Az Yemek Yemenin Faydaları

Az yemek yemenin faydaları nelerdir? Abdullah Sert Hocaefendi, Şifa-i Şerif eserinden az yemek yemenin faydalarını, Peygamberimizin (s.a.v.) yeme-içme adabını okuyor.

AZ YEMENİN FAYDALARI

Hem dinin hem de geleneğin az olmasını her zaman değerli bulduğu şeyler vardır; az yemek, az uyumak gibi. Hem Araplar hem de bilgeler az yemek ve az uyumakla övünür, çok yemeyi ve çok uyumayı kötü görürler.

Çünkü çok yemek ve içmek; açgözlülükten, bir şeye doymamaktan, oburluktan ve aşırı ihtirastan kaynaklanır. Bunlar, insanın hem dünyasına hem âhiretine zarar verir; çeşitli hastalıklara yol açar; uyuşukluğa, neşesizliğe ve anlayışsızlığa sebep olur.

Az yemek; kanaatkârlığın, nefse hâkimiyetin, şehveti yenmenin alâmeti olduğu gibi, sıhhatin, gönül huzûrunun ve zihin keskinliğinin de sebebidir. Çok uyumak ise insanın değersizliğini, za’fını, zekâ ve anlayışının kıtlığını gösterir. Kişinin tembelliğine, âcizliğine, ömrü boşuna harcamasına, kalbinin katılaşıp gaflete düşmesine ve ölüp gitmesine sebep olur.

Çok yiyip içmenin, çok uyumanın bütün bu kötülüklere yol açtığını herkes açıkça bilmekte ve gözüyle görmektedir. Bunun böyle olduğu, geçmiş milletlerin ve bilgelerin son derece güvenilir bir şekilde nakledilen sözlerinde, Arapların şiirlerinde ve haberlerinde, hadîs-i şerîflerde sahâbe ve tâbiînin sözlerinde, örnek vermeye ihtiyaç duyulmayacak kadar çoktur. Böyle olduğunu herkes bildiği için, burada sözü daha fazla uzatmaya gerek görmedik.

Sultân-ı Âlem sallallahu aleyhi ve sellem, hem az yer ve içer hem de az uyurdu. Onun hayatında bu durum açıkça görülür. Zâten insanlara az yiyip az uyumayı emreden ve buna teşvik eden de odur. Hem az yemeyi hem de az uyumayı özellikle tavsiye etmiştir.

En Tehlikeli Kap: Mide

Ashâb-ı kirâmdan Mikdâm ibni Ma’dîkerib (v. 87/706) radıyallahu anhdan rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

”Âdemoğlu, midesinden daha tehlikeli bir kap doldurmamıştır. Oysa insana kendini ayakta tutacak birkaç lokma yeter. Ancak bir sebeple çok yiyecek olursa, midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe, üçte birini de nefesine ayırmalıdır.” (Tirmizî, Zühd 47, nr. 2380; İbni Mâce, Et’ime 50, 3349; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, IV, 132.)

Çok uyumanın sebebi de çok yiyip içmektir.

Tebeü’t-tâbiîn âlimlerinden Süfyân es-Sevrî (v. 161/778) şöyle demiştir:

“İnsan az yiyerek geceleyin uyanık kalmayı başarabilir.”

Selef âlimlerinden biri şöyle demiştir:

“Çok yemek yemeyiniz, aksi hâlde çok su içer, çok uyur ve sonunda çok zarar eder, pişman olursunuz.”

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden rivâyet edildiğine göre onun en sevdiği yemek sofrası, üzerine çok elin uzandığı, yani yalnız başına değil, bir toplulukla birlikte yenilen yemekti. (Ahmed ibni Hanbel, Müsned, III, 270)

Allah’ın Sevgili Elçisi’nin bu konudaki görüşü şöyleydi:

“Bir kişinin yiyeceği iki kişiye, iki kişinin yiyeceği dört kişiye, dört kişinin yiyeceği ise sekiz kişiye yeter” (Müslim, Eşribe 179-181, nr. 2059; Tirmizî, Et’ime 21, nr. 1820; İbni Mâce, Et’ime 2, nr. 3254-55.)

Önüne Getirileni Yerdi

Hz. Âişe radıyallahu anhâ şöyle derdi: “Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem hiçbir zaman doyasıya yemek yememiştir. Ailesiyle birlikte otururken onlardan yiyecek bir şey istemez, bir şeyi canının çektiğini de söylemezdi. Önüne getirileni yer, bir yemeği sevmediğini söylemez, kendisine sunulan içeceği alıp içerdi.”

Hz. Âişe’nin âzatlı câriyesi Berîre’nin rivâyet ettiği şu hadis, Peygamber Efendimiz’in, ailesinden yiyecek bir şey istemediği gerçeğine aykırı değildir:

Bir defasında Resûl-i Ekrem eve geldiğinde, eşleri, tencerede pişmekte olan eti değil de, evdeki başka bir yiyeceği getirip önüne koymuşlardı.

Peygamber Efendimiz, pişirdikleri et yemeğini kendisinden esirgemediklerini çok iyi bilmekle beraber eşlerine takılarak: “Şu tencerede pişen eti görmediğimi mi sanıyorsunuz?” diye sordu. Aslında o et, Âişe validemizin câriyesi olan Berîre’ye sadaka olarak verilmişti. Peygamber hanımları, Resûl-i Ekrem’in sadaka yemediğini bildikleri için, tenceredeki etin ona helâl olmadığını düşünüyorlardı. Peygamber aleyhisselâm onların böyle düşündüğünü anladı ve kendilerine bilmedikleri bir sünneti öğretmek için önce onlara böyle takıldı; ardından da: “O et Berîre’ye sadaka, ama bize ise hediyedir.” buyurdu. (Buhârî, Nikâh 18, nr. 5097; Müslim, İtk 10-12, nr. 1504.)

Berîre, kendisine sadaka edilen bu etin bir kısmını Hz. Âişe’ye hediye etmişti. Peygamber Efendimiz’in hanımları, Berîre’nin Hz. Âişe’ye hediye etmesine rağmen Resûl-i Ekrem’in bu etten yemeyeceğini sanıyorlardı.

Allah’ın Elçisi, eşlerine, Berîre’nin hediye ettiği etin artık sadaka olmadığını, ondan kendisinin de yiyebileceğini böylece öğretmiş oldu.

Lokman Hakîm, hikmetlerinden birinde oğluna şöyle demiştir:

“Yavrucuğum! Mide dolduğu zaman, fikir uykuya dalar; hikmet üretemez ve tembelleşen beden ibâdet edemez.”

Abdullah ibni Abbâs’ın “Çok yiyip içerek kalbi öldürmeyiniz” dediği rivâyet edilmiştir.

Mâlikî fakihi Sahnûn da (v. 240/854) şöyle demiştir:

“Tıka basa yemek yiyen, ilim öğrenemez.”

İki Dizi Üstünde

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem sahîh bir hadisinde:

”Ben bir yere dayanarak yemek yemem.” buyurmuştur. (Buhârî, Et’ime 13, nr. 5398; Ebû Dâvûd, Et’ime 16, nr. 3769-70; Tirmizî, Et’ime 28, nr. 1830.)

Bu hadiste geçen “dayanma” ifâdesi, yemek yemek için bir yere iyice yerleşmek ve bağdaş kurup oturmak anlamındadır. Bağdaşa benzer oturuşlarda, insan üzerine oturduğu şeye vücûdunu iyice yapıştırır. Bu tür oturuş ise çok yemeye elverişlidir.

Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, yemek yerken hemen kalkacakmış gibi dizüstü çökerek (veya bir dizini dikip ötekini altına alarak) oturur ve: Ben bir kulum; kul gibi yer, kul gibi otururum.” buyururdu. (Ebû Ya‘lâ el-Mevsılî, Müsned (Esed), VIII, 318, nr. 4920; Elbânî, Silsiletü’l-ehâdîsi’ssahîha, II, 82, nr. 544, V, 634-635, nr. 2484.)

Âlimler, hadiste geçen “dayanma” fiilini, bir yere yaslanma değil, “bağdaş kurarak oturma” şeklinde açıklamışlardır.

Kaynak: Kadı İyaz, Şifa-i Şerif

İslam ve İhsan

AZ YEMENİN FAYDALARI

Az Yemenin Faydaları

AÇLIĞIN VE ORUÇ TUTMANIN 10 FAYDASI

Açlığın ve Oruç Tutmanın 10 Faydası

AZ YEMEK VE SADE YAŞAMAK İLE İLGİLİ AYETLER

Az Yemek ve Sade Yaşamak İle İlgili Ayetler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.