Ay’ın Yarılması Mucizesi

Abdullah Sert Hocaefendi, Şifa-i Şerif eserinden “Ayın İkiye Bölünmesi ve Güneşin Batmasına Engel Olunması” babını okuyor…

AYIN İKİYE BÖLÜNMESİ VE GÜNEŞİN BATMASINA ENGEL OLUNMASI

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Kıyâmet yaklaştı, Ay yarıldı. Onlar ise ne zaman bir mûcize görseler sırtlarını dönerler ve ‘Bu sürüp giden bir büyü’ derler.” (Kamer 54/1-2.)

Bu âyette Allah Teâlâ, ayın kesinlikle ikiye bölündüğünü belirtmek için, olayı dili geçmiş (mâzî) kipiyle anlatmış, kâfirlerin de mûcizeleri inkâr ettiklerini haber vermiştir. Tefsir ve hadis âlimleri bu olayın Peygamber Efendimiz’in zamanında gerçekleştiği husûsunda görüş birliği içindedir.

Ay İkiye Bölününce

Abdullah ibni Mes’ûd radıyallahu anh şöyle demiştir:

“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında ay ikiye bölündü. Bir parçası dağın üzerinde, diğeri de onun berisindeydi. Bunun üzerine Resûlullah Efendimiz ‘şâhit olun!’ buyurdu.” (Buhârî, Menâkıb 27, nr. 3636, Tefsîr 54/1, nr. 4864; Müslim, Kıyâmet 43, nr. 2800.)

Tâbiîn müfessirlerinden Mücâhid ibni Cebr’in (v. 102/720) rivâyetine göre Abdullah ibni Mes’ûd:

“O sırada Peygamber Efendimiz ile beraberdik.” demiştir. (Buhârî, Tefsîr 54/1, nr. 4865.)

Râvileri arasında tâbiîn âlimlerinden A’meş’in de (v. 148/765) bulunduğu bir başka rivâyete göre Abdullah ibni Mes’ûd, “O sırada (Peygamber Efendimiz ile birlikte) Mina’daydık” demiştir. (Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr 36, nr. 3869.)

Yine tâbiîn âlimlerinden Esved ibni Yezîd’in Abdullah ibni Mes’ûd’dan rivâyetine göre İbni Mes’ûd:

“Ay ikiye bölününce, parçalarının arasından dağı gördüm.” demiştir. (Ahmed ibni Hanbel, Müsned, I, 413.)

Bu hadisi Abdullah ibni Mes’ûd’dan rivâyet edenlerden biri de tâbiîn âlimlerinden Mesrûk ibni Ecda’dır (v. 63/683). Mesrûk’un belirttiğine göre, İbni Mes’ûd bu olayın Mekke’de meydana geldiğini söylemiş, Kureyş kabilesine mensup kâfirlerin: “Ebû Kebşe’nin oğlu sizi büyüledi.” dediğini haber vermiştir. (Tayâlisî, Müsned (Türkî), I, 236, nr. 293.)

Kureyş kabilesine mensup kâfirlerin, Peygamber Efendimiz’e neden “Ebû Kebşe’nin oğlu” dediklerine dair bazı rivayetler vardır. Bu rivayetlerden birine göre, Araplardan Câhiliye inançlarını bırakarak yıldıza tapmaya başlayan Ebû Kebşe adında biri vardı. Mekkeli kâfirler Peygamber Efendimiz’i de ona benzeterek kendisine Ebû Kebşe’nin oğlu diye lakap taktılar. Bir başka rivâyete göre Resûl-i Ekrem’in sütannesi Halîme’nin kocasının ve anne tarafından dedelerinden birinin künyesi Ebû Kebşe idi. Müşriklerin, Resûlullah Efendimiz’i bunlardan birine nisbet ederek onunla alay ettikleri anlaşılmaktadır.

Müşriklerden biri, “Eğer Muhammed Ay ile gözünüzü boyadıysa, onun büyüsü herkesi kapsayacak değil ya! Mekke dışından gelen yolculara bu olayı görüp görmediklerini sorunuz.” dedi. Diğer bölgelerden gelen kimselere Ay’ın ikiye bölündüğünü görüp görmediklerini sordular; onlar da gördüklerini söylediler. (Tayâlisî, Müsned (Türkî), I, 236, nr. 293.)

Ebû Cehil’in Teklifi

Tefsir âlimi ve Hanefî fakihi Ebü’l-Leys es-Semerkandî (v. 373/973), bu olayı tâbiîn müfessirlerinden Dahhâk ibni Müzâhim’den (v. 105/723) rivâyet etmiş, Dahhâk de şöyle demiştir:

“Ebû Cehil, ‘Bu bir büyüdür. Çeşitli memleketlere, bu olayı görüp görmediklerini araştırmak üzere adamlar gönderiniz.’ dedi. Muhtelif yerlere adamlar gönderdiler, oraların insanları da ayın ikiye bölündüğünü gözleriyle gördüklerini söylediler. İşte bunun üzerine kâfirler “Bu sürüp giden bir büyü, dediler.” (Kamer 54/2.)

Olayı Rivâyet Edenlerin Güvenilirliği

Ayın ikiye bölündüğüne dâir hadisi, Abdullah ibni Mes’ûd’dan, tâbiîn âlimlerinden olan Alkame bin Kays da (v. 62/682) rivâyet etmiştir. (Taberânî, el-Mu‘cemü’l-kebîr (Selefî), X, 74-75.) Demek oluyor ki bu hadisi yukarıda adları geçen dört kişi yani Mücâhid ibni Cebr, Esved ibni Yezîd, Mesrûk ibni Ecda ve Alkame bin Kays, İbni Mes’ûd’dan rivâyet etmişlerdir. (Buhârî, Menâkıb 27, nr. 3636, Menâkıbü’l-ensâr 36, nr. 3869; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, I, 413, 447, 456.)

Ayın ikiye bölünmesi hadisini Abdullah ibni Mes’ûd gibi anlatan ashâb-ı kirâm arasında şu sahâbîler de vardır: Enes ibni Mâlik, Abdullah ibni Abbâs, Abdullah ibni Ömer, Huzeyfe İbnü’l-Yemân, Hz. Ali, Cübeyr ibni Mut’im. Tâbiîn muhaddislerinden olan Ebû Huzeyfe el-Erhabî’nin rivâyetine göre Hz. Ali:

“Biz Peygamber Efendimiz’in yanındayken ay ikiye bölündü” demiştir.

Enes ibni Mâlik radıyallahu anh şöyle demiştir:

Mekkeliler, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemden gerçekten peygamber olduğuna dâir kendilerine bir mûcize göstermesini istediler. O da onlara Ay’ın ikiye bölündüğünü gösterdi; onlar da ikiye bölünen Ay’ın parçaları arasından Hirâ mağarasını gördüler. (Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr 36, nr. 3868.)

Yemenli hadis hâfızı Ma’mer ibni Râşid (v. 153/770) ve başkalarının tâbiîn âlimlerinden Katâde bin Diâme es-Sedûsî’den, onun da Hz. Enes’ten rivâyetlerine göre Resûl-i Ekrem Mekkelilere Ay’ın ikiye bölündüğünü göstermiş, bunun üzerine de “Kıyâmet yaklaştı, Ay yarıldı” (Kamer 54/1.) âyeti nâzil olmuştur.

Bu rivâyeti Cübeyr ibni Mut’im radıyallahu anhdan, tâbiîn muhaddislerinden olan oğlu Muhammed ile torunu Cübeyr ibni Muhammed; İbni Abbâs’tan Ubeydullah ibni Abdillah ibni Utbe; İbni Ömer’den Mücâhid ibni Cebr; Huzeyfe İbnü’l-Yemân’dan da tâbiîn neslinin kırâat âlimlerinden Ebû Abdirrahman es-Sülemî ve Müslim ibni Ebî İmrân el-Ezdî rivâyet etmiştir.

Olayı Neden Herkes Göremezdi?

Bu hadislerin çoğunun senedi sahîhtir; konuyla ilgili âyet-i kerîme ise hadiste anlatılan olayın doğruluğunu açıkça göstermektedir. Bu olayın doğruluğunu kabul etmeyerek: “Şâyet böyle bir olay meydana gelseydi, onu bütün dünya halkı da görürdü; zira ay herkesin gözü önündedir.” diye mûcizeye karşı çıkan ve yanlış yolda olanların itirazı doğru değildir. Çünkü o gece yeryüzü halkının Ay’ı gözetlediği, buna rağmen Ay’ın ikiye bölündüğünü göremediğine dâir bir haber nakledilmemiştir. Hattâ bize, yalan üzerinde söz birliği etmeleri mümkün olmayacak kadar çok insandan o gece Ay’ı gözledikleri, ama Ay’ın ikiye bölündüğünü göremedikleri nakledilseydi, bu bile bizim aleyhimizde bir delil olmazdı. Şöyle ki, Ay, yeryüzünde bir yerden değil farklı yerlerden doğduğu için, bazı ülkelerde diğerlerinden daha önce görülür; bazı ülkelerde diğerlerinden daha sonra batar. Şöyle de olur: Bazı bölgelerde Ay ile o bölgenin arasına bir bulut veya dağ girer de, Ay’ın görünmesine engel olur. İşte bu sebeple Ay tutulması bazı yerlerde görülürken, bazı yerlerde görülmez; bazı yerlerde tam tutulurken, bazı yerlerde kısmen tutulur. Öyle yerler de vardır ki, orada Ay tutulduğunu astronomlardan başkası bilmez. Bütün bunlar, karşı konulmaz kudret sahibi olan ve her şeyi gerçek mâhiyetiyle bilen Allah’ın takdiridir.

Ay’ın ikiye bölünmesi mûcizesi geceleyin olmuştur. İnsanların çoğunun âdeti geceleyin istirahate çekilmek, evinin kapılarını kapatmak ve dışarıyla ilgisini kesmektir. Geceleyin gökyüzünde neler olup bittiğini ancak gök cisimlerini gözleyen ve bu konu üzerinde çalışmaları olan kimseler bilir. İşte bu sebeple, birçok yerde Ay tutulduğu hâlde, oranın halkının önemli bir kısmı, Ay’ın tutulduğunu başkasından duyarak öğrenir. Yine çoğu zaman astronomi ile meşgul olan güvenilir şahsiyetler, geceleyin gökyüzünde pek büyük parlak cisimler ve yıldızlar gördüklerini söyler de, diğer insanların bundan haberi bile olmaz.

İbni Teymiyye’nin bazı seyyahlardan naklettiğine göre, bu kimseler Hindistan’daki târihî bir binanın üzerinde “Ay’ın ikiye yarıldığı gece yapılmıştır.” diye yazıldığını görmüşlerdir.

“Güneşi Geri Gönder!”

Hanefî fakihi ve muhaddis Ebû Ca’fer et-Tahâvî (v. 321/933) sahâbî hanımlardan Umeys kızı Esmâ’dan (v. 40/661) iki ayrı tarîk (yol) ile şu hadisi Müşkilü’l-hadîs adlı kitabına almıştır:

“Bir defasında Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, başı Hz. Ali’nin dizinde dinlenirken kendisine vahiy gelmeye başlamıştı. Hz. Ali de işte bu sebeple güneş battığı hâlde ikindi namazını kılamamıştı. Resûlullah Efendimiz ona: “Yâ Ali, ikindi namazını kıldın mı?” diye sordu. Onun kılmadığını söylemesi üzerine Peygamber aleyhisselâm:

“Allahım! Ali, senin ve Resûlü’nün hizmetindeydi. Onun namazını kılması için güneşi geri gönder!” diye duâ etti. Olayı anlatan Umeys kızı Esmâ şöye dedi:

“Güneşin battığını görmüştüm, ardından tekrar doğduğunu gördüm. Güneş dağların ve yeryüzünün üzerinde durdu. Bu olay Hayber kalelerinden biri olan Sahbâ’da meydana geldi.” (Tahâvî, Şerhu müşkili’l-âsâr (Arnaût), III, 92, nr. 1067; Taberânî, el-Mu‘cemü’l-kebîr (Selefî), XXIV, 147-152; Heysemî, Mecma‘u’z-zevâid, VIII, 297.)

Tahâvî şöyle demiştir:

“Bu hadis her iki tarikten de sağlam olarak rivâyet edilmiş olup râvileri güvenilir kimselerdir.”

Tahâvî şunları da söylemiştir:

(Buhârî’nin hocalarından biri olan) “Ahmed ibni Sâlih (v. 248/862) demiştir ki: ‘Esmâ tarafından rivâyet edilen ve Resûlullah’ın peygamberliğini gösteren en büyük alâmetlerden biri olan bu hadisi, ilim yolunda yürüyen kimsenin hıfzetmemesi doğru olmaz.’”

Hadis hâfızı Yûnus ibni Bükeyr (v. 199/815), Ziyâdetü’l-Megãzî adlı eserinde hocası siyer âlimi İbni İshâk’tan şunu rivâyet etmiştir:

“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Mi’râc’dan dönünce, Kudüs’ten Mekke’ye gelmekte olan bir deve kervanından söz etti. Bu kervanın ve kervandaki adamların özelliklerini haber verdi. Mekkeliler ona bu kervanın Mekke’ye ne zaman geleceğini sorunca da, Çarşamba günü geleceğini söyledi. O gün Kureyş halkı yola çıkıp kervanı beklemeye başladı; fakat akşam yaklaştığı hâlde kervan görülmedi. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem duâ edince, günün süresi uzatıldı ve güneşin batması geciktirildi.” (Beyhakī, Delâilü’n-nübüvve (Kal’acî), II, 404.)

Kaynak: Kadı İyaz, Şifa-i Şerif

İslam ve İhsan

ŞAKK-I KAMER: AY’IN İKİYE YARILMASI MÛCİZESİ

Şakk-ı Kamer: Ay’ın İkiye Yarılması Mûcizesi

AY’IN İKİYE BÖLÜNMESİ

Ay’ın İkiye Bölünmesi

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN MUCİZELERİ

Peygamber Efendimiz’in Mucizeleri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.