Büyüklerimizle İletişim Kurma Rehberi

Yaşlılara nasıl davranmalıyız? Yaşlılarla nasıl konuşulur? 10 maddede büyüklerimizle iletişim kurma rehberi.

İnsan, Rabbimizin yoktan vâr ettiği, akıl ve türlü kemâl vasıflarıyla müzeyyen kıldığı, yaratılmışların en şereflisidir. Kâinatın kendisine musahhar kılındığı, hükmüne râm edildiği bu değerli varlık, Cenâb-ı Hakk’tan bir nefha taşımasıyla da ayrıca kıymet ve şeref kazanmaktadır.

O, Allah Teâlâ’nın cemâl ve celâl sıfatlarından farklı nisbetlerde pay almış, imtihan âlemi olarak var edilmiş bu fâni dünyada yaşarken Allâh’ın pek çok fazl u ihsanına nâil olmuş ve nihayet ebedî âlemin sonsuz yolcusu olarak farklı ve özel kılınmıştır.

YARATILMIŞLARIN EN ŞEREFLİSİ

Bütün kâinât, insanın hizmetine verilmişken o, Rabbü’l-Âlemîn’in hizmetkârı ve kulu olmak üzere yaratılmıştır. O, tezatlar içinde, “yaratılmışların en şereflisi” olabilecek bir potansiyele sahip olduğu gibi, yine türlü meziyetlerini menfî yollarda kullanması sebebiyle aşağıların aşağısına sürüklenebilecek bir mâhiyettedir.

İnsan, dünya sahnesine çıkıp kendisine verilen ömür nimetini tüketmeye başladığı andan itibaren başta Rabbine, ayrıca yaşadığı dünyaya, insanlara karşı belli sorumluluklar içinde hayatını sürdürür.

Şüphesiz yaratılan her varlığın bir gayesi, kapasitesi, imkânı, vazife ve sorumluluğu vardır. Ancak bu varlıklar içinde belki en yüce gayeye hizmet etmek üzere yaratılmış, istidat ve kapasitesi en çok olan, bu yüzden de vazifesi ve sorumluluğu en fazla olan yegâne varlık insandır.

Dağların yüz çevirdiği, taşımaktan imtinâ ettiği “emaneti” sahiplenmiş, yüklenmiş ve zâlim ve câhil olduğunu unutarak meydana çıkmış ve bu ağır yükün altında ezilmiş bir zavallıdır.

İNSANIN ACİZ KALDIĞI DÖNEM

Her doğan, yaşar ve ölür. Doğup da ölümü tatmayan kimse yoktur. Bazıları doğar doğmaz, bazıları henüz anne karnındayken ölümle karşılaşır. Bazı insanlar da uzun bir hayat yaşar, yaşlanır. Çocukluk, gençlik, olgunluk yaşlarından sonra tekrar başa dönercesine “erzel-i ömre”, insan hayatının en zayıf dönemlerinden birine ulaşırlar. İşittiğini duymaz, gözüyle gördüğünü bilmez, tanıdığını tanımaz hâle gelir. Vücudu, eski güç ve kudretini kaybetmiş, âzâları tâkâtsiz kalmıştır.

İşte vücudun pek çok konuda zorlandığı bu dem, insan için en âciz dönemlerden birisidir. Yaşlılık ve yaşlılığın ileri derecesi olan bu hâldeki kimselere karşı, yakın akrabalarından başlamak üzere derece derece toplumun her kesiminin sorumluluk ve vazifeleri vardır.

Dinimiz, doğum öncesinden başlayarak, anne karnındaki ceninden doğan bebeğe, çocuktan yaşlıya, kadından erkeğe, müslümandan gayr-i müslime kadar bütün insanlara, sırf insan olmaları sebebiyle hürmet göstermeyi emretmiş, onların canlısına saygı gösterilmesini öğrettiği gibi, ölmüş bedenine bile ihtiramı gerekli görmüştür.

Şefkat peygamberi olan Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu saygı ve ihtiramın, hayatın farklı cephelerinde nasıl tatbik edileceğini sözleriyle ve uygulamalarıyla bir “hayat tarzı” şeklinde göstermiştir.

Aslında yaşlılık, engellilik, özür ve hastalıklar; her insanın başına gelebilecek tabiî hâllerdir. O yüzden genç ve kuvvetli olduğumuz zamanlarda böyle kimselerle ilgi ve alâkamız, onlara olan hürmet, muhabbet ve hizmetimiz, dolaylı olarak kendimiz için yaptığımız bir sadaka ve sevap kapımızdır.

AHİRET AZIKLARI

Bu dünyada biz, onların çektiği sıkıntılara hiç uğramasak da, yapmış olduğumuz iyilikler, almış olduğumuz hayır duâlar, bizim kıyamet günü en çok ihtiyacımız olan zamanda karşımıza çıkacak âhiret azıklarımızdır.

Hasta ve yaşlı kimselerle ilgilenmek, bize şefkat, merhamet, fedakârlık ve diğergâmlık hisleri kazandırır. Kibir, gurur ve bencillikten kurtarır. Hayata farklı zaviyelerden bakma, onların tecrübelerinden istifade etme imkânı sağlar. Hizmet etme ve yeni beceriler elde etme yollarını öğretir. Üzerimizdeki ilâhî nimetleri fark etmemizi sağlar. Bütün bu yönleriyle dünyada da büyük bir bereket kapısıdır.

Bedenen ve zihnen gücü-kuvveti yerinde olan, hayatın birçok alanında tecrübe yaşamış, bir zamanlar sözü dinlenen, sözü anlaşılan ve eli-ayağı tutan, kimseye ihtiyacı olmadan bütün işlerini görebilen bir insanın; bir zaman sonra bunları yapmaktan âciz kalması hepimiz için büyük ibretlerle doludur.

Bir gün biz de onların yerinde olabiliriz. O zaman başımıza ne gelmesini istiyorsak, biz de etrafımızdaki yaşlılara öyle davranmalıyız. Zira dünya biraz da etme-bulma dünyasıdır.

Rabbimizin, “Anne-babaya öf bile demeyin!” emri, bir mânâda bütün yaşlılar için geçerlidir. Onları anlayabilmek, onları incitmeden bir irtibat kurmak, hayli zor, ama zor olduğu kadar da büyük fazileti bulunan bir davranış şeklidir.

YAŞLILARA NASIL DAVRANMALIYIZ?

Bu düşüncelerden hareketle, yaşlı insanlara nasıl davranılması gerektiğini birkaç cümle ile ifade etmeye çalışalım:

1. Yaş ilerledikçe insanın tecrübesi artar. Hayata dair geniş düşünceleri ve etraflı bakış açıları oluşur. Dolayısıyla onların fikirlerine çok değer verdiğimizi onlara hissettirmeli, karşılaştığımız önemli mevzular ile ilgili düşüncelerini dikkate almalıyız.

2. Yaşlı insanın duyguları, gençlik dönemine nazaran daha hassas ve kırılgan olabilir. O yüzden konuşurken ses tonumuza ve mimiklerimize azami dikkat etmeli, onlarla konuşurken gereğinden fazla sesimizi yükseltmemeliyiz.

3. Eğer yaşlı bir insanla beraber yürüyorsak, kesinlikle onun önüne geçmemeli ve ondan daha hızlı hareket etmemeliyiz. Onun hareketlerinin yaşlılığından dolayı yavaşladığının farkında olmalı ve onunla aynı tempoda hareket etmeliyiz. Hızlı ve çevik oluşumuz ve onu sık sık geride bırakmamız, kendisini incitebilir.

4. Kendisinden daha iyi bildiğimiz bir konu olsa bile, onun yanında bu bilgimizi bilgiçlik yapmaya döndürmemeli; onun duygu, düşünce ve bilgilerine değer verdiğimizi hissettirmeliyiz.

5. Unutma veya dalgınlık gibi sebeplerle aynı konuyu birkaç defa sormasından rahatsız olmamalı ve her sormasında ilk defa cevaplıyormuş gibi dikkat ve hassasiyetle cevap vermeliyiz.

6. Yaşlı insanların yaşadıkları yıllar itibariyle fazlasıyla hatıraları olabileceği için onların bizimle paylaştıkları uzun konuşmalarına tahammül etmeli ve sabırsızlık göstermemeliyiz.

7. Aslında her insana yapmamız gereken, kendisini önemli ve değerli görme davranışımızı, nisbeten daha alıngan olan yaşlı kimselere, daha fazla göstermeliyiz.

8. Yaşlı olduğu için “bir şey yapamaz!” diye düşünmemeli, kendisini rahatlıkla ifade etmesine izin vermeli, hatta yapabileceği konularda onun ustalık ve tecrübesine öncelik vermeliyiz.

9. Her insanda olduğu gibi, yaşlılarda da yakınlarından beklentiler yüksek olur. Onların beklentilerini fark edip onların gönüllerini almalı ve ihtiyaçlarına cevap vermeliyiz.

10. Unutmamak lâzımdır ki, beden yaşlansa da ruh yaşlanmaz. Nefs de yaşlanmaz. Her ne kadar bedenen zayıflamış bir insan görsek de onun ruhunun ve nefsinin ilk hâli gibi dipdiri olduğunu unutmamalı ve ona göre davranmalıdır.

Netice olarak, yaşlı insanlar, dünyaya kaderleri îcabı bizden önce gelmiş, kendi bahtlarına takdir ve taksim edileni yaşamışlardır. Bir müslüman olarak her varlığa ilâhî nazarla bakmamız gerektiği gibi, onlara da merhamet ve şefkat duygularımızla, kıymetlerini bilerek ve onlara hissettirerek yaşamalıyız. Yaşlılar ve çocuklar, Rabbimizin her zaman merhametini celbeden insanlardır. Özellikle acûze durumunda olan bîçârelerin sayesinde ilâhî rahmet, mağfiret ve merhamete nâil olduğumuzu unutmamalıyız.

Kaynak: Şefika Meriç, Şebnem Dergisi, Sayı: 178

 

İslam ve İhsan

BÜYÜKLERE VE FAZÎLETLİ İNSANLARA SAYGI

Büyüklere ve Fazîletli İnsanlara Saygı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.