aktardığı, bu meseleyi tevâtür derecesinde gören birçok âlimin olduğu gizlenmemeliydi.

Bizim ehl-i sünnet inancımızda Mehdî’nin istismar edilmeye açık bir tarafı var mıdır? Aslında yok.

Mehdî yeni bir şeriat mı getirecek? Allah’tan vahiy mi alacak? Hayır!

Masum (ismet sıfatlı) mı olacak? O ne derse doğru mu olacak? Hayır!

KİTAP VE SÜNNETE SARILAN DOĞRU YOLDAN UZAKLAŞMAZ

İstanbul’un fethini müjdeleyen hadîs-i şerîfi düşünelim:

Fatih Sultan Mehmed Han ve askerleri bu müjdeye nâil oldular. Biz onları diğer İslâm kumandan ve askerlerinden farklı bir sınıfta mı düşünüyoruz? Fatih yaptıysa doğrudur, çünkü o peygamber müjdesi almıştır, diye bir tasnifimiz yok. Fakat bu müjde bize bir inşirah veriyor. Ecdâdımızın zâhirî ölçülerle de tespit edebileceğimiz istikamet üzere oluşlarına bir mânevî teyit oluyor. O kadar!.. Yine ecdâdımızın Lâle Devri gibi, Tanzimat gibi hatalı davrandığı yerlerde hatasını söylemekten geri durmuyoruz. Çünkü ölçümüz Kitap ve Sünnet.

Sapmamanın ölçüsü, Vedâ Hutbesi’nde verilmiş: İki emânete, Kitap ve Sünnet’e hakikî mânâda sarılan, sapmaz, doğru yoldan uzaklaşmaz.

Mehdî de Allah Rasûlü’nün getirdiği esaslar üzerinde hareket edecektir. Hazret-i İsa da… Mehdî’nin lügat mânâsı bile «hidâyet üzere» olduğunu anlatır. «Dalâlet üzere» değil!

Eğer Fetö’nün yanlışlarına; «Mehdiymiş» diye uyan biri varsa, asıl burada hata etmiş.

Zaten Fetö, hedef kitlesi olarak ekseriyetle dînî bilgisi zayıf kitleleri seçiyor ve onları müphem, kapalı ve dolambaçlı bir dille efsunluyordu. Bugün yeniden terviç edilmeye çalışılan lâikliğin son derecede katı bir şekilde uygulanması da, bu gibi yapıların gizlenmesine, takiyyeye başvurmasına meşrûlaştırıcı bir bahane oluyordu.

Yani Fetö’nün yaptıklarına Mehdî inancımız asla mazeret olmamıştır.

Mehdîliğini göbek genişliği ve sakal tıraşıyla ispatlamaya çalışan başka bir şarlatan ise, cümle âlemin alay ettiği bir kişi…

MEHDİ HABERLERİNİN HİKMETİ NEDİR?

Mehdî haberlerinin hikmeti ne olabilir?

Şöyle bir izahta bulunulabilir: Âhirzamana dair haberlerin çoğu korkutucu ve uyarıcıdır: Fitneler, kanlı savaşlar, günahların yayılması, Deccal, Ye’cüc ve Me’cüc…

Bu ikazlar uyandırıcı… Fakat ümit kırıcı olmaması için, istikbâlin sadece karanlıklar ve felâketlerle dolu olmadığı, zaman zaman çok güzel ve muzaffer devirlerin de yaşanacağı ifade edilmiş.

Dolayısıyla, bizde Mehdî’yi bekleme miskinliği yoktur, fakat geleceğe ümitle bakmak vardır. Hangi korkutucu kıyâmet alâmeti başımızda patlarsa patlasın, elimizde fidanları ekmeye devam etmek ve şu hakikatleri şiar edinmek vardır:

“Kâfirler / müşrikler istemese de Allah nûrunu tamamlayacaktır.” (et-Tevbe, 32; es-Saff, 8) “Allah dînini bütün dinlere üstün kılacaktır.” (et-Tevbe, 33; es-Saff, 9) “Bu iş (İslâm) gece ve gündüzün ulaştığı her yere ulaşacaktır…” (Ahmed, IV, 103)

Hadîs-i şeriflerde ümmetin «sonu da hayırlı olan bir yağmura» benzetilmesi, âhirzamanda Efendimiz’in kardeşleri olarak vasfedilen, görmeye iştiyak duyduğu bir neslin yetişecek olması, Roma gibi yerlerin tekbirlerle (savaşsız, gönül fethiyle) fethedileceğinin bildirilmesi de bu kabildendir.

Böyle bir inanç miskinleştirmez, gayret ettirir. Nitekim bugün taarruzlar karşısında Mehdî müjdesini müdafaa edenler de, dînî eğitim ve tebliğ gibi sahalarda canla başla çalışanlardır. Bir de reddedenlerin gayretlerine bakmalıdır.

Bu şekilde doğru bir gelecek telâkkîsi şu bilgide olduğu gibi müsbet netice verir:

“Afrikalı müslümanlar Avrupalı sömürgecileri deccal olarak görmüşlerdir. 1927’de yayımlanan bir İngiliz hükûmet raporunda bu inancın Afrikalı müslümanları ayakta tuttuğu belirtilmiştir.” (TDV İA, Deccal maddesi)

Halkın telâkkîsinde (algısında) hatalar olabilir. Telâkkî düzeltilir, hakikat olduğu gibi bırakılır. Kader, şefaat, vesile vb. hususlarda da böyledir.

İYİLİK VE TAKVADA BİR ARAYA GELMEK YANLIŞ OLUR MU HİÇ?

Gündemimizden bir misal:

İnsanlık tarihi boyunca kurban, çok istismar edilmiştir. «Tanrılar istiyor» denilerek zavallı çocuklar, genç kızlar, bazen ölen kişinin karısı veya köleleri gibi birçok masum, suçsuz yere öldürülmüş, adına da kurban denmiştir. Devrimizde de batıda görülen toplu intihar sapkınlıkları, yine dünyanın her yerinde adına teröristlerin «fedâî» (!) dediği intihar bombacıları, tâğutlara verilmiş kurbanlar mesâbesindedir. Yine farklı şekillerde; Halep’te, Antep’te çocuklar, kurban edilmeye devam edilmektedir!

Bu cürümleri; Allâh’ın emrettiği kurbanı ortadan kaldırmakla gidermeye kalkmak, ne aklın ne de dînin kabul edebileceği bir şeydir. Belki de tam tersi; bünyedeki şiddeti topraklama, merhamet, paylaşma, açları doyurma ve Allâh’ın hakikî tâlimatları altında bir araya gelme duygularıyla hakikî kurban, şiddet için en güzel çarelerden bir çaredir.

Kula kulluk var diye Allâh’a kulluk yanlış olur mu hiç? Mafyavârî elebaşlarına bağlılık var diye, hakikî reislere sadâkat yanlış olur mu hiç? Günah ve düşmanlıkta yardımlaşanlar var diye, iyilik ve takvâda bir araya gelmek yanlış olur mu hiç?

Mehdî haberleri ile alâkalı bir başka husus:

Peygamberimiz gaybı kendiliğinden bilmez. Fakat O’na çeşitli vesilelerle Cenâb-ı Hak gelecekten sahneler göstermiştir. Mîracda göstermiştir. Sünnetullah veya içtimâî ilâhî kanunlar diyebileceğimiz bazı esasları da bildirmiştir Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz… Geçmiş ümmetlerin düştüğü hataları bizim tekrarlamamamız için uyarmıştır. Aynı hataları yapanlar aynı âkıbetle, Fâtiha’nın son kelimesi olan dalâlete düşenlerden olmakla karşılaşacaktır çünkü.

Allah Rasûlü’nün bildirdiği bu alâmetlerden birçoğu ortaya çıkmışken, henüz zuhur etmemişleri reddetmek akla da aykırıdır.

Mehdî «beklemek» diye bir şey zaten yoktur dedik. Fakat tevâtür derecesindeki onca hadîs-i şerîfin başında muhafız gibi beklemek bizim vazifemizdir.

Çünkü vatan gibi, bayrak gibi mukaddestir o emânet de…

Sahih hadisler, bizi Kur’ân’a bağlayan kuvvetli bir halatın tel tel iplikleri gibidir. Onları zayıflatmanın bizi Kur’ân’dan da uzaklaştıracağından emin olun!..

NOT: Mehdî’yi müjdeleyen hadislerin müdafaası ve tenkitlerin reddi için Ebubekir SİFİL Hoca’nın internette mevcut makale ve videolarını tavsiye ederiz. https://ebubekirsifil.com

Kaynak: Mustafa Asım Küçükaşcı, Yüzakı Dergisi

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.