Allah Geceyi ve Gündüzü Neden Yarattı?

Allah geceyi ve gündüzü neden yarattı? Gece ve gündüzün birbirini izlemesindeki hikmetler nelerdir? Gece ve gündüz neden var? Uyku neden ölüme benzetilir? Gece-gündüz mucizesi: Gece ve gündüz ile ilgili ayetler...

Allah Teâlâ’nın varlığının, kudretinin belgelerinden biri de geceyi, gündüzü, güneşi, ayı yaratmasıdır. Bu hususta Allah Teâlâ Fussılet sûresinde şöyle buyurur:

“Gece ile gündüz, güneş ile ay Allah’ın varlığının belgelerindendir. Güneşe ve aya secde etmeyin; eğer Allah’a kulluk etmek istiyorsanız, bunları yaratana secde edin!” (Fussılet, 41/37) Gece ve gündüz, dünyanın kendi etrafında dönmesi ile meydana gelir. Bu dönüş Allah’ın varlığına delâlet eden en parlak delillerden biridir. Çünkü ne kadar dikkatle kontrol edelirse edilsin bir saniye bile şaşmadığı görülecektir. Madenden yapılan en hassas bir saat bile günde bir kaç saniyelik bir hata yapabilir. Fakat bunun trilyonlarca büyüklüğündeki dünyanın çok hızlı dönmesine rağmen bir günlük bir zamanda bir saniye değilde saniyenin onda, hatta yüzde biri kadar bile bir hata yapmaması, onun ustasının yani Yüce Yaratıcı’nın varlığına, ilmine, irâdesine ve kudretine en kuvvetli bir delildir.[1]

Yüce Allah, varlığının, birliğinin ve kudretinin belgelerini bize bildiriyor. Bunlardan birisi; Geceleyin uyumamız, gündüzleyin Allah’ın fazıl ve lütfundan rızık aramamızdır. Bu hususta şöyle buyrulur:

“O’nun açık belgelerinden biri, gece ve gündüz (gerektiğinde) uyumanız ve O’nun geniş lütfundan (geçiminizi) aramanızdır. Şüphesiz ki bunda (gerçeklere) kulak verecek bir zümre için ibretler (öğütler) vardır.” (Rûm, 30/23)

GECE İLE GÜNDÜZÜN ARD ARDA GELİŞİNDEKİ HİKMETLER

Bu dünya hayatında rızık temini için herkesin çalışması gereklidir. Zâten bütün insanlar bunun idrâki içinde oldukları için herkes çalışıyor. Her insanın kendisine göre bir işi, bir uğraşı, bir mesleği vardır. Her insan meşrû çerçevede geçimini temin için çalışıyor. Herkesin işi ve mesleği farklı farklıdır. Bazı işler daha kolay, bazıları daha zordur. Rızık temini için çalışan vücudun dinlenmeye de ihtiyacı vardır. Çalışma genellikle gündüz olur. Gündüz, zaman itibariyle çalışmaya daha uygundur.

  1. Gece ve Gündüzün Birbirini İzlemesi

Yüce Yaratıcı bu âlemde her şeyi öyle düzenli, tertipli, yerli yerinde yaratmıştır ki O’nun yaratışının mükemmelliği, aklı olan herkesin kabul ettiği bir gerçektir. Yerin, göklerin, gecenin, gündüzün, mevsimlerin vb. yaratılışı hep mükemmeldir. Gece ile gündüzün birbirini takip etmesi aynı şekilde Allah’ın varlığının ve kudretinin belgelerindendir. Bu, Kur’ân’da tekrar tekrar ifâde edilen, ibretle düşünülmesi gerekli olan bir husustur. Nitekim Bakara sûresinde şöyle buyrulur:

“Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde süzülen gemilerde, Allah’ın gökten indirip yeri ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgârları ve yerle gök arasında emre âmâde duran bulutları döndürmesinde, düşünen kimseler için deliller (ibretler) vardır.” (Bakara, 2/164)

Câsiye sûresinde de şöyle buyrulur:

Gecenin ve gündüzün değişmesinde, Allah’ın gökten indirmiş olduğu bir rızıkta ve ölümünden sonra yeri diriltmesinde, rüzgârları değişik yönlerden estirmesinde, aklını kullanan topluluklar için pek çok âyetler (ibretler) vardır. İşte bunlar, Allah’ın âyetleridir. Sana bunları doğrulukla okuyoruz. Artık Allah’tan ve O’nun âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?” (Câsiye, 45/5-6)

Gece ve gündüzün birbirini takip etmesi, birinin ardından diğerinin gelmesi, kışın gecelerin uzun, gündüzlerin kısa olması; yazın gündüzlerin uzun, gecelerin kısa olması, ibretle düşünen kimseler için Allah’ın varlığının ve kudretinin delillerindendir. Her şeyden önce gece ve gündüzün meydana gelmesi; dünyanın kendi etrafında dönmesine bağlıdır. Mevsimlerin meydana gelmesi; dünyanın güneş etrafında dönmesine bağlıdır. Geceler daha çok uyku ve dinlenme içindir. Kış mevsimi buna daha çok ihtiyaç duyulur. Bu sebeple kışın geceler uzun, gündüzler kısadır. Yaz ayları her bakımdan daha çok çalışmayı gerektiren bir mevsimdir. Bu sebeple yaz aylarında geceler kısa, gündüzler uzundur.

Gecenin başlamasıyla beraber insanların ve diğer pek çok canlının uyku ve istirâhata yönelmesi; Sûr’a ilk üflenişle Kıyâmetin kopmasını ve bütün canlıların ölmesini; sabah olunca bütün canlıların uykularından uyanıp çalışmaya koyulmaları da Sûr’a ikinci kez üflenmesiyle öldükten sonra dirilişi hatırlatmaktadır.[2]

Gece ve gündüz, insanların en fazla yararına olacak bir biçimde düzenlenmiştir. Gece karanlığı, uyku için çok güzel olmasına karşılık, düşmanların faaliyetlerine de en uygun zamandır. Karanlık aynı zamanda bir tehlike işaretidir. Karanlığın gitmesi ve aydınlığın gelmesi, pek çok tehlikenin de ortadan kalktığının işaretidir. Böylece Yüce Allah her gün kullarını bir kez korkutmak, bir kez de ümitlendirmek suretiyle devamlı bir şekilde korku ve ümit halini korumalarını hatırlatmış oluyor.

Güney ve kuzey kutuplarında altı ay gece ve altı ay gündüz olması, havanın da son derece soğuk olmasıyla insanların ve canlıların yaşamalarını güçleştirmesi, gece ile gündüzün değerini anlamamıza yardım ediyor.

Gece ve gündüzün birbirini izlemesi, birbiri ardınca gelmesi[3] , Allah’ın geceyi gündüze, gündüzü geceye sokması[4] , geceden gündüzü sıyırıp çıkarması[5] , geceyi gündüze, gündüzü geceye sarması[6] vb. türünden pek çok âyet, gece ve gündüzün insan için önemini anlatmakla beraber bunları yaratan Allah’ın, varlığını ve kudretini ifâde etmektedir. Gece ve gündüzden bahseden bu âyetler yanında şu âyet, Allah’ın gece ve gündüzü sürekli ve düzenli birbiri ardınca getirmesinin önemini çok çarpıcı bir şekilde vurgulamaktadır:

“De ki: “Söyler misiniz? Eğer Allah, geceyi üzerinize Kıyâmete kadar uzatsaydı, Allah’tan başka hangi tanrı size bir ışık getirebilir? Kulak vermez misiniz?” De ki: “Eğer Allah gündüzü üzerinize Kıyâmete kadar uzatsaydı, Allah’tan başka hangi tanrı, içinde istirahat edeceğiniz geceyi size getirebilir? Görmez misiniz?” (Kasas, 28/71-72)

Bütün gezegenler gibi dünya da küre şeklindedir. Dünyanın güneşe bakan kısmı “gündüz”, arka tarafı ise “gece”dir. Dünyanın yarısı aydınlık, diğer yarısı karanlıktır. Bu hâlde gecenin üstüne gündüz örtülüyor. Ancak bu durum sürekli olmuyor. Dünya, kendi ekseni etrafında döndüğü için bir müddet sonra gece, gündüz oluyor, gündüz ise geceye dönüşüyor. Yüce Allah Zümer sûresinde şöyle buyurur:

“Allah, gökleri ve yeri hak ile yarattı. Geceyi gündüzün üzerine örtüyor, gündüzü de gecenin üzerine sarıyor. Her biri belli bir süreye kadar akıp giden güneş ve ayı emri altına almıştır. Dikkat et! O, azîzdir ve çok bağışlayıcıdır.” (Zümer, 39/6)

  1. Gece Karanlık, Gündüz Aydınlık Olması

Yüce Allah, geceyi dinlenmek için karanlık, gündüzü de çalışmak için aydınlık olarak yaratmıştır. Bu hususta şöyle buyrulur:

“O (Allah), içinde sükûnet bulup (dinlenmeniz) için geceyi yaratan, (çalışıp kazanmanız için de) gündüzü aydınlık kılandır. Şüphesiz bunlarda dinleyen (kulak veren) bir toplum için ibretler vardır.” (Yûnus, 10/67) Allah Teâlâ bu ve benzeri âyetlerde[7] geceyi insanların dinlenmeleri için karanlık yarattığını bildiriyor. Daha doğrusu gündüzün aydınlatıcı olarak yaratılması, gecenin dinlenme için karanlık yaratıldığı sonucunu doğuruyor. Gecenin, dinlenme ve sükûnet için yaratıldığının bildirilmesiyle gündüzün hareket edip çalışmak için yaratıldığı sonucuna varılıyor.[8]

Bu âyet, Allah Teâlâ’nın bazı vakitleri insanların dinlenmesi için yarattığını bildirir. Gece, gündüz yorulan insanın dinlenmesi için çok uygun bir vakittir. Yorulmak için mutlaka çalışmak şart değildir. Gündüzün geçmiş olması geceleyin dinlenmeyi gerektirir. En güzel dinlenme, uyku iledir. Uyku halinde insanın bütün organları tam dinlenmeye geçer ve dinlenme mükemmel şekilde gerçekleşir. Vücut dinlenince güç ve enerji toplar. Sabaha dinlenmiş ve enerji yüklü olarak çıkar. Gündüz de bu enerjiyi harcar.

Yüce Allah, her şeyi, yerli yerinde yaratmıştır. Gündüz de uyunur ve dinlenilir. Fakat gündüzün uykusu, hiç bir zaman gecenin uykusunun verdiği dinlenmeyi tam olarak karşılayamaz.

Gündüzler de her türlü işlerin görülmesi için en uygun zaman dilimidir. Her şeyden önce aydınlıktır. İnsan vücudu, gece uyumaya ve dinlenmeye daha meyilli, gündüz de çalışmaya ve kazanmaya daha meyilli ve elverişlidir. Husûsiyetle zamanımızda bazı iş yerlerinde gece gündüz çalışma devam etmektedir. Herhâlde bu, bir zaruretten kaynaklanıyor. Yoksa gündüz vardiyelerinde alınan randıman gece vardiyelerinde alınamaz.

  1. Gecenin Örtü Olması

Yüce Allah;

“Uykunuzu dinlenme vakti kıldık. Geceyi bir örtü yaptık. Gündüzü geçimi sağlama vakti kıldık” (Nebe’, 78/9-11) buyuruyor. Uyku, kendisine doğru yükselen buhar nemleri nedeniyle beyin sinirlerinin gevşemesi, kendini salıvermesidir. İhtiyaç miktarındaki uyku, büyük bir nimettir. Uyku sayesinde vücut organları dinlenir, yorgunluk gider ve rahatlama olur.[9]

Gecenin örtü olmasının anlamı şudur: nasıl elbise insan vücûdunu örter, insanı soğuktan, sıcaktan, zararlı şeylerden korursa; gece de karanlığı ile düşmandan, yabancılardan, yırtıcı hayvanlardan gizlenmeye yarar. Gece, açıktan ulaşılamayacak bir takım maksatlara ulaşmak için bir pusu hizmeti görür. Gündüz, hayat ve geçim için çalışma vaktidir. Şu âyet de aynı anlamdadır:

“Sizin için geceyi örtü, uykuyu istirahat kılan, gündüzü yayılıp çalışma (zamanı) yapan, O’dur.” (Furkân, 25/47)

Bütün bu açıklamalarımıza şunu da ekleyelim: Gece bitmeyen işler, gündüz yapılabilir; gündüz bitmeyen işler, gece yapılabilir.

“O’nun açık belgelerinden biri, gece ve gündüz (gerektiğinde) uyumanız ve O’nun geniş lütfundan (geçiminizi) aramanızdır” (Rûm, 30/23) âyeti, bunu ifâde etmektedir. Gece, esasen uyku ve dinlenme zamanı olmakla beraber aynı zamanda Allah’ın fazlından, lütfundan rızık arama zamanıdır. Yine şu âyet de gecenin ve gündüzün hem dinlenme ve sükûnet vakti, hem de Allah’ın fazlından arama vakti olduğunu bildirir:

“Acımasından ötürü Allah, geceyi ve gündüzü yarattı ki geceleyin dinlenesiniz, (gündüzün ise) O’nun fazl ve kereminden (rızkınızı) arayasınız. Umulur ki şükredersiniz.” (Kasas, 28/73) Uzun günlerde, sıcak mevsimlerde gece uykusu hem pek derin olmaz, hem de uzun sürmez. O bakımdan az da olsa gündüz uykusuna ihtiyaç vardır. Çünkü vücut, yeterince dinlenmemiştir. Sonuç olarak şunu ifâde edelim ki; insanı dinlendiren, ertesi günkü hayata hazırlayan, sinir sistemini yatıştıran, kalbin ve diğer organların dinlenmesini sağlayan uyku, büyük bir nimettir. Bunda aklı olan, kalbi olan, yani ibret almak isteyenler için Allah’ın varlığına, kudretine dair büyük ibretler vardır.

  1. Uykunun Ölüme Benzetilmesi

İnsanın ve diğer canlıların dinlenmesine vesile olan uyku, Allah’ın insana bir lütfudur. İlim, uykunun mâhiyetini tam olarak keşfetmiş değildir. Uyku, ölüme ve uykudan uyanış da öldükten sonra dirilmeye en güzel örnektir. Zira insan uyuduğu zaman hayatla ilişiği mühim ölçüde azalır; bilinç kaybolur, rûhî faaliyetin kesif bir bölümü duraklamaya geçer, yetenekler vazifelerini tatil eder, sinir sisteminin ve kalbin hareketi azalır. Bir bakıma insan ölmüş gibidir. Bu hususu Yüce Allah şöyle açıklıyor:

“Geceleyin sizi öldüren (öldürür gibi uyutan), gündüzün ne işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş eceliniz tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten (uykudan uyandıran) O’dur. Sonra dönüşünüz yine O’nadır.. Sonra da O, dünyada yaptıklarınızı size haber verecektir.” (En’âm, 6/60)

Uyuyan kişi şüphesiz diridir. Diri olunca, ruhu kabzedilmemiş demektir. Böyle olunca “Allah, onu öldürdü” demek doğru olmaz. Fakat uyku hali, duyan ve hisseden ruhların zâhirden çıkıp bâtına dalmasıdır. Böylece zâhirî duyu organları iş yapamaz hale gelir. Halbuki ölünce bedenin tamamı hiç bir iş yapamaz hale gelir. İşte uyku ile ölüm arasında böyle bir ilgi ve benzerlik bulunduğu için Yüce Allah uykuyu, ölüme; uyanmayı, tekrar dirilmeye benzetmiştir.[10]

Uyku esnasında ruhun, bulunduğu ortamla ilişkisi kesilir. Ruhun bazı yönleri mânâ âlemine yönelir. Gördüğümüz rüyâların çoğu, ruhun mânâ âlemine yönelmesiyle ilgilidir. Ruh, tamamen serbest olmadığı için gördüğü şeyleri karmaşık olarak algılar ve beynimize intikal ettirir. Uyku esnasında ruhun bedenle faaliyeti azalır. Çünkü ruh bu esnada mânâ ve misâl âlemiyle irtibattadır. Gerçek ölümde ise ruh tamamen serbest kalır ve mânâ âleminde olanları net bir şekilde görür.[11]

Allah Teâlâ’nın canlılara bahşettiği nimetlerin en mühimlerinden birisi şüphesiz uykudur. Uyku, insanın hiç bir müdâhalesi olmaksızın gerçekleşmektedir. Zira insanın belli bir vakitte kuvvetleri azalmakta ve vücut uykuya hazır bir

vaziyet almaktadır. Bundan sonra artık ister istemez uyuyacaktır. Uykunun canlılar için arzettiği önemi, bazı hayvanlar üzerinde yapılan denemeler daha iyi göstermiştir. Bu denemeler, uykunun hayat için yemek ve içmek kadar mühim olduğunu göstermiştir. Köpek yavruları üzerinde yapılan bir deneme, bunların beş günden fazla uykusuz yaşayamadıklarını, yirmi gün aç kalabildiklerini göstermiştir.

Yakın zamana kadar bilginler, uyku esnasında vücûdun ve fikrî ameliyenin hareketten kesildiklerini, kas gerilimlerinin kesilmesi sebebiyle kan dolaşımının hızlanması sonucunda zararlı maddelerin dışarı atıldığını bilmiyorlardı. Uyku, bütün canlılar için bir ihtiyaçtır. Hayvanlar da insanlar gibi uyurlar.

Kuşlar, bulundukları dal üzerinde uyuyabilirler. Tüm adaleler gibi uyku basınca gevşemeleri gerekmesine rağmen, kuşların kasları gevşememektedir. Bu, Yüce Yaratıcı’nın kuşlara bir lütfudur.

Bitkiler üzerinde yapılan araştırmalar onların da uyuduklarını göstermiştir. Bitkilerin uykusu da çoğunlukla gece gerçekleşir. Ama bazı bitkiler ve çiçekler gündüzün, öğle üzeri de derin bir uykuya dalarlar.[12]

Rüyâları tamamen gündüz yapılanlara bağlamak, gündüz hayatının bir devamı olarak görmek, rüyâların hayal mahsulü olduğunu söylemek, doğru değildir. Evet rüyâların gündüz yapılanlarla ve bu maddî hayatla ilgili olanı vardır. Ama bununla beraber bazı rüyâlar vardır ki bunların maddî hayatla, daha önce yapılanlarla hiç bir ilgisi yoktur. Bunlar, ruhun, mânâ âlemiyle temasının birer ürünüdür. Nitekim bazan öyle rüyâlar görürüz ki bu rüyâlarda gördüğümüz şeylerin daha sonraki hayatımızda aynen gerçekleştiğine şâhit oluruz. Demek ki rüyâda ruhumuz, ruhlar âlemine gezinti yapıyor ve oradan bazı bölümlere şâhit oluyor. Kısacası rüyâları ne tamamen atmalı ve ne de tamamen rüyâlarla amel etmeli; bazan üzerinde durmamalı, bazan üzerinde durmalı ve ibret nazarıyla değerlendirmelidir. Bazı saf kalpli insanların ertesi gün veya daha sonraki zamanlarda kendi başlarına veya tanıdıkları bazı insanların başlarına gelecekleri rüyâlarında aynen gördükleri bilinen bir husustur.

Dipnotlar:

[1] Afif Abdülfettâh Tabbâra, g.e., s. 85. [2] Râzî, Tefsîr, II, 97 (Terc., IV,163). [3] Bu hususu belirten bazı âyetler için bk. Bakara, 2/164; Âl-i İmrân, 3/190; Yûnus, 10/6; Mü’minûn, 23/80; Furkân, 25/62; Rûm, 30/22; Câsiye, 45/5. [4] Bu husustaki âyetlerden bazıları için Hacc, 22/61; Lokmân, 31/29; Fâtır, 35/13; Hadîd, 57/6. [5] Yâsîn, 36/37. [6] Zümer, 39/5. [7] Bk. Neml, 27/86; Mü’min, 40/61. [8] Bk. Bursevî, a.g.e., IV,72. [9] Bursevî, a.g.e., IX,449. [10] Bk. Râzî, a.g.e., IV,83 (Terc., IX,470). [11] Celal Yıldırım, g.e., IV,1913. [12] Abdürrezzâk Nevfel, g.e., s. 180-182.

Kaynak: Prof. Dr. Mehmet Bulut, İslam Akaidi, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

ALLAH KÂİNATI NEDEN 6 GÜNDE YARATMIŞTIR?

Allah Kâinatı Neden 6 Günde Yaratmıştır?

EVRENİN HAYRETE DÜŞÜREN SIRLARI

Evrenin Hayrete Düşüren Sırları

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.