Akıl İnsana Niçin Verilmiştir?

Akıl insana niçin verilmiştir? Akıl niçin bu kadar önemlidir? İnsanın hayata gönderilişinde bir mana olduğu gibi, verilen aklından bir önemi ve gerekliliği vardır. İnsan verilen akıl nimetini nasıl kullanmalıdır?

Cenâb-ı Hak, insana akıl nimetini lutfeylemiştir.

Çünkü Hak Teâlâ; insanı bir imtihan dershânesi olan dünyaya, «mârifetullah» tahsili için göndermiştir. Yani Rabbinin insana bahşettiği akıl kuvvesinin gayesi, O’nu okumaktır. Bu sebeple Fahr-i Kâinât Efendimiz’e nâzil olan ilk âyet-i kerîme;

“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (el-Alak, 1) emri olmuştur.

İnsan; kendini, kâinâtı ve Rabbinin kelâmını okumalı ve Rabbini kalben tanımalıdır. Aklın bu gayeye hizmet etmesi için, vahiy muhtevâsında işletilmesi îcâb eder.

Çünkü akıl ancak bir âlettir. İki tarafı da keskin bir bıçak gibi, hem hayra hem de şerre vasıta olabilir. O; vahyin hizmetine girerse, güzel hizmetler verir. Hazret-i Mevlânâ’nın buyurduğu gibi akıl, Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e kurban olursa; insanın gafletten uzak kalmasına, firâset ve basîret nûru kazanmasına vesile olur.

Akıl aynı zamanda mahduttur.

Görme, işitme duyuları; nasıl, muayyen hudutların arasını görüp işitebilmemize vasıta oluyorlar, o sınırların dışında âmâ ve sağır kalıyorlar ise; akıl da ancak, kendisine izin verilmiş sahada, yani fizikî âlemde insana yardımcı olabilir. Fiziğin ötesine, mâverâya kılavuzluk yapabilmek husûsiyeti ona bahşedilmiş değildir. Akıl; o kendisine meçhul sahalarda pusula addedilirse, insanı çıkmazlara sürükler. Aklın putperesti olanlar, daima felâketler içinde harap olmuşlardır.

Buna rağmen;

İnsanlık tarihinde, akla haddinden fazla mevki verenler olmuştur. Aklı; ilâhî yardıma muhtaç olmaksızın, hakikati tespit ve tayin edebilen bir kuvvet olarak görmek ve göstermek hatasına düşmüşlerdir.

Felsefeciler, akla istinâd eden Mûtezile Mezhebi ve devrimizde tarihselcilik girdabına düşenler; aklı -hâşâ- vahyin üzerinde görerek, vahyi dahî aklın hakemliği ve murakabesi altında işletmeye kalkarlar. Bu küstah kalkışma da dalâlet ve zındıklıkla neticelenir.

Meselâ;

Kader gibi akıl üstü bir teslîmiyet ve kalbî idrâk isteyen bir meselede nice akıl sahibi, istikametini şaşırmıştır. Kaderi yahut iradeyi inkâr bataklığına dûçâr olmuştur.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2017 Ay: Ocak Sayı: 143

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.