Bugün Genç Olsaydınız Ne Yapardınız?

Gençler bilebilse, yaşlılar yapabilse demişler. Genç Dergisi 93. sayısında yaşı kemale ermiş ülkemizin önde gelen mütefekkir, âlim ve kâmil ruhlu dava insanlarına şu soruyu yöneltti: "Bugün genç olsaydınız ne yapardınız?" Osman Nuri Topbaş Hocaefendi'den Yaşar Kandemir'e, Hekimoğlu İsmail'den Mahmut Toptaş'a, Ahmet Taşgetiren'den Metin Karabaşoğlu'na uzanan bu büyüklerimiz bakın neler dediler? Onlar bugün genç olsaydı neler yapardı?

 KUR'ÂN VE SÜNNET AŞKI İÇİN GAYRET EDERDİM!

Osman Nûri Topbaş Hocaefendi

Yeniden genç olsam, yine Kur’ân ve Sünnet kültürüne sahip olabilmenin aşk ve gayreti içinde bulunurdum. Zira Kur’ân-ı Kerîm’de bir beşerin karşılaşabileceği bütün meselelerin cevâbı mevcuttur. Efendimiz’in müstesnâ hayatı da, Kur’ân-ı Kerîm’in tefsîri ve tatbîki mâhiyetindedir. Yani Efendimiz, canlı bir Kur’ân’dır.

Şu bir hakikattir ki;

Gerek Tefsir, Hadis, Fıkıh gerekse Tasavvuf ilminin menşei, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’dir. Zarif ve ince ruhlu bir insan modelinin en güzel numûnesi yine Efendimiz’dir. Ahlâkî vasıfların zirve misâli de O’dur.

Yani Efendimiz’in hayatı, insana hitap eden, insan rûhunu tahlil eden ne kadar ilim varsa, ki bunlar arasında psikoloji, pedagoji, sosyal-antropoloji zikredilebilir, onların hepsinde zirveyi teşkil etmiştir. Yani bir insan, kulluğun kemâline erebilmek için, Rasûlullah Efendimiz’in hâliyle hâllenebilmenin gayretinde olmalıdır. Zira dünyaya gelişimizin yegâne gâyesi, kulluktur.

Bu sebeple tercihim, yine Kur’ân ve Sünnet kültürünü iyi idrâk etmeye gayret göstermekten ibâret olurdu. Tabi bu tahsil için de kalbin merhale kat etmesi zaruridir.

Bir de şunu ifâde etmek istiyorum ki, şu üç talimat çok önemlidir:

Biri Hira Mağarası’nda gelen talimattır. “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (el-Alak, 1) Dolayısıyla insan seyrettiği her şeyi hikmet gözüyle okumalıdır.

İkincisi Sevr Mağarası’nda gelen talimattır. “…Mahzun olma; Allah bizimle beraberdir!..” (et-Tevbe, 40) Cenâb-ı Hak, kulu ile her an beraberdir.

Üçüncüsü Vedâ Hutbesi’nde buyrulan talimattır:

“Size iki emanet bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldığınız müddetçe sapıklığa düşmezsiniz. Biri Allâh’ın kitâbı Kur’ân, diğeri Rasûl’ün sünnetidir.” (Hâkim, I, 171/318)

İnsan, bu talimatlara uyduğu ölçüde hiç bitmeyen bir gençlik sırrına nâil olacaktır.

AHİRETİMİ GÜZELLEŞTİRMEK İÇİN ÇABALARDIM

Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir

profyasarkandemirfotoGenç olsaydım; Her şeyden önce zamanımı, bu en değerli sermayemi asıl yurdum, yuvam olan âhiretimi güzelleştirecek şekilde değerlendirmeye çalışırdım. Rabbimin ve sevgili Peygamberimin emir ve tavsiye buyurduğu işleri, ibadetleri bir bir tesbit eder, onları yapardım.

Peygamber Efendimizi daha iyi tanımak için onu bize öğreten hadis ve siyer kitaplarını okumaya gayret ederdim.

Sonra sevgili Efendimizin tavsiye buyurduğu güzel amelleri yapmaya çalışırdım. Çünkü yaş ilerleyince, ibadet için gerekli olan enerji de azalıyor.

Beş vakit namazımı aksatmadığım gibi, teheccüd namazını da aksatmazdım.

Her kamerî ayın 13, 14 ve 15. günleri, yani “eyyâm-ı bîz” ile pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutardım. Sultân-ı Enbiyâ Efendimiz’in, genç sahâbîsi Abdullah ibni Amr ibni Âs’a tavsiye buyurduğu gibi her gün bir cüz okumak suretiyle Kur’ân-ı Kerîm’i her ay hatmederdim.

BOŞ ZAMAN KAVRAMINI ORTADAN KALDIRIRDIM

Ahmet Taşgetiren

a1İnsan ilerleyen yaşlarında, çocukluğundan, gençliğinden itibaren edindiği birikimleri kullanıyor. Kalbî birikimleri, zihnî birikimleri ve ahlakî birikimleri. Hayat bir meydan okumalarla karşılaşma süreci. Meydan okumaya cevap verilebildiği ölçüde ilerliyor, maddi- manevi başarı gösterebiliyorsunuz. İlerdeki yaşlarda insanın, gençliğinde edinemediği birikimin "açık" olarak önüne çıktığı görülüyor.

Onun için, "gençler bilebilseydi, yaşlılar yapabilseydi" özdeyişinden de yola çıkarak, genç olsam, "Bilebilme" potansiyelime yatırım yapardım. Boş zaman kavramını ortadan kaldıracak bir duyarlılık içinde hareket ederdim.

HER GENÇ DİNİMİ NASIL ÖĞRENEBİLİRİM SUALİNE CEVAP ARAMALIDIR

Hekimoğlu İsmail

hekimogluAskeri okula 18 yaşımda başladım. Güçlü kuvvetli bir gençtim. Sağlıklıydım. Çevrem günah işlemekte birbiriyle yarışıyordu. Bataklıktan başımı çıkarıp etrafıma ibret alan gözlerle baktım. Sevki ilahi ile “Ben böyle olmayacağım.” dedim kendi kendime. İçki içmedim. Sigara içmedim. Kumar oynamadım. Kız arkadaş edinmedim. Boş boş dolanmadım. Allah’ın emirlerini öğrendim. İtaat etmeye başladım. Hayatım düzeldi.

Kuran-ı Kerim okumasını ve İngilizceyi öğrendim. Kendim için yazılar yazdım. Defterler doldu. Bunları yazmaktan hoşlanıyordum. Neşredeyim, başkası da okusun gibi bir niyetim yoktu. Kader yetiştiriyormuş. Hiç farkında değildim.

Çevremden ayrıldığımı anladıkça çalışmalarımı, yaşayışımı devam ettirdim. Sen nevi şahsına münhasır bir insansın, derlerdi. Yani taklit etmiyorsun, kendi hayatını yaşıyorsun. Bu sözler benim için çok önemli değildi. Çünkü artık ben bendim. Başkalarının benim hakkımdaki düşünceleri, sözleri beni ilgilendirmiyordu.

Sevki ilahiye şükürler olsun. Bütün iyilikler Allah’tan, kötülükler nefsimdendir.

Her genç dinimi nasıl öğrenebilirim sualine cevap aramalıdır. Bulduğu cevabı hayata geçirmelidir. Şimdi genç olsam Arapçaya ağırlık verirdim. Arapça kitaplardan ilim öğrenmek isterdim.

DAHA FAZLA ÖĞRENEBİLMEK İSTERDİM

 Metin Karabaşoğlu

 Metin-KarabaşoğluEn çok okuduğumuz sûrelerden biri olarak Yâsîn’de nedense anlamı üzerine düşünemediğimiz bir âyet, ömre ve yaşlılığa dairdir. Bu âyetinde “Kimin ömrünü uzatırsak, yaratılışça ona verdiğimizi eksiltiriz” buyurur âlemler Rabbi.

Öyledir. Ömür ilerledikçe, birçok kabiliyetimiz geriler. Ayaklar dermansızlaşır, kulak iyi duymaz, göz iyi görmez hale gelir, beden çabuk yorulur, hâfıza geriler. Gençlik gidip yaşlılık kapıya dayandıkça, ‘benim’ dediği, ‘kaybolup gitmez’ zannettiği nice özelliğin zayıfladığına, eriyip gittiğine şahit olur insan.

Ama bu esnada görür ki, gençken öğrenilen kayaya, yaşlıyken öğrenilen kuma yazmak gibidir. Gençken öğrendiği birçok şeyi yaşlılığında da muhafaza eder de insan, yaşlıyken aynısını öğrenemez.

O yüzden, genç olsaydım ne yapardım dediğimde, bütün kabiliyetlerin sünger gibi her şeyi emer halde olduğu; hâfızanın neyi kaydetse ‘daha yok mu?’ dediği, zihnin en hızlı işlemciden hadsiz kat daha hızlı işlediği o günlerde daha fazla öğrenebilmek isterdim diyorum. Kur’ân’dan daha fazla sûre ezberleseydim; daha da fazla okusaydım, daha iyi bir seçimle okusaydım, Arapça öğrenseydim, İngilizce’yi daha iyi öğrenseydim… diye uzayıp gidiyor liste.

İnsan, Bağdat çarşısındaki sermayesi eriyen adam, yani buz satan adam misali. Ömür sermayesi de eriyor, gençlik sermayesi de. Bu sermayeyi, bu dünyada ilerleyen hayatımızda ‘hikmet’e dönüşecek ve ahirette de elimize yapışacak şeyler için kullanmalı velhasıl. İyi kullanmalı; zaten iyi kullanıyorum diyorsak, daha da iyi kullanmalı…

ÇOK ERKEN "KONUŞMAK" TUTUMUNDAN UZAK DURURDUM

Ergün Yıldırım

3_0231Bir arkadaşımın sözü var: "Kaderimi seveyim". Ben de buna inanıyorum. Ancak yine de insan belli bir yaşa gelince gençlik dönemi ile ilgili uzak durmak istediği ve yapmak arzusu taşıdığı çeşitli davranışlar var elbette. Açıkçası bu konuda iki şey aklıma geliyor. Birincisi çok erken "konuşmak"  tutumundan uzak durmak isterdim. Ülkeyi ve devleti kurtarmak etrafında erken söz söyleme yanlışlığı içinde bulundu bizim kuşak. Düşünce, ruh ve bilgi olgunluğuna yeterli düzeyde erişmeden "konuşmak"/"kelam eylemek" çok sağlıklı bir tutum değil. İkinci olarak tereddütsüz bir biçimde Arapça öğrenmek isterdim. İslam ile ilgili konuşan, yazan ve amaçları olan üniversiteli bir genç  olarak yapacağım ilk şey Arapça öğrenmek olmalıydı. Tercüme kitapları yutarak okumak ve onlarla kendimize bir hayat felsefesi kurmak coşkusunu yaşarken, Kur'an dili/ İslam dili olan Arapça'yı öğrenmeliydik. Çeviri tefsirler (örneğin, yanılmıyorsam 17 cilt olan Fizilal-il Kur'an-ı okumak) okuyarak harcadığımız zamanı Arapça öğrenmeye verebilirdik.

DAHA ERKEN EVLENİRDİM

Bedri Gencer

gencer-mostar-4-1Genç olsaydım öncelikle hayırlısıyla çok daha erken bir yaşta, örneğin Efendimiz aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmın evlendiği 25 yaşında evlenerek dinimi tamamlamaya, ergenlik çağından itibaren sakal bırakarak sünnet-i seniyyeye uygun bir hayat sürmeye, namazlarımı hiç aksatmadan olabildiğince cemaatle ve sarıkla kılmaya dikkat ederdim. “Disiplin olmadan ilham olmaz” şeklinde tercüme edebileceğimiz, “virdi olmayanın vâridi olmaz” düsturunca belli virdlerle zikirde devama, özellikle ilim yolcusu gençliği batıran gıybet ve harama nazardan olabildiğince kaçınmaya özen gösterirdim. Televizyon, internet, cep telefonu gibi mâlâyâni medyadan olabildiğince uzak durarak bir saniyemi bile boşa geçirmemeye, ilmin temel şartı olan hafızlığı daha erken bir yaşta bitirmeye, mümkünse Arapça ve İngilizce konuşulan iyi bir ülkede asgarî birer sene kalarak Arapça ve İngilizceyi hakkıyla öğrenmeye, nahiv, hadis ve fıkıh gibi âlet ve din ilimlerinden temel Arapça metinleri ezberlemeye, şer’î icazetle tamamlanan klasik bir tahsille âlim formasyonu kazanmaya, ilmin gelişmesi, İslâm’ın yücelmesi için hayatım boyunca “ilimde iddia, amelde tevazu” dengesini kollamaya gayret ederdim. “İs yanına var is koksun, mis yanına var mis koksun” düsturunca mümkün olduğunca hayatta olan sâlih insanlarla birlikte olmaya, bütün bunları hakkıyla gerçekleştirebilmek için Nakşibendîliğin temsil ettiği ehl-i sünnet ve cemaat ruhuna sadık sağlam bir Müslüman cemaat içinde yer almaya dikkat ederdim.

VAR GÜCÜMLE İNGİLİZCEMİ VE ARAPÇAMI GELİŞTİRİRDİM!

Erol Göka

350_150920112136_328051877Sizin için, daha doğrusu genç kardeşlerim için bir prensibimi kısa bir süreliğine ihlal edeceğim. Bu prensip, asla 'keşke' dememektir. Hatta 'keşke' demenin olmuş olanda hayır görmemek, kadere muhalefet etmek, Allah'ın iradesi hilafına bir şey dilemek anlamında günah olduğuna inanırım. Şaka yapmıyorum, hayatımdan çok memnunum, bu hayatı bana bahşettiği için Allah'ıma şükrediyorum. Ama genç kardeşlerimizin faydasına olabilir belki diye “şu an genç olsaydım ne yapardım?” sorusuna cevap vereceğim.

Bir kere gençlik döneminin sadece modern zamanlara has bir yaşam evresi olduğunu bildiğimden, gençliğim nedeniyle beni doldurmaya, kendi istikametlerine yöneltmeye çalışan hiç kimseye dönüp bakmazdım. Sadece vatana, millete, ümmete daha yararlı olabilmek için kendimi geliştirmeye çalışırdım. Daha geç evlenirdim. Mutlaka bir sanat ve spor dalı ile ilgili hobi edinirdim. Örnek aldığım Batılı bir Müslüman düşünürü her şeyiyle öğrenmek için seferber olurdum. Hem sosyalliğimi hem merhametimi geliştirmek için gönüllü bir kuruluşta yoksullara, düşkünlere yardım etmek için elimden geleni yapardım. Tüm bunlardan arta kalan zamanımda var gücümle İngilizcemi ve Arapçamı geliştirmeye gayret ederdim.

AHLAK VE CİDDİYET!

Tayfun Amman

06.01.2014-155853tayfunamman“Genç olsaydınız ne yapardınız?” sorusu aslında, “Şu anki gençlere ne tavsiye edersiniz?” sorusuyla paralellik arz etmekte. Ben genç kardeşlerimize, mesleğini hayat gayesi görüp, ciddiyetle yapmayı; okumayı, çalışmayı, sevmeyi öneririm. Çok kitap okumak değil, kaliteli kitapları çok okumak lâzım. Notlar tutarak, özetler çıkararak okumak. Zaman zaman oluyor, “Şu kitabı okudum” diyen bir öğrencime “O kitaptan bize neler anlatabilirsin?” diyorum, bir cümle söyleyemiyor. Bu okumak değildir. Ayrıca zıt okumalar yapmalısınız, tek yönlü okumalar sizi geliştirmez.

Madem işimiz dille, öyleyse edebiyat ile bağımız güçlü olmalı. Yabancı dil bilmeden olmuyor, ama önce anadilimizi, Türkçeyi iyi bilmeliyiz. Bunun da yolu edebi eserlerle haşır neşir olmak. Kim edebiyattan ne kadar uzaksa dili o kadar zayıf olur. Dilimizin sınırı düşüncelerimiz sınırıdır. Edebiyattan nasibi olmayanın konuşmasını dinlerseniz tat alamazsınız, yazısını okursanız yavan bulursunuz. Ve genç kardeşlerimize zamanlarını iyi değerlendirmelerini tavsiye ederim. Günlük, haftalık, aylık, yıllık planlar yaparak çalışmalı, boş şeylerle vakit geçirmemeli, gece yatma vakti geldiğinde o günün hesabını çıkarıp heba edilen saatler için üzüntü duyabilmeliyiz. Sekiz asır önce İranlı bilgenin şu sözü bir kâğıda yazılıp sık sık gözümüze çarpacak bir yere asılmaya değer: “Gafil halk yorgun argın bir laf eder: ‘Yarın olsa da bir iş işlesem’. Bilmez ki bugün dünkü günün yarınıdır. Bugün ne işlemiştir ki, yarın ne işlesin.”

Muhteşem bir medeniyetin çocukları olduğumuzu asla unutmayalım. Ama bugün ülkemizin iki büyük problemi var; birincisi ahlâk, ikincisi ciddiyet. Bu iki hususa özellikle dikkat etmelerini tavsiye ederim.

HİZMETTEN GERİ DURMAYIN

Mahmut Toptaş

MAHMUD-TOPTAS-2Yirmi yaş gençliğimin üzerinden 47 yıl geçmiş. Gençliğe nasihat adı altında ne söylesem bir ihtiyarın düşüncelerini söylemiş olurum. Onun için ben kendi nasihatım yerine Kur’an-ı Kerimde geçen Yiğit, Genç manalarına gelen “Feta” kelimesinin kimler için kullanıldığını haber vereyim:

Kur’an'ı Kerim'de “Genç, yiğit” anlamına gelen “feta” kelimesi öncelikle İbrahim Aleyhisselâm için kullanılmış. İhtiyarlar heyeti insanların gönül ufuklarını kara bulutlar gibi kapatan, “Bundan ilerisine gidemezsiniz, bundan ilerisini hayal bile edemezsiniz. Her şeyinizi izinden gittiğimiz atalarımız belirlemiştir” diyen putları yere seren İbrahim Aleyhisselâm, feta/genç olarak tanıtılmakta. (Enbiya süresi, ayet 60)

Yine Kur’an-ı Kerimde Firavun gibi çağının en büyük ve en güçlü kralının zulme dayanan saltanatına son veren Musa Aleyhisselâm’ın azığını taşıyan insana da feta/genç kelimesi kullanılmış. (Kehf süresi, ayet 60-62)

Medrese-i Yusufiyyede (hapishanede) Yusuf Aleyhisselâmdan iman dersleri alan iki mahkum için de feta/genç kelimesi kullanılmış. (Yusuf süresi, ayet 36)

Şehirde kralın kan kusturan kurallarına uyarak veya seyirci kalarak yaşamaktansa mağarada Allah’a kul olarak yaşamayı tercih eden yedi delikanlıya da feta’nın çoğulu olan fitye/gençler kelimesi kullanılmış. (Kehf süresi, ayet 10)

Ve dünya güzeli bir kadın, kapıları kapadıktan sonra, “haydi gel” dediğinde “Allah’a sığınırım”diyerek harama uçkur çözmeyen Yusuf Aleyhisselâm için de feta/genç kelimesi kullanılmış.

Sevgili Peygamberimiz, Gençlerin, yaşlılara ikramda bulunmasını ister ve bu ikramın kendisi yaşlanınca kendisine de yapılacağını bildirir. (Tirmizi, Sünen, K. Birr, bab 75)

Peygamber Aleyhisselam, Allah’a kulluk içinde gençliğini yaşayan, gönlü mescide bağlı olan, makam ve güzellik sahibi birinin zina teklifine “Ben Allah’tan korkarım” diyen, sağ eliyle verdiği yardımı sol elinden gizleyen ve Allah için gözyaşı dökenlerin kıyamet gününde arşın gölgesinde gölgeleneceğini haber verir. (Buhari, Sahih, K. Rikak, bab 24)

Kendi gençlik yıllarımda yaptığım bazı şeylerden örnekler vermek isterim. İlim olmadan yapılabilecek fazla bir şey olmayacağı inancıyla 22 yaşıma kadar Kur’an’ın içeriğini ve Diyanet'in yayınladığı Buhari Muhtasarı olan Tecridi Sarih’i hem okudum, hem de akşam sohbetlerimde dostlarıma özetledim. İlmihal bilgilerimizi Ömer Nasuhi Bilmen merhumun eserinden ezberleyecek kadar iyi öğrendim. 12 Mart 1971 Muhtırası'nda tutuklanan sağcı ve solcuların hapishanesine kütüphane kurduk ve yüzde seksene varan başarı sağladık.

Şehrin yöneticilerine çeşitli vesilelerle posta aracılığıyla gönderdiğim kitaplar, aklıma hayalime gelmeyecek hizmet kapıları açtı. Mısır Başsavcısı Abdülkadir Udeh’in “İslam Şeriatı” isimli eserini bizim başsavcıya gönderdikten iki gün sonra karakolluk olup oradan savcının huzuruna çıkarıldığımda, önce sert bir karşılandım fakat ardından açılan hizmet kapısını iyi değerlendirdim.

Gençlerimiz, kendi şartları için doğru olan hizmetleri yapmaktan geri durmasınlar. Sağlam bilgi, iyi niyet ve azim olursa Allah kişiye neyi nasıl yapacağını lütfeder. Kur’an-ı Kerim’i Arapça okumayı ve tefsirini çok iyi öğrenmeli. Sevgili Peygamberimizin Sünneti Seniyyesini kendine örnek edinmeli. Fıkhını da çok iyi öğrendikten sonra her öğrendiğini amele dönüştürürse bu okudukları ona kılavuz olarak yeter. Yola koyulduktan sonra kimsenin namusuna, parasına ve makamına zarar vermeden doğruyu yapmaya çalışırsa önüne engel çıksa da engeller bile ona hizmet edebilir.

Kaynak: Genç Dergisi, Sayı: 93

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.