Bakara Suresi 141. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Bakara Suresi 141. ayeti ne anlatıyor? Bakara Suresi 141. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Bakara Suresi 141. Ayetinin Arapçası:

تِلْكَ اُمَّةٌ قَدْ خَلَتْۚ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُمْ مَا كَسَبْتُمْۚ وَلَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ۟

Bakara Suresi 141. Ayetinin Meali (Anlamı):

Onlar bir ümmetti, gelip geçtiler. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandığınız sizedir. Siz, onların yaptıklarından sorgulanacak değilsiniz.

Bakara Suresi 141. Ayetinin Tefsiri:

Ehl-i kitap, daha önce peygamberlerin pek çoğu onlardan gelmesi sebebiyle, nübüvvetin kendilerine daha lâyık olduğunu söylüyor ve İsrâiloğulları dışından peygamber gelmesini reddediyorlardı. Din ve imana, putlara tapan Araplardan daha müstehak olduklarını iddia ediyorlardı. (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, IV, 80) Kendilerinin Allah’ın oğulları ve dostları olduklarını zannediyor (Mâide 5/18); cennete ancak, yahudi veya hıristiyan olanların girebileceğini sanıyor (Bakara, 2/111) ve insanlara hidâyete erebilmeleri için yahudi veya hıristiyan olmalarını (Bakara 2/135) öneriyorlardı.

Hâsılı onlar, son Peygamberin Araplardan gelmesini bir türlü hazmedemiyor ve Allah’ın bu takdiri hususunda sürekli bir münakaşa ve mücadele içine giriyorlardı. Halbuki buna hakları olmadığı gibi, gerek de yoktur. Çünkü Allah, herhangi bir ırkın değil, bütün insanların Rabbidir. O, dilediğini yaratmada, seçmede ve istediğine istediğini vermede mutlak tasarruf sahibidir. O’nun iradesini sınırlandıracak hiçbir kuvvet yoktur. Diğer taraftan herkesin ameli kendine aittir. Hiç kimse bir diğerinin ne günahını yüklenebilecek, ne de yaptığı iyilikten fayda görebilecektir. Yaratılmışların Allah ile bir nesep bağı yoktur. Herkes ancak O’nun emirlerine riayeti nispetinde bir şeref ve üstünlük elde edebilecektir. O halde faydasız tartışmaları bir tarafa bırakarak, son derece lüzumlu olan hususlara ehemmiyet vermek gerekir. Allah’a ihlasla kulluk etmek, O’na gönülden bağlanmak ve O’nun rızâsına ermek için çaba ve gayret gösterilmelidir. Zira ihlâs; ameli şirk ve gösterişten temizlemek, daha açık bir ifadeyle onu kulların mülâhazasından arındırmaktır. İşte Hz. Peygamber ve ona inanan müslümanlar bu yolda yürümektedirler. Dolayısıyla ey Ehl-i kitap ve diğer insanlar siz de bu yola girmelisiniz!

Böyle davranacak yerde, sağa sola kıvranıyor ve kendinize bir çıkış yolu aramaya çalışıyorsunuz: İbrâhim, İsmâil, İshâk, Yakup ve torunlarının yahudi veya hıristiyan olduğunu söylüyorsunuz. Halbuki bunların yahudi veya hıristiyan olmaları imkân dışıdır. Zira Tevrat ve İncil Hz. İbrâhim’den sonra indirilmiş (Âl-i İmrân  3/65), yahudilik ve hıristiyanlık isimleri de bu peygamberlerden asırlarca sonra ortaya çıkmıştır. Nitekim “yahudi” kelimesi, Hz. Ya’kub’un oğullarından Yahuda’nın ismine nispetle türetilen ve başlan­gıçta Yahuda nesline mensup olanları ifade eden bir kabile ismidir. Ancak Hz. Mûsâ’dan en az yedi yüzyıl sonra İsrâil soyuna aynı zamanda yahudi, bunların dini inançlarına da yahudilik denilmiştir. “Hıristiyan” kelimesi ise ilk defa Hz. İsa’dan sonra Antakya’daki İsâ (a.s.)’a inananlar için ve sadece onlarla sınırlı olarak kullanıl­mıştır. Bu se­beple âyette anılan peygamberlere ne dinî ne de ırkî anlamda yahudi  veya hıristiyan demek müm­kün değildir. (Karaman ve diğerleri, Kur’an Yolu, I, 223-224)

Bu gerçekleri en iyi bilen şüphesiz Allah’tır. O peygamberlerin dinleri, aynen Hz. İbrâhim’de olduğu gibi, yahudilik ve hıristiyanlık değil, hanîfliktir. (bk. Âl-i İmrân  3/67) Allah’ın, başlan­gıçtan itibaren insanlara bildirdiği ve insanın tabiatına en uygun olan tevhid dinidir. Allah Resûlü’nün getirdiği ve tebliğ ettiği de aynı dininin devamıdır. Yahudi ve hıristiyan din âlimleri de bu gerçeği bilmekte, fakat bunu kendi toplumlarından gizlemekte idiler. Şu bir gerçek ki, böyle ilâhî hakikatlere ait bil­gileri ve delilleri gizlemek, büyük bir haksızlıktır. Böyle davranandan daha büyük zalim yoktur. Ayetin sonundaki “Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir” (Bakara 2/140) ikazı da, işlenen bu günahın ağırlığına ve büyüklüğüne dikkat çekmektedir.

İsmi geçen bu peygamberler ve tabileri bir ümmet idiler. Tarihin bir bölümünde vazife ve hizmetlerini ifa edip dünyadan göçtüler. Yaptıkları iyilikler ve kazandıkları mükâfatlar onlara aittir. Şimdi sıra sizdedir. Şu an bir hayat imtihanı vermektesiniz. O peygamberler ve sâlih insanlarla kurmaya çalıştığınız ırkî veya dinî irtibatlar size bir fayda sağlamayacaktır. Size esas fayda verecek olan, kendi hür iradenizle karar verip yaptığınız hayırlı işler olacaktır. Bu sebeple, boş ve faydasız sözlerden uzaklaşarak güzel ameller yapmaya çalışın. Sizi ilgilendirmeyen şeyleri bırakıp, ilgilendiren şeylere önem verin. Şunu bilin ki siz, sadece kendi yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz; öncekilerin yaptıklarından sorumlu tutulmayacaksınız!

Buraya kadar âyet-i kerîmeler, Allah’tan gelen dinin birliğini ve peygamberlerin toplumlarına hep aynı mesajı getirdiklerini beyân ederek inanç ve amel itibariyle kalplerde ve ruhlarda bir birlik oluşturmaya çalıştı. Şimdi ise mü’minlerin hem ruhen hem de bedenen birliğini temin edecek önemli bir ilâhî hüküm olan kıble mes’elesine geçilmektedir:

Bakara Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Bakara Suresi 141. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.