Amele Güvenmenin Zararları

Uçurum kenarında atılan yanlış bir adımın kişiyi helâke sürüklemesi gibi, Cenâb-ı Hakkʼa kulluğumuzda da ilâhî gazaba sebep olabilecek en ufak bir yanlış hâl ve tavırdan titizlikle sakınmamız gerekir.

Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri buyurur:

“Bütün gayretini kalbî ve bedenî ibadetlere ver! Bununla birlikte kendini «hiç hayırlı amel işleyememiş bir zavallı» olarak gör! Çünkü niyet, ibadetlerin rûhudur. İhlâs olmadan da niyet mümkün değildir. Senden daha büyük olanlara (yani peygamberler ve evliyâullâha) bile ihlâs gerekirse, sana nasıl gerekmesin?!

Allâh’a yemin ederim ki, annemin beni doğurduğu günden beri, tek bir hayırlı amel işlediğime inanmıyorum…

Eğer kendi nefsini bütün hayırlı işlerde iflâs etmiş olarak görmüyorsan, bu, cehâletin en son noktasıdır. Kendini iflâs etmiş olarak görünce de sakın Allâh’ın rahmetinden ümidini kesme! Zira Allah Teâlâ’nın fazl u ihsânı, kul için bütün insanların ve cinlerin amelinden daha hayırlıdır.”[1]

BÜTÜN AMELLERİMİZ CENÂB-I HAKK'IN KABULÜNE MUHTAÇ

Duâlarımız gibi bütün amellerimiz de Cenâb-ı Hakkʼın kabûlüne muhtaçtır. Müʼmin, bu kalbî rikkat içinde kulluğa devam etmelidir.

Uçurum kenarında atılan yanlış bir adımın kişiyi helâke sürüklemesi gibi, Cenâb-ı Hakkʼa kulluğumuzda da ilâhî gazaba sebep olabilecek en ufak bir yanlış hâl ve tavırdan titizlikle sakınmamız gerekir. Çünkü ehemmiyet verilmeyen nice yanlış hâl ve tavır, gazab-ı ilâhîyi celbederek bütün amellerin boşa gitmesine sebep olabilir.

Onun için, âdeta bir mayın tarlasında gezen bir insanın dikkat ve îtinâsıyla mânevî hayatımızı koruyup son nefese kadar bu kalbî teyakkuz ile kullukta bulunmamız zarurîdir.

Müʼmin, emrolunduğu gibi kulluk vecîbelerini en güzel şekilde- yerine getirse bile, bu amellerinin ebedî kurtuluş için aslâ yeterli olmayacağını bilmelidir. Amellerinin kabûlü ve Rabbinin rahmetine nâiliyet için, korku ve ümit duyguları arasında, dâimî bir ilticâ hâlinde bulunmalıdır.

DİBİ DELİK ÇUVALLA DEĞİRMENE BUĞDAY TAŞIMAYALIM

Nitekim Cenâb-ı Hak, âyet-i kerîmede:

“De ki: «Ancak Allâh’ın lûtuf ve rahmetiyle, yalnız bunlarla sevinsinler. Bu, onların (dünyalık olarak) toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.»” (Yûnus, 58) buyurmaktadır.

Amellerimiz de bir ömür boyu âhiret için toplayıp biriktirdiğimiz azıklarımız mesâbesindedir. Fakat onlar da Cenâb-ı Hakkʼın kabulüne muhtaçtır. Şayet Rabbimiz onları kabul buyurmazsa, hele bir de o amellerin ecrini; riyâ, ucub, kibir, haset gibi nefsânî çirkinliklerle hebâ etmişsek, dibi delik çuvalla değirmene buğday taşımaya çalışan gâfillerden farkımız kalmaz.

Bu itibarla, sâlih amelleri işlemek kadar, onları muhâfaza etmek de son derece zarûrîdir.

İNSANLARIN YAPTIĞI AMELLERİ KÜÇÜK GÖRMEK

Meselâ amellerine bakarak kendini başkalarından üstün görmek, yahut;

“‒Şu insanlar benim kadar amel işlemiyor, Allah beni değil de onları mı Cennetʼine koyacak?” kabîlinden hezeyanlara kapılmak, hâlini toplumun seviyesiyle kıyaslayıp kendisini ebedî kurtuluş berâtını garantilemiş gibi görmek; ancak kalpteki gafletin apaçık bir göstergesidir.

Nitekim Hak dostları:

“İhlâsta iddiâlı olmak, bir nevî ihlâssızlıktır.” buyurmuşlardır. Zira ihlâs ve takvâ bahsinde en büyük tehlike, kulun kendisini ihlâs ve takvâ sahibi görmesidir.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu hâlden sakındırmak için, şu îkazda bulunur:

“Allah Teâlâ sizin sûretlerinize ve mallarınıza bakmaz! Fakat sizin (ihlâs ve takvâ bakımından) kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr, 34)

Yine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Dîninde ihlâslı ol! Böyle yaparsan, az amel bile sana kâfî gelir.” buyurmuştur. (Hâkim, Müstedrek, IV, 341)

KALPTE İHLAS VE TAKVA YOKSA AMELİN FAYDASI OLMAZ

Bu demektir ki amellerimiz ne kadar çok olursa olsun kalpte ihlâs ve takvâ hassâsiyetleri yoksa, o ameller, temeli çürük bir bina gibi, en ufak bir sarsıntıda yerle bir olmaya mahkûmdur.

Cenâb-ı Hak, kendi katında ancak ihlâslı amellerin değerli olduğuna işaret sadedinde, âyet-i kerîmede şöyle buyurur:

“O (Allah) ki, ölümü ve hayatı, hanginizin amel bakımından daha güzel olduğunu imtihan için yarattı…” (el-Mülk, 2)

Dikkat edilirse Cenâb-ı Hak bu âyet-i kerîmede; “اَكْثَرُ عَمَلًا” değil “اَحْسَنُ عَمَلًا” buyuruyor. Yani kimin “daha çok” amel edeceğine değil, “daha güzel” amel edeceğine ehemmiyet verdiğini bildiriyor.

Demek ki Hak katında değerli olan, bir amelin miktarından ziyade keyfiyetidir. Kalbî duyuşlarla ve huşû ile îfâ edilen hâlisâne ameller, ilâhî rahmete vesîle olurken; gafletle îfâ edilen ameller ise bunun zıddıyla neticelenebilir.

Nitekim âyet-i kerîmede:

“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki onlar namazlarını ciddiye almazlar.” (el-Mâûn, 4-5) buyrulmaktadır.

CENÂB-I HAKK'IN RAHMETİNE MUHTACIZ

Velhâsıl, bir kulun ne kadar ameli olursa olsun, ebedî kurtuluşu için, o dâimâ Cenâb-ı Hakkʼın rahmetine muhtaç durumdadır. Ameller, ebedî kurtuluş için zarûrîdir, fakat tek başına kâfî değildir.

Peygamberlere baktığımız zaman; onlar, Allâhʼın en seçkin kulları ve dostlarıdır. Onlar dahî amellerine güvenmeyip Cenâb-ı Hakʼtan acz içinde af ve merhamet dilenmişlerdir.

Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-:

“…Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlakâ hüsrâna uğrayanlardan oluruz.” (el-A‘râf, 23) niyâzında bulunmuştur.

Hazret-i Yûnus -aleyhisselâm-:

“…(Allâhʼım!) Senʼden başka hiçbir ilâh yoktur. Senʼi bütün eksikliklerden tenzih ederim. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum.” (el-Enbiyâ, 87) diye duâ etmiştir.

Hazret-i Yûsuf -aleyhisselâm-, çilelerle dolu bir dünyadan; sabır, metânet, şükür ve rızâ ile geçmiş olmasına rağmen Cenâb-ı Hakʼtan:

“…Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da âhirette de benim sahibimsin. Beni müslüman olarak vefat ettir ve beni sâlihler arasına kat!” (Yûsuf, 101) niyâzında bulunmuştur.

Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-, malıyla, canıyla, evlâdıyla, bütün varlığıyla en ağır imtihanlardan geçip “Halîlullah”, yani Allâhʼın dostu olduğu hâlde:

(Yâ Rabbi! İnsanların) diriltilecekleri gün beni mahcup etme!” (eş-Şuarâ, 87) niyâzında bulunmuştur. Bu hâliyle de, Rabbinin rahmeti tecellî etmezse o fedakârâne amellerinin bile bir “hiç” hükmünde kalacağını telkin etmiştir.

HİÇBİRİNİZ AMELİ SAYESİNDE KURTULUŞA EREMEZ

Allâhʼın Habîbi, peygamberlerin imâmı ve hâtemi olan Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizde bir gün ashâbına:

“–Orta yolu tutunuz, dosdoğru olunuz. Biliniz ki, hiçbiriniz ameli sâyesinde kurtuluşa eremez.” buyurmuşlardı.

Sahâbîler:

“–Siz de mi kurtulamazsınız, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye hayretle sordular. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–(Evet) ben de kurtulamam. Ancak Allah, rahmet ve keremiyle beni bağışlamış olursa, o başka!” cevâbını verdi. (Müslim, Münâfikîn, 76, 78)[2]

İşte bu hissiyât içinde dertli dertli inleyen Şâir Fuzûlî de Cenâb-ı Hakkʼa şöyle ilticâ etmiştir:

Yok bende bir amel, Sana şâyeste âh eğer,

Âmâlime göre vere adlin cezâ bana…

Yani âdeta şöyle diyor Şâir Fuzûlî:

“Yâ Rabbi! Eğer amellerime bakıp bana adâletle muâmele edecek olursan; yani bana, ne yapmışsam ve neyi hak etmişsem ancak onun karşılığını verecek olursan, vay benim hâlime! Hangi kul Sana lâyık amelde bulunabilir ki? Bu yüzden ben, Senʼin adâletine değil; affına, merhamet ve keremine sığınıyorum…”

Şeyh Sâdî de ne güzel buyurur:

“Kulun yapabileceği en iyi şey; Allâh’a karşı olan kusurlarını bilip O’ndan af dilemesidir. Yoksa Cenâb-ı Hakk’ın ulûhiyetine lâyık kulluğu kimse yapamaz.

O’nun ululuk Kâbeʼsinde kendilerini ibadete verenler, «Sana hakkıyla ibadet edemedik!» diye kusurlarını îtiraf ederler. O’nun Kemâl ve Cemâlini övenler; «Yâ Rabbi, Senʼi hakkıyla bilemedik!» diye hayrette kaldıklarını ikrâr ederler.”

Dipnotlar: 1) Es‘ad Sâhib, a.g.e, s. 138-141, no: 28. 2) Ayrıca bkz. Buhârî, Rikāk, 18, Merdâ 19.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 355

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.