Başımızın İçindeki Mucize
Kafa nasıl büyür? Başımızın içinde ne gibi mucizeler taşıyoruz?
İnanmak büyük konfor.
İnsan denilen mucizenin sırları bugün ya da yarın – muhtemelen- tamamen çözülür. Sebepleri yaratan, öyle istediği için. O vakte kadar, açıklanmışlara bakıyoruz, açığa çıkacak sırların heyecanını yaşıyoruz ama kafa yormuyoruz. Biliyoruz ki vardır bir sebebi, Yaradan bir şekilde yaratmıştır. Yoksa, bu “mucize” sebebi düşünülürken adamın aklını başından alır.
BAŞIMIZIN İÇİNDEKİ MUCİZE
Özellikle hangi mucize? Bu ay nasibimiz “başımızın içindeki mucize”. Kolay anlaşılması için birkaç başlıkta özetlemeye çalışalım.
Baş Çevresi
Standart bir sınav sorusudur: sağlıklı bir yeni doğanın baş çevresi kaç cm’dir ve aylık takiplerinde nasıl bir büyüme beklersiniz?
Cevap: genellikle 34 santimetredir ve üçer aylık dilimler halinde 5 cm + 4 cm + 3cm + 1 cm büyüyerek bir yaşında 47 cm’ye ulaşır. Büyüme eğrilerinden faydalanarak yaptığımız takipte az sayıdaki hastanın bu ortalamanın belli bir miktar üzerinde ve altında olduğunu görürüz tabii ki ancak şaşılacak kadar çok çocuk milimi milimine bu rakamların civarında dolaşır.
Bebekler doğduğunda kafanın kubbesini oluşturan ana kemikleri 6 adettir. Bunlar birbiriyle dümdüz sınırlarla buluşur ama ayrı ayrı durur. Her birinin sınırında sutura denen hat, ortalarında da bazen bir bazen iki adet fontanel (halk arasında bıngıldak denir) denen boşluk bulunur. Bunlar önceden planlanmış sıra, hız ve açıyla kaynaşır. Sonuçta beynimizi taştan yapılmış bir miğfer gibi koruyan kafatası oluşur.
Bu sırada ve sürede bozulma, fontanellerin erken kapanması; önce şekil bozukluğu sonra gelişebilmek için yer bulamayan beynin tamamen geri kalması zihinsel özürlü bir hasta çıkarır.
Kemiklere birleşmelerini söyleyen, planlamayı yapan, tatbikatı mükemmel şekilde icra eden orkestranın üyeleri hakkında biraz fikrimiz varsa da şefin kim olduğu hala net değil.
Ancak şu hastalık fontanelde erken kapanma ya da düzensiz kapanma yapabilir diyoruz o kadar. Üçüncü üç ayda ( 6-9. aylarda) beş ya da on cm değil de üç santimetre büyümesi gerektiğini kemik hücrelerine kim ilham etmiş olabilir?
Beyin Omurilik Sıvısı
Kafatasını aşıp beyin parankimine bakalım, ortada üç adet ventrikül denen boşluk görürüz. Burada beyin omurilik sıvısı (BOS) üretilir. Ne işe yarıyor?
Şok emici özelliği var. Travma olduğunda beyni koruyor.
Nöron denen sinir hücrelerinin artıklarını temizliyor.
İletişimi sağlıyor vs.
Belki daha önemlisi tetkik için alındığında çok faydalı bilgiler veriyor.
Normalde damarlarınızda dolaşan kanın, ventrikül denen boşluklarda süzülmesiyle ortaya çıkıyor. Kan geliyor şekilli elemanlar, kan hücreleri ayrılıyor. Plazma kısmından da BOS üretiliyor.
Hastamız ateş, baş ağrısı ve genel durum bozukluğu şikâyeti ile geliyor, ön tanımız menenjit.
Kesinleştirmek için lomber ponksiyon yapacağız (belinden su alacağız). Aldığımız sıvıda iltihabi hücreler varsa menenjit şüphesi kuvvetleniyor. Bir de kültürde üreme olursa tanı kesin menenjit.
Ama kültür sonucu üç gün sonra çıkar, tanıyı bir saat gibi kısa bir sürede koyup tedaviye başlamalıyız. İltihap hücreleri var demiştik o zaman tanı menenjit, ama bakteriyel mi viral mi ayırt etmek lazım, ona göre tedaviye başlanacak.
Öncelikle hücre sayısı ve tipi sonra BOS’un biyokimyasal özellikleri değerlendirilecek. Etken Herpes virüslerdense lenfositler artar. Pnömokok gibi bir bakteri ise nötrofil. Bakterilere karşı savaşta nötrofillerin kullanılma mekanizmasını epeyce anladık. Ama o sitokine o reseptöre bu aklı kimin verdiği sorusu karanlık ya da aslında çok açık ortada ama görebilene…
En ilginç tetkiklerden bir BOS’un glukoz (şeker) düzeyi. Normali yok aslında bunun. O andaki kan şekerinin 2/3 ünden düşükse, azalmış kabul edip bakteriyel etkene yöneliyoruz. Hele bir de protein artmışsa hem bakteriyel etken ihtimali artıyor hem de sekel gelişme ihtimali.
Bu hassas dengenin kurucusu hakkında fikir yürütürken çok dikkatli olmak lazım.
Bir de beyni besleyen kan damarlarını idare eden otonom sistem var.
Beynimiz dakikada 750 ml kan alır. Bu miktarın artması önemlidir. Basınç yükselir ve eşik değer aşılırsa damarlarda önce sızıntı sonra yırtılma olur. Yani beyin kanaması…
Kötü sonuçlardan kötü sonuç beğenin.
Gelen kan miktarı azalırsa önce gözlerde kararma başlıyor, en sonda küt diye düşüp bayılıyorsunuz. Tablonun devam etmesi hali ise aynı üst satırdaki gibi sonuçlanıyor.
Peki, gelecek kan miktarı nasıl ayarlanıyor?
Birçok önemli mekanizma var. Özellikle kan karbondioksit seviyesi önemli. Bir fizyoloji kitabında bile tamamı anlatılamayan karmaşık bir konu bu, yazının haddini aşar. Ama şunu bilelim okuldan öğrendiğimiz solunum denkleminde akciğerden atılması gereken karbondioksitin kandaki miktarında ufacık değişiklikler kan miktarında devasa artma ya da azalmaya neden olabiliyor. Varlığından haber olmadığınız kanınızdaki bir gaz partikülünün miktarı sizin hayatta kalma ya da kalmama sebebiniz olabiliyor.
Mevzu çok hassas diyelim, bizi varlığından haberdar eden “Yaratan” a şükredip geçelim.
Kaynak: Fırat Erdoğan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 462
YORUMLAR