Aşere-i Mübeşşere Kimlerdir?

Aşere-i Mübeşşere, Peygamber Efendimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem- tarafından cennete girecekleri daha hayatta iken kendilerine müjdelenen on sahâbîden ibârettir.

Kaynaklarda “el-aşeretü’l-mübeşşere”, “el-mübeşşerûn bi’l-cenne”, “el-aşeretü’l-meşhûdü lehüm bi’l-cenne” gibi ifadelerle anılan bu on sahâbî:

  1. Hazreti Ebû Bekir,
  2. Hazreti Ömer,
  3. Hazreti Osman,
  4. Hazreti Ali,
  5. Hazreti Talha b. Ubeydullah,
  6. Hazreti Zübeyr b. Avvâm,
  7. Hazreti Abdurrahman b. Avf,
  8. Hazreti Sa‘d b. Ebû Vakkās,
  9. Hazreti Ebû Ubeyde b. Cerrâh ve
  10. Hazreti Saîd b. Zeyd -radıyallahu anhüm-'dür.

Ashaptan Saîd b. Zeyd’in bir rivayetinde bu on kişiden Ebû Ubeyde b. Cerrâh yerine Abdullah b. Mes‘ûd zikredilmiştir (İbn Abdülber, II, 318). Abîde es-Selmânî’den gelen benzer bir rivayeti de Zehebî kaydetmektedir (Ma'rifetü’l-kurrâ, I, 34).

Hadislerde cennetlik oldukları topluca haber verilen bu sahâbîlerden başka Hz. Hatice, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Selâm gibi münferit olarak cennetle müjdelenenler de vardır.

AŞERE-İ MÜBEŞŞERE'NİN ORTAK ÖZELLİKLERİ

Aşere-i mübeşşerenin bazı ortak vasıfları şunlardır:

  1. Tamamı ilk müslümanlardan olan bu on sahâbî Hz. Peygamber’e ve İslâm’a büyük yardımlarda bulunmuşlardır.
  2. Kureyş kabilesine mensup olup nesepleri Hz. Peygamber’in nesebiyle birleşmektedir. Bu sebeple, “aşere-i mübeşşere” ifadesini “Kureyş’ten cennetle müjdelenmiş on kişi” olarak anlamak daha doğru olacaktır. Nitekim konuya ait rivayetlerde de “aşeretün min Kureyşin fi’l-cenne” kayıtlarına rastlanmaktadır.
  3. Bedir Savaşı’na ve Bey‘atürrıdvân’a katılmışlardır. Bey‘atürrıdvân’da bulunamayan Hz. Osman adına bizzat Hz. Peygamber iki elini birbirine kavuşturarak biat etmiş, onu da biata katılanlardan saymıştır.
  4. Allah’ı ve Resulü’nü sevdikleri bizzat Hz. Peygamber tarafından açıklanmıştır.
  5. Allah yolunda yakınlarına karşı savaşmaktan çekinmemişlerdir. Nitekim Mücâdile sûresinin, “Allah’a ve âhiret gününe inanan bir toplumun babaları, oğulları, kardeşleri, akrabaları bile olsa, Allah’a ve Peygamber’e karşı gelenlere sevgi beslediklerini göremezsin” meâlindeki 22. âyetinin aşere-i mübeşşereye dahil ashap hakkında nâzil olduğuna dair bazı rivayet ve yorumlar bulunmaktadır.

AŞERE-İ MÜBEŞŞERE'NİN HAYATLARI

Aşere-i mübeşşerenin İslâmiyet’teki seçkin yerini dikkate alan İslâm bilginleri, ilmî tasnif ve değerlendirmelerde ilk sırayı hemen daima bunlara ayırmışlardır. Ahmed b. Hanbel el-Müsned’ine aşere-i mübeşşerenin rivayet ettiği hadislerle başlamıştır. Taberânî’nin el-Mu'cemü’l-kebîr ve Ebû Nuaym el-İsfahânî’nin Hilyetü’l-evliyâ adlı eserlerinde de aynı sıralama görülmektedir.

HAZRETİ EBÛ BEKİR

Hazret-i Ebû Bekir -radıyallahu anh-’ın ismi Abdullah’tır. Tertemiz nesebi, Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in altıncı batındaki dedesi Mürre bin Kâ‘b ile birleşir. Efendimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem-’den iki yaş küçüktür.

İslâm’dan önceki 38 yıllık hayatında dahî içki kullanmamış, putlara tapmamış, dâimâ nezih ve örnek bir şahsiyet sergilemiştir. Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem-, peygamberliğini îlân ettiğinde, hemen îmân etmiştir. Erkeklerden ilk olarak İslâm ile şereflenen odur. Hazret-i Ebû Bekir -radıyallahu anh-, Allah Teâlâ’nın ve O’nun en sevgili Rasûlü’nün en sevgili dostudur.[1] Kur’ânî ifâde ile; “İkinin İkincisi”dir.[2] Canıyla, malıyla ve âilesiyle Peygamber Efendimiz’in etrâfında âdeta pervâne olmuş, ömrünü ve bütün varlığını İslâm’ın muhâfazası ve neşri için vakfetmiştir.

Hazret-i Ebû Bekir -radıyallahu anh- dîni idrâk etme hususunda son derece firâsetli, sır ve hikmetlere vukufiyette yüksek anlayış sahibi, nerede, ne zaman ve nasıl konuşacağını gâyet iyi bilen, yumuşak huylu ve çok cömert bir zât idi. Az konuşur; halîfeliği sırasında da kumandan ve vâlilerine az konuşmalarını tavsiye ederdi. Âyet-i kerîmeleri ve Peygamber Efendimiz’in sözlerini en iyi o anlardı.[3] Zira ömrü boyunca Efendimiz’den hiç ayrılmamıştı. Bedenen ayrı kaldığı kısa zamanlarda bile kalben O’nunla beraber olarak dâimî bir râbıta hâlinde bulunurdu.

Ashâb-ı kirâm, Ebû Bekir Efendimiz’in kıymetini bilir; “Onu kızdırırsak, Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- gazaplanır, Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- gazaplanınca da Cenâb-ı Hak gazap eder ve biz helâk oluruz!” diye ona karşı çok dikkatli davranırlardı.[4] Efendimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem- ona şu ebedî müjdeyi vermişlerdi:

“–Ey Ebû Bekir! Ümmetimden Cennet’e ilk girecek kişi olman sana kâfî değil midir?!” (Ebû Dâvûd, Sünnet, 8/4652)

HAZRETİ ÖMER

Ebû Hafs Ömer b. el-Hattâb b. Nüfeyl b. Abdiluzzâ el-Kureşî el-Adevî (ö. 23/644)

Hulefâ-yi Râşidîn’in ikincisi (634-644).

Fil Vak‘ası’ndan on üç yıl kadar sonra, diğer bir rivayete göre ise Büyük (Dördüncü) Ficâr savaşından dört yıl kadar önce Mekke’de doğdu (Halîfe b. Hayyât, I, 151). Baba tarafından soyu Câhiliye döneminde Kureyş kabilesinin sefâret işlerine bakan Adî b. Kâ‘b kabilesine ulaşır ve Kâ‘b b. Lüey’de Hz. Peygamber’in nesebiyle birleşir. Annesi Mahzûm kabilesinden Hanteme bint Hâşim’dir. Müslüman olmadan önceki hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Babasının develerini güttüğü, içkiye ve kadına çok düşkün olduğu, iyi ata bindiği, iyi silâh kullandığı ve pehlivan yapılı olduğu belirtilmektedir. Şiire meraklı olduğu, güzel konuştuğu, okuma yazma bildiği, ensâb bilgisini öğrendiği, ticaret yaptığı, bu maksatla Suriye, Irak ve Mısır’a gittiği, Kureyş kabilesi adına elçilik görevinde bulunduğu rivayet edilir.

Kureyş’in bazı ileri gelenleri gibi putperestliğe bağlı kalarak önceleri Hz. Peygamber’e ve İslâmiyet’e karşı düşmanlık gösteren, bilhassa kabilesinden müslüman olanlara işkence yapan Ömer bi‘setin 6. yılında (616) müslüman oldu (İbn Sa‘d, III, 269). Onun müslüman oluşuna dair kaynaklarda iki rivayet bulunmaktadır. Hemen hemen bütün kaynaklarda yer alan meşhur rivayete göre Hamza’nın İslâm’ı kabulünden sonra Ömer Hz. Peygamber’i öldürmek üzere yola çıkmış, yolda karşılaştığı Nuaym b. Abdullah’tan kız kardeşi Fâtıma ile kocası Saîd b. Zeyd’in müslüman olduğunu öğrenince onların evine gitmiştir. Onları Tâhâ sûresini okurken bulmuş, okuduklarını kendisine vermelerini istemiş, ancak bu isteği reddedilince kız kardeşini ve eniştesini dövmüş, kardeşi kendilerine Kur’an öğreten ve Ömer’den saklanan Habbâb b. Eret’i de çağırarak müslüman olduklarını Ömer’in yüzüne karşı söylemiştir. Bunun üzerine yumuşayan Ömer müslüman olmaya karar vermiş, Habbâb’dan Resûlullah’ın Erkam b. Ebü’l-Erkam’ın evinde olduğunu öğrenip oraya gitmiş ve kendisine biat ederek müslüman olmuştur (İbn İshak, s. 160-163; İbn Hişâm, I, 343-346; İbn Sa‘d, III, 267-269). Diğer rivayete göre bir gece şarap içmek için içki arkadaşlarını aramış, kimseyi bulamayınca Kâbe’ye gitmiş. Orada Kâbe’yi önüne alan Hz. Peygamber’in Beytülmakdis’e doğru namaz kıldığını görünce Kâbe’nin örtüsü altına saklanarak ona yaklaşmış, Resûl-i Ekrem’in okuduğu, Kureyşliler’in Kur’an için söyledikleri, “Şairlerin, kâhinlerin veya Muhammed’in uydurmasıdır” şeklindeki sözlere cevaplar veren Hâkka sûresinin 41-46. âyetlerini duyunca müslüman olmaya karar vererek Hz. Peygamber’i takip etmiş, Hz. Peygamber’in, evine girmeden önce onu farkedip “Ne var yâ Ömer?” diye sorması üzerine, “Allah’a, resulüne ve onun Allah katından getirdiği şeylere iman etmeye geldim” deyince Resûlullah, “Ey Ömer! Allah sana hidayet nasip etti” diyerek göğsünü sıvazlamış ve imanda sebat etmesi için ona dua etmiştir (Müsned, I, 17; İbn Hişâm, I, 346-348). Bu rivayetlerden ikincisi tercihe değer görülmektedir. Hz.Ömer’in müslüman oluşunun Resûl-i Ekrem’in, “Yâ rabbi! İslâmiyet’i Ömer b. Hattâb veya Amr b. Hişâm (Ebû Cehil) ile teyit et” duasının bir tezahürü olduğu belirtilmektedir (Müsned, I, 456; İbn Hişâm, I, 345; İbn Sa’d, III, 269). Hz. Ömermüslüman olduğu gece Ebû Cehil’in evine giderek İslâm’ı kabul ettiğini bildirdi; ayrıca ertesi gün Cemîl b. Ma‘mer el-Cumahî’ye müslüman olduğunu bütün Kureyşliler’e ilân ettirdi. Onun İslâmiyet’e girmesinden sonra müslümanlar ilk defa Kâbe’de toplu olarak namaz kıldılar (Buhârî, “Feżâǿilü aśĥâbi’n-nebî”, 3, 6; “Menâķıbü’l-enśâr”, 35; İbn Hişâm, I, 342, 345, 348-350; İbn Sa‘d, III, 269-270).

HAZRETİ OSMAN

Ebû Abdillâh (Ebû Amr) Zü’n-nûreyn Osmân b. Affân b. Ebi’l-Âs b. Ümeyye el-Kureşî el-Ümevî (ö. 35/656)

İlk müslümanlardan, Hulefâ-yi Râşidîn’in üçüncüsü.

Fil Vak‘ası’ndan altı yıl sonra Tâif’te doğdu. Kureyş’in en zengin tüccarlarından olan babası Affân Câhiliye devrinde öldü. Annesi Ervâ bint Küreyz, Resûlullah’ın halası Ümmü Hakîm Beyzâ bint Abdülmuttalib’in kızıdır. Mensup olduğu Emevî (Ümeyye) kabilesinin soyu Abdümenâf b. Kusay’da Hz. Peygamber’in nesebiyle birleşir. Resûl-i Ekrem’den altı yaş küçüktür. Gençliğinde babasının yanında ticaretle uğraşan Osman, İslâm öncesinde Mekke’nin önemli tüccarları arasına girdi. İslâmî davetin ilk safhasında Hz. Ebû Bekir’in delâletiyle Resûlullah’ın yanına giderek müslüman oldu ve ilk on müslüman arasında yer aldı. Eşraftan olması dolayısıyla İslâm’ı kabul edişi Kureyş içinde yankı yaptı. Amcası Hakem b. Ebü’l-Âs onu bağlayıp dininden dönene kadar bağlarını çözmeyeceğini söyleyince şiddetle karşı koydu. Kararlılığını görüp bağlarını çözmek zorunda kalan amcasından sonra annesi de çok uğraştı, ancak onu dininden döndüremedi. Osman kısa bir süre sonra Hz. Peygamber’in kızı Rukıyye ile evlendi. İslâmiyet’in 5. yılında (615) hanımıyla birlikte ilk kafilede Habeşistan’a hicret etti. Habeşistan’da doğan ve hicretin 4. yılında (625) vefat eden oğlu Abdullah dolayısıyla kendisine Ebû Abdullah künyesi verildi.

HAZRETİ ALİ 

Ebü’l-Hasen Alî b. Ebî Tâlib el-Kureşî el-Hâşimî (ö. 40/661)

Hz. Peygamber’in damadı, Hulefâ-yi Râşidîn’in dördüncüsü.

Hicretten yaklaşık yirmi iki yıl önce (m. 600) Mekke’de doğduğu rivayet edilmektedir. Babası Hz. Peygamber’in amcası Ebû Tâlib, annesi de Fâtıma bint Esed b. Hâşim’dir. Ebû Tâlib’in en küçük oğludur. Mekke’de baş gösteren kıtlık üzerine Hz. Peygamber amcası Ebû Tâlib’in yükünü hafifletmek için onu himayesine almış, Hz. Ali beş yaşından itibaren hicrete kadar onun yanında büyümüştür. Hz. Muhammed’in peygamberliğine ilk iman edenlerdendir. Ancak Hz. Hatice ile aynı zamanda veya ondan hemen sonra yahut da Hz. Hatice ve Hz. Ebû Bekir’den sonra iman ettiği hususu, Ehl-i sünnet ile Şiîler arasında tartışılan bir konudur (bk. Câhiz, el-Osmâniyye, s. 3-13). Bu sırada yaşının dokuz, on veya on bir olduğu rivayet edilir. Bu durumda onun Hz. Hatice’den sonra, yaşına göre, çocuklar arasında ilk inanan ve Hz. Peygamber’le birlikte ilk namaz kılan kimse olduğu ağırlık kazanmaktadır. Hz. Ali’nin hicretten önceki hayatı hakkında kaynaklarda fazla bilgi yoktur. Ancak hayatı, menkıbevî ve efsanevî rivayetlerle örülü Şiî kaynaklarda doğumundan itibaren en ince teferruatına kadar ve zengin kerametlerle dolu olarak anlatılır (bk. Ayânü’ş-Şîa, I, 323-562; İbn Şehrâşûb, I, 287 vd.; II, 3-377; III, 2-100).

TALHA BİN UBEYDULLAH

Ebû Muhammed Talha b. Ubeydillâh b. Osmân et-Teymî el-Kureşî (ö. 36/656)

Aşere-i mübeşşereden olan sahâbî.

Nesebi Hz. Peygamber ile Mürre’de, Hz. Ebû Bekir ile Amr b. Kâ‘b’da birleşir. Annesi Sa‘be bint Abdullah sahâbeden Alâ b. Hadramî’nin kız kardeşidir. Hz. Ali ile aynı yıl doğduğu zikredilmekteyse de öldüğünde en az altmış yaşında olduğuna göre daha önce doğmuş olmalıdır. İki erkek kardeşinden Osman müslüman olmuş, diğeri ise Bedir Gazvesi’nde müşrik saflarında ölmüştür. İslâm öncesi Mekke’nin önemli tüccarlarından biri olan Talha ticaret için bulunduğu Busrâ’da karşılaştığı bir rahipten Hz. Muhammed’in peygamberliğini öğrenince hemen Mekke’ye döndü ve Hz. Ebû Bekir vasıtasıyla İslâmiyet’i kabul edip ilk müslümanlar arasında yer aldı. Vahiy kâtipliği de yapan Talha hem cennetle müjdelenen on sahâbîden hem de Resûlullah’ın havârisi diye bilinen on iki kişiden biridir. Müslüman olduğu günlerde Hz. Ebû Bekir ile aynı ipe bağlanarak işkence gördüğünden her ikisi “Karîneyn” (yakın dost) diye anılır. Suriye’de bulunduğu dönemde gerçekleşen Habeşistan hicretine katılamadı. Resûl-i Ekrem Medine’ye hicret ettikten sonra Hz. Ebû Bekir’in ailesini Medine’ye o götürdü. Mekke’de iken Zübeyr b. Avvâm ile, Medine’de Kâ‘b b. Mâlik ile (bazı rivayetlere göre Ebû Eyyûb el-Ensârî, Sa‘d b. Ebû Vakkās veya Saîd b. Zeyd) ile kardeş ilân edildi. Yine Şam’da olduğu sırada meydana gelen Bedir Gazvesi’ne katılamadığı zikredilmekteyse de birçok kaynakta Hz. Peygamber’in onu ve Saîd b. Zeyd’i Şam yoluna istihbarat için gönderdiği ve Medine’ye ancak savaş bittikten sonra dönebildikleri belirtilmektedir. Bu sebeple kendisine ganimetten pay verildi. Uhud Gazvesi’nden itibaren bütün savaşlarda yer aldı. Kahramanca savaştığı Uhud Gazvesi’nde Resûlullah’ı korurken birçok yerinden yaralandı ve eli çolak kaldı. O gün üzerinde iki zırh bulunduğu için Uhud kayalığına çıkamayan Resûl-i Ekrem Talha’nın sırtına basarak oraya çıktı bu sebeple de “Talha’ya -cennet- vâcip oldu” buyurdu (Tirmizî, “Menâķıb”, 21). Talha’nın faziletine dair birçok hadis nakledilmiştir. Hz. Peygamber’in hanımlarından dördünün kız kardeşleriyle evlenen Talha’nın on beş çocuğu oldu. Bunlar arasında Seccâd lakabıyla tanınan Muhammed ile Mûsâ, İmrân ve Âişe meşhurdur.

ZÜBEYR BİN AVVÂM

Ebû Abdillâh ez-Zübeyr b. el-Avvâm b. Huveylid el-Kureşî el-Esedî (ö. 36/656)

Hz. Peygamber’e ilk iman edenlerden ve cennetle müjdelenen on sahâbîden biri.

594 veya 595’te Mekke’de doğdu. Babası Hz. Hatice’nin kardeşi Avvâm b. Huveylid, annesi Resûl-i Ekrem’in halası Safiyye bint Abdülmuttalib’dir. Soyu Hz. Peygamber’in dedelerinden Kusay b. Kilâb’da Resûl-i Ekrem ile birleşir (İbn Sa‘d, III, 100). Annesi oğluna büyük kardeşi Zübeyr b. Abdülmuttalib’in ismini vermiştir. Zübeyr b. Avvâm çocukluğunun büyük bir kısmını Resûlullah’ın çocuklarıyla birlikte geçirdi. Babası çok küçükken vefat ettiğinden annesi onu kendi akrabaları olan Hâşimoğulları arasında büyüttü. Oğlunun eğitimi konusunda zaman zaman katı davrandığı için eleştirilmiş, ancak kendisi onun iyi yetişmesi için böyle yaptığını söylemiştir (a.g.e., III, 101). Zübeyr’in putlara hiç tapmadığı, Câhiliye inanışlarına meyletmediği, İslâm’a davetin ilk günlerinde on altı yaşında iken dört, beş veya yedinci müslüman olarak İslâmiyet’i kabul ettiği, bunda Hz. Ebû Bekir’in etkisinin bulunduğu nakledilir (İbn Hacer el-Askalânî, Tehźîbü’t-Tehźîb, III, 274-275). Müslümanlığı kabul etmesine önce amcası Nevfel b. Huveylid karşı çıktı; İslâm’dan vazgeçmediği takdirde kendisine şiddet uygulayacağına dair yemin etti; bir sonuç alamayınca onu bir hasıra sardı ve tavana astı, alttan ateş yakarak dumanıyla ona işkence etti, ancak Zübeyr inancından vazgeçmedi (Taberânî, I, 122). Oğluna eziyet edildiğini öğrenen annesi Safiyye onu Nevfel’in elinden kurtardı.

ABDURRAHMAN BİN AVF

Ebû Muhammed Abdurrahmân b. Avf b. Abdiavf el-Kureşî ez-Zührî (ö. 32/652)

Hz. Peygamber’e ilk iman eden ve cennetle müjdelenen on sahâbîden biri.

Fil Vak‘ası’ndan (571) on yıl kadar sonra Mekke’de doğdu. Câhiliye döneminde Abdü Amr veya Abdü’l-Kâ‘be olan adı, müslüman olduktan sonra Hz. Peygamber tarafından Abdurrahman olarak değiştirildi. Genç yaşından itibaren ticaretle uğraştı. Câhiliye devrinde de içki içmeyen ve güzel ahlâka sahip biri olarak tanınırdı. Hz. Ebû Bekir ile olan eski dostluğu, onun vasıtasıyla müslüman olmasını sağladı. İlk sekiz müslümandan biri olan Abdurrahman, Mekke müşriklerinin baskı ve işkenceleri yüzünden önce Habeşistan’a, sonra da Medine’ye hicret etti. Hz. Peygamber onunla ensardan Sa‘d b. Rebî‘ arasında kardeşlik bağı (muâhât*) kurdu.

Hz. Peygamber’le birlikte bütün savaşlara katıldı. Uhud’da yirmiden fazla yara aldı, hatta ayağındaki yaralar sebebiyle topal kaldı. Hicretin altıncı yılında (628) Dûmetülcendel üzerine yapılan bir seferde, Hz. Peygamber onu seriyye kumandanlığına getirdi ve başına sarık bağladı. Savaşı kazanınca Peygamber’in tâlimatı üzerine kabile reisinin kızı ile evlendi. Tebük seferi sırasında imamlık ettiği bir namaza Hz. Peygamber de iştirak etti. Böylece Ebû Bekir gibi o da Resûlullah’a imamlık yapmış oldu. Vefatında Hz. Peygamber’i kabre indiren dört sahâbîden biri Abdurrahman idi.

SA'D BİN EBÎ VAKKAS

Ebû İshâk Sa‘d b. Ebî Vakkās Mâlik b. Vüheyb (Üheyb/Vehb) el-Kureşî ez-Zührî (ö. 55/675)

Aşere-i mübeşşereden olan sahâbî, kumandan.

Milâdî 592 yılında Mekke’de doğdu. Nesebi Benî Zühre’den olan babası vasıtasıyla Kilâb b. Mürre’de, Benî Ümeyye’den olup İslâmiyet’i kabul etmeden ölen annesi Hamne bint Süfyân b. Ümeyye vasıtasıyla Abdümenâf b. Kusay’da Hz. Peygamber’in nesebiyle birleşir. Dedesi Vüheyb b. Abdümenâf b. Zühre, Resûl-i Ekrem’in annesinin amcası olduğu için Resûlullah Sa‘d’a “dayı” diye hitap ederdi. On yedi veya on dokuz yaşında iken İslâmiyet’i kabul etmesi üzerine annesi dininden dönmediği sürece onunla konuşmamaya ve yemek yememeye ant içti; fakat Sa‘d dininden dönmeyeceğini söyledi. İslâmiyet’in ilk yıllarında müslümanlarla alay eden bir müşriği yaraladığı için İslâm uğrunda ilk kan akıtan kişi diye anıldı. Hz. Peygamber’den önce Medine’ye hicret etti; Resûl-i Ekrem onu Mus‘ab b. Umeyr veya Sa‘d b. Muâz ile kardeş ilân etti. Râbiğ Seriyyesi ile Batn-ı Nahle Seriyyesi’ne katıldı ve Kureyş kervanına ilk oku o attı (İbn Sa‘d, III, 139). Harrâr Seriyyesi’nde kumandan olarak görev yaptı. Bedir Gazvesi’nde müşrik süvari birliğinin kumandanı Saîd b. Âs’ı öldürüp kılıcını Resûl-i Ekrem’e teslim etti. Daha sonra Hz. Peygamber ile bütün gazvelere katıldı. Uhud Gazvesi’nde attığı her oku hedefine isabet ettirdiği için Resûlullah ona atacağı okları birer birer verirken, “Anam babam sana fedâ olsun ey Sa‘d, at!” diye iltifat ederdi (Buhârî, “Feżâǿilü aśĥâbi’n-nebî”, 15; Müslim, “Feżâǿilü’s-śaĥâbe”, 41-42). Birçok savaşta ve Medine’de düşman baskınından korkulduğu zamanlarda Resûlullah’ın yanından ayrılmadı.

SAÎD BİN ZEYD

Künyesi, Ebü’l-A‘ver (Ebû Sevr) Saîd b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl el-Kureşî (ö. 51/671 [?])

Milâdî 600 yılı civarında Mekke’de doğdu. Adî b. Kâ‘b oğullarından olup soyu dedelerinden Kâ‘b b. Lüey’de Hz. Peygamber’in soyu ile birleşir. Babası, İslâm öncesi dönemde Hanîf dinine mensup olmakla bilinen Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, annesi Huzâa kabilesinden Fâtıma bint Ba‘ce’dir. Babasının putlara tapmadığı, müşriklerin kestiği hayvanların etinden yemediği, Câhiliye âdetlerine değer vermediği ve kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesine şiddetle karşı çıktığı göz önüne alınırsaSaîd’in aile ortamında bu inançları benimseyen bir kişi olarak yetiştiği söylenebilir. Kaynaklarda babasının ona Allah’ın birliğine iman etmesi konusunda telkindebulunduğu zikredilir.

Çok genç yaşta İslâmiyet’i kabul eden Saîd b. Zeyd’in on ikinci veya on üçüncü müslüman olduğu nakledilir. Resûl-i Ekrem tarafından cennetle müjdelenen on sahâbî arasında yer aldı. Saîd amcasının kızı ve Ömer’in kız kardeşi Fâtıma ile, Ömer de onun kız kardeşi Âtike ile evliydi. Mekkeliler’in Hz. Peygamber’i öldürme kararını uygulamak üzere harekete geçen Ömer, kız kardeşi Fâtıma’nın müslüman olduğunu öğrenince Saîd b. Zeyd’in evine giderek onu hanımı ile birlikte tartakladı. AncakSaîd’in sabırlı davranması ve sorulan sorulara inandırıcı cevaplar vermesi üzerine Ömer onları bıraktı ve okunan Kur’an’ı dinledikten sonra iman etmeye karar verdi.

Saîd müşriklerden çok eziyet gördü ve hanımıyla birlikte Medine’ye hicret etti. Resûlullah onu Râfi‘ b. Mâlik, diğer bir rivayete göre ise Übey b. Kâ‘b ile kardeş ilân etti. Medine’de Resûl-i Ekrem’in yakın çevresinde bulunan Zeyd, Mekke müşrikleribaşta olmak üzere Hz. Peygamber aleyhinde faaliyet gösterenler hakkında bilgi toplama konusunda önemli görevler yaptı. Bedir Gazvesi’ne sebep olan Mekkeliler’in Suriye kervanı hakkında bilgi toplamakla görevlendirildiği için savaşa fiilen katılamadı; ancak ganimetten payı tam olarak verildi ve gördüğü hizmete karşılık cihad sevabını da alacağı kendisine müjdelendi (Hâkim, III, 495).

EBÛ UBEYDE BİN CERRAH

Ebû Ubeyde Âmir b. Abdillâh b. el-Cerrâh el-Fihrî el-Kureşî (ö. 18/639)

Aşere-i mübeşşereden olan kumandan sahâbî.

Hicretten kırk yıl önce Mekke’de doğdu (583). Türkiye’de yayımlanan bazı ansiklopedilerdeki 571’de Kudüs’te doğduğuna dair kayıt gerçeğe uymamaktadır. Hz. Peygamber’in onuncu dedesi olan Fihr’de Resûlullah ile soyları birleşir. Benî Hâris kabilesinden olan Ebû Ubeyde, Câhiliye devrinde Mekke’de okuma yazma bilenbirkaç kişiden biri olduğu için Kureyşliler kendisine değer verirdi. Ebû Ubeyde, Hz. Peygamber’in İslâm’a davete başladığı ve henüz Dârülerkam’a girmediği günlerde Hz. Ebû Bekir vasıtasıyla müslüman oldu. İslâmiyet’in yayılması için büyük çaba gösterdi ve bu sebeple Kureyşliler’in ağır baskılarına mâruz kaldı. İşkenceler dayanılmaz hale gelince 616 yılında yapılan İkinci Habeşistan Hicreti’ne katıldı. Ancak bir müddet sonra Mekke’ye döndü. Daha sonra Medine’ye hicret etti. Hz. Peygamber onunla Sa‘d b. Muâz arasında kardeşlik bağı (muâhât*) kurdu. Muhammed b. Mesleme veya Ebû Talha el-Ensârî ile kardeş yapıldığı da söylenmektedir.

Dipnotlar: 1) Bkz. Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 5; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 8; Tirmizî, Menâkıb, 14. 2) Bkz. et-Tevbe, 40. 3) Bkz. Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 3; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 2; Ebû Dâvûd, Melâhim, 17/4338; Tirmizî, Tefsîr 22/3171, Menâkıb 15/3659; Nesâî, Cihâd 1. 4) Bkz. Ahmed, IV, 58; Hâkim, II, 188/2718. 5. Bkz. İbn-i Sa‘d, III, 188; Ramazanoğlu Mahmud Sâmi, Hazret-i Ebû Bekir Sıddîk, s. 115-118. 6. Ebû Nuaym, Ma‘rifetü’s-Sahâbe, I, 264.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları.; TDV İslâm Araştırmaları Merkezi İslâm Ansiklopedisi

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • o kadar güzel içerikler koyuyorsunuz ki ayrı ayrı araştırmama gerek kalmıyo. Aradığım her şeyi sizde buluyorum(ツ)
    Çok teşekkürlerr

    ALLAH RAZI OLSUN HER ZAMAN GÜVENEREK SITEYE GIRIYORUM

    Hocamız bize 7 tane demişti

    süper

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.