Bahaeddin Veled Kimdir? Bahaeddin Veled’in Hayatı

Sultanü’l Ulemâ olarak bilinen Bahaeddin Veled Hazretleri kimdir? İşte Mevlânâ Hazretlerinin babası olan Bahaeddin Veled Hazretlerinin hayatı...

Hazreti Mevlâna’nın muhterem pederleri olan Bahâ Veled Hazretleri, 1151/12 yıllarında Belh’de doğdu. Babası da zamanın ünlü bilginlerinden Belhli Hatip Ahmed’in oğlu, Hüseyin Hatîbî’dir. Esas adı Muhammed’dir. Baha Veled olarak anılmış, Sultanü’l- Ulema diye lâkap verilmiştir. Soyu Ebubekir (r.a.) Hazretleri’ne ulaşır. Her ne kadar Efâkî tarafından annesinin Alâeddin Muhammed Harzemşah’ın kızı olduğu söyleniyorsa da annesinin Harzemşah hanedanından hangi sultana nispet olduğu bilgisi kesin değildir.

Efâkî’nin anlattığına göre, aynı gün Horasan padişahı, (Geçmişte bölge Horasan olarak adlandırıldığı için Efâkî Horasan tabirini kullanıyor olmalı.) veziri, Hüseyin Hatîbî ve Sultan’ın kızı rüyalarında Hazret-i Peygamber’i -Sallallahü Aleyhi Vesellem- görürler. Bekârlığından dolayı üzülen Hüseyin Hatîbî’ye, Peygamber Efendimiz:

“-Horasan Padişahının kızı ile evlen!” buyurduğu gibi, Horasan Padişahı’na da,

“-Dünya kraliçesini Hüseyin Hatîbî’ye nikâhladım, bundan sonra kraliçe onundur!” buyururlar.

Veziri de, prenses de aynı rüyayı görürler. Bu manevi işaret üzerine padişah, kızını tantanalı bir düğün ve dernekle Hüseyin Hatîbî ile evlendirir. Bu kutlu evlilikten dokuz ay sonra Bahâ Veled Hazretleri dünyaya gelir.

BAHAEDDİN VELED’İN EĞİTİM HAYATI

Bahâ Veled daha küçük yaşlarda iken babasını kaybeder. Bir gün annesi ile babasının kütüphanesine giren Bahâ Veled’e annesi şöyle der:

“- Oğlum! Bizi babana, bu ilimler ve hikmetleri bildiği için vermişlerdi. ”

Böylece Bahâ Veled daha küçük yaşlarda, ilim sultanlığının, dünya sultanlığından üstün olduğunu anlar ve kendisini, dini ilimler tahsiline verir. Bu sıralarda annesinin akrabaları onu padişahlık tahtına oturtmak isterlerse de o, bu teklifi şiddetle reddeder. Ve daha genç yaşlarda devrinin âlimleri arasına katılır. Zahirî ve bâtıni ilimlerde eşi ve benzeri olmayan bir mana sultanı olur.

PEYGAMBERİMİZİN EMRİ İLE SULTÂNÜ’L-ULEMA ÜNVANINI ALMASI

Bir cuma gecesi, Belh’de bulunan üç yüzün üzerinde değerli ve istidatlı müftü ve âlim, rüyalarında Hazret-i Peygamber’i -sallallahü aleyhi ve sellem- görürler. Peygamber Efendimiz onlara:

“Bu günden itibaren Bahâ Veled’e, Sultanü’l -Ulemâ, yani âlimlerin sultanı deyiniz ve böyle hitap ediniz.” emrini verir. Rüyayı görenler, o günün sabahında onun katına varınca, onlar daha rüyalarını anlatmadan, Bahâ Veled gördükleri rüyayı onlara anlatı verir. O andan itibaren bütün Belh uleması, onun müridi olur ve Bahâ Veled bu olaydan sonra, bütün Horasan ülkesinde Sultanü’l -Ulemâ diye anılır.

Horasan ve Belh, o vakitler dini ilimler, tasavvufî cereyanlar yanında, her türlü felsefe ve fikir cereyanlarının itibar gördüğü bir merkez durumundadır.

Kendisini takva ve Hazreti Peygamber’in -Sallallahü Aleyhi Ve sellem- yoluna adayan Bahâ Veled, her türlü felsefe ve sapık cereyanlara karşı cephe alır. Onlara şiddetle karşı çıkar, zamanın yöneticilerinin yanlış ve şeriat dışı davranışlarını da ağır bir dille eleştirmekten çekinmez. Ve hepsini bid’at ehli olarak görür.

Bahâ Veled’in sınırlar dışına taşan şöhreti, halkın kendisine olan teveccühü, başta Fahreddin-i Râzi, Kadı Zeynî ve Ferazî gibi tasavvufa karşı olan ulemayı kıskandırır. Ve aleyhinde konuşmaya başlarlar. İşi daha ileri götürerek Harzemşah’ın huzurunda:

“- Bahâ Veled, Belh halkını tamamıyla kendisine bağlamıştır. Bize ve size asla itibar etmiyor, kıymet vermiyor… Bütün halkın aşağı tabakası ve ayaktakımı onunla birleşmişlerdir. Bunu önlemek için düşünmek ve çareler aramak lazımdır.” demeye başlarlar.

Bu kışkırtmalar ve verilen haberler karşısında sultan son derece üzülür ve endişe duymaya başlar. Sonunda bir adamı ile Bahâ Veled Hazretlerine şu haberi gönderdiği rivayet edilir:

“-Şeyhimiz eğer Belh ülkesini kabul ederse bugünden itibaren padişahlık, ülkeler ve askerler onun olsun ve bana da başka bir ülkeye gitmem için müsaade etsin, ben de oraya gidip yerleşeyim; çünkü bir ülkede iki padişahın bulunması münasip değildir!” (Efâkî, 1986, I/8)

Sultanın bu haberinin manası, açıkça Sultan Veled Hazretlerinin Belh’den ayrılmasını istemek demektir. Bunun üzerine Sultânü’l-Ulema da sultana şu haberi gönderir:

“ – İslâm sultanına selam söyle! Bu dünyanın fani ülkeleri, askerleri, hazineleri, taht ve talihleri padişahlara yaraşır. Biz dervişiz, bize memleket ve saltanat münasip değildir. Biz gönül hoşluğu ile sefer edelim de sultan, kendi uyruğu ve dostlarıyla baş başa kalsın.”

Bundan sonra Bahâ Veled sefer hazırlıklarına başlar, yakınlarına ve dostlarına da; “Sefer ediniz, sıhhat bulacak ve istifade edeceksiniz” emrini verir.

Sultan, yaptığına son derece pişman olur ve özürler dilerse de, Bahâ Veled’i bu göç kararından vazgeçiremez. Verilen önemli kararlardan vazgeçmemek büyüklere ait davranışlardan biridir. Nitekim Peygamber Efendimiz de, hatalı da olsa alınan önemli kararlardan vazgeçmemişlerdir.

BAHAEDDİN VELED’İN KONYA’YA GÖÇÜ

1212 veya 1213 yılı bir salı günü kafile, üç yüz deve ile yola koyulur. Develerin yükünün büyük bir bölümünü kitaplar oluşturur. Kafile, Dârü’s-Selâm denilen Bağdat’a doğru harekete geçer.

Bahâ Veled ister bu, isterse başka sebeplerle olsun, bu göç Anadolu, bilhassa Konya için, büyük rahmete vesile olmuştur.

Mevlâna bu yolculuk sırasında beş, kardeşi Alâeddin ise yedi yaşları civarındadır. Fakat Mevlâna’nın bu sıralarda daha büyük olduğu ihtimali de gözden ırak tutulmamalıdır. BahaVeled’in kızı Fatma Hatun evli olduğu için Belh’de kalmış, babasının göçüne katılamamıştır.

Kervan, kona göçe yoluna devam eder. İlk büyük menzil Nişabur olur. O vakitler, Nişabur da, ayrı bir ilim ve tasavvuf merkezidir. Bir süre orada kalınır. Nişabur’un ünlü bilginlerinden Şeyh Feridüddin Attar’la uzun sohbetler yapılır. Bu iki kutbun sohbetine Mevlâna ile ağabeyi de katılır.

Bir süre sonra Nişaburlular, kervanı ve büyük misafiri gözyaşları içerisinde uğurlarken, Feridüddin Attar Mevlâna’nın gelecekteki büyüklüğünü görür gibi olur ve açık bir keramet göstererek, arkalarından bakarak, dudaklarından gayr-i ihtiyari şu sözler dökülür:

“- Hayret! Bir ırmak, koca bir ummanı peşine takmış, sürükleyip gidiyor.”

Bundan sonraki menzil ise Bağdat’tır. Bahâ Veled Bağdat’ın surları dışında, Şeyh Şehabeddin Sühreverdî ve kalabalık bir halk topluluğu tarafından, büyük bir sevgi ve saygı tezahüratıyla karşılanır.

Sühreverdî, konukları konağında ağırlamak isterse de Bahâ Veled, kendilerinin bir medresede misafir edilmelerini rica eder. Bağdat’da üç gün kadar kalınır. Kafile bundan sonra, Küfe yoluyla Hicaz’a yönelir. Hac görevi ifa edildikten sonra Şam’a gelinir.

BAHA VELED ANADOLU’DA

sand3

Baha Veled Hazretleri’nin sandukaları

İLK DURAĞI MENGÜCEKLİ ÜLKESİ OLDU

Bir süre Şam’da kalındıktan sonra, kafile ağır ağır Anadolu’ya, Malatya ve Erzincan’a doğru yönelir. Erzincan yakınında kendisi için yapılan medresede bir süre kalınır, burada talebe okutur ve halkı irşat edecek konuşmalar yapar.

O sıralarda Erzincan, Mengücükler’in elinde bir sınır vilâyetidir. Mengücük Sultanı Fahred-din Behremşah ve eşi İsmeti Hatun, Bahâ Veled’e memleketlerinde kalmaları için çok ısrar ederlerse de, Bahâ Veled, buraların emniyette olmadığını söyleyerek; Sivas, Kayseri ve Niğde yoluyla o zamanki adıyla Lârende’ye (Karaman) gelip yerleşirler.

O vakitler Karaman’da Keykubat’ın naiplerinden Emir Musa adında, ilim adamlarına son derece saygı duyan bir subaşı vardır. Horasan ülkesinden Sultanü’l-Ulema namında bir büyük âlimin geldiğini öğrenince Emir Musa, yolcuları şehrin dışında, adamları ile birlikte karşılar ve büyük saygı gösterir. Diğer yerlerde olduğu gibi Emir Musa da konukları konağında misafir etmek isterse de Bahâ Veled, burada da kendilerinin bir medreseye indirilmelerini rica eder.

Bu arzu üzerine Emir Musa, şehrin ortasında büyük bir medrese yaptırır, Bahâ Veled ve yakınlarını bu medreseye yerleştirir. Sultanü’l-Ulema burada ders vermeye ve halkı irşad etmeye başlar.

MEVLANA HAZRETLERİNİN EVLENMESİ

Karaman’da yedi yıl kadar kalınır. Burada önemli olaylar cerayan eder. Bu sıralarda Mevlâna on sekiz veya yirmi bir yaşlarındadır. Babasının has müritlerinden olan ve kafile ile Belh’ten göçen Lala Şerafeddin-i Semerkandî’nin kızı Gevher Hatun’la evlenir.

Annesi Mü’mine Hatun’la ağabeyi Muhammed Alâeddin burada vefat ettikleri gibi, Mevlâna’nın oğulları Sultan Veled ile Alâeddin Çelebi de burada dünyaya gelir.

Bu sırada Anadolu, Anadolu Selçukluları’nın hâkimiyetinde en parlak ve zengin dönemini yaşamaktadır. Başkent Konya olup, saltanat tahtında da Anadolu Selçukluları’nın ünlü sultanı I. Alâeddin Keykubat oturmaktadır. Ülke mamur, halk refah içerisinde ve Konya bir ilim, sanat ve kültür merkezi durumundadır.

Sultan Alâeddin Keykubat, çok değerli bir bilginin Karaman’a gelip yerleşmesinden kendisine bahsedilmemesi sebebiyle Emir Musa’ya kırılırsa da, sonunda mesele tatlıya bağlanır. Sultan, Bahâ Veled’i Konya’ya davet eder. Davete icabet edilir ve 1228 yılı Mayıs ayı başında kafile, son durağı olan Konya’ya doğru Karaman’dan hareket eder. Bahâ Veled ve yanındakiler, Alâeddin Keykubat başta olmak üzere, bütün devlet erkanı ve büyük bir halk topluluğu tarafından şehrin dışında karşılanır. Sultan, büyük bir alçak gönüllülük gösterir. Atından iner Bahâ Veled’i saygıyla karşılar. Sultan önde yaya, Bahâ Veled at üzerinde olduğu halde şehre girilir.

Kafile saraya doğru yönlendirilirse de, Bahâ Veled itiraz eder ve şöyle der:

“ – Ey kudretli Sultan! Maksadınızı anlıyorum, fakat imamlara medrese, şeyhlere hangâh, sultanlara saray, tüccarlara han, gariplere kervansaraylar münasiptir. Müsaade ederseniz biz bir medreseye inelim.”

Bahâ Veled’in bu arzusu üzerine kafile, Altun-Aba Medresesi’ne indirilir. Sultanü’l-Ulema çok geçmeden camide vaaz ve nasihatlarına başladığı gibi, medresede de derslere başlar. Oğlu Mevlâna Celâleddin en başta gelen öğrencilerin-dendir. Karaman’dan beri rahle-i tedrisinden istifade etmektedir. Halk, Konya semalarını bir nur gibi aydınlatan bu değerli âlimin etrafında toplandığı gibi, başta padişah olmak üzere bütün devlet erkanı, Bahâ Veled’in müridi olur.

Kafile her ne kadar Altun-Aba Medresesi’ne yerleşmişse de medrese, konuklara kafi gelmemektedir. Medresede başka müderrisler de bulunmakta ve bunlar da talebelerine ders okutmaktadır.

Bir zuhurat neticesinde Bahâ Veled’in talebi üzerine, Emir Bedreddin tarafından saray civarına yapılan medrese, yeni konukların mekanı olur. Bahâ Veled medresenin tamamlanmasını göremezse de, Mevlâna ve ailesi bu yeni medreseye yerleşirler. Bu medrese bugün, Vali İzzetbey Caddesi üzerinde Sabah Dershanesi’nin bulunduğu yerdedir. Medresenin yeri 2011 yılında tarafımızdan tespit edilmiş ve bir basın toplantısı ile efâr-ı umumiyeye duyurulmuştur.

Bahâ Veled sağlığında öğleye kadar talebelerine ders verir, öğleden sonra da müritleri ile ilgilenir. Cuma ve pazartesi günleri de halka vaaz ve nasihatlerde bulunur. Bahâ Veled, daima mezarlıkları gezer ve “Ey Allah’ım bizi güzel huylu, ıstıraplara dayanıklı yap” diye dua eder. Ve “gündüzleri mezarlıkları geziniz, geceleri de gökte parlayan yıldızları temaşa ediniz ki, acayip ve garip şeyler göresiniz. Bu, peygamberimizin vasiyeti ve âdetidir” der.

Bahâ Veled vaazlarında halka ve çevresine sık sık şeriatın zâhirini korumanın, sünnetlere riayetin gerekli olduğunu söyler, kendisi de buna riayet eder.

BAHAEDDİN VELED'İN VEFATI

Bahâ Veled çok geçmez, Konya’ ya gelişlerinden üç yıl kadar sonra, 18 Rebiülahir 628 (23 Şubat 1231) Cuma günü seksen yaşlarında, Efâkî’ye göre seksen beş yaşında olduğu halde vefat eder ve bugünkü yerine gömülür. Bundan sonra oğul Mevlâna için, yeni bir dönem başlayacaktır.

Mezar taşı kitabesinin Türkçesi şöyledir:

“Allah bâkidir. Burası ulumuz, efendimiz şeriat sadrı, hikmet kaynağı, sünneti dirilten, bitatı kökünden söküp atan, kendisine uyulan, Rabb’a mensup, âlim ve âmil, bilginler sultanı, doğunun ve batının müftüsü, şeriat ve dinin bahası, İslâm’ın ve Müslümanların şeyhi, Belhli Ahmet oğlu Hüseyin oğlu Muhammed’in yattığı yerdir. Allah ondan da, geçmişlerinden de razı olsun. 628 yılı Rebiülâhiri’nin on sekizinci Cuma günü kuşluk vaktinde vefat etti.”

Bahâ Veled’in Maarif adlı bir eseri vardır.

Kaynaklar:

– Ahmet Efâkî, Ariferin Menkıbeleri, (Çev. Tahsin Yazıcı) M.E.B. İstanbul 1986, s.3,5,8;

– Risale-i Sipehsalar (Çev. Mithat Bahari) İstanbul 1331, s. 15;

– Füruzanfer, Mevlâna Celâleddin, (Çev. Feridun Nafiz Uzluk), Konya 2005, s.52-53;

– Hüseyin Vassaf, Sefine-i Evliya (Osmanlıca’dan çev. Mehmet Akkuş- Ali Yılmaz) İst. 1990, s. 306; -Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıfar, Ankara 1976, s.217-220;

– Emine Yeniterzi, Sevginin Evrensel Mühendisi, Mevlâna, Konya 2007, s,15;

– M. Nazif Şahinoğlu “Bahaeddin Veled”, DİA, s. 4/460-462;

– Adnan Karaismailoğlu “Mevlâna’nın Hayatı ve Çevresi”, Konya’dan Dünyaya Mevlâna ve Mevlevîlik, İstanbul 2002, s. 22-23;

– Adnan Karaismailloğlu, “Gönülde Zenginlik, Yaşayışta Denge ve Yenilik”, Tarih ve Kültür Başkenti Konya, Konya 2003, s. 155-156.

– M. Ferit Uğur, “Mevlevîlik Üzerine Bazı Notlar”, Konya, Mayıs 1940, s.32/1743.

İslam ve İhsan

MEVLANA HAZRETLERİ KİMDİR?

Mevlana Hazretleri Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Bir beldeden bir Hak Dostu gücendirilip gönderilirse,kovulursa sürülürse küstürülürse o beldeye bela ve musibetler isabet eder. Çünkü Hak dostları adeta Paratoner gibidir. Zaten Bahaeddin Veled Hazretleri oradan küskün şekilde gönderildikten sonra Moğol istilasına maruz kaldılar.

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.