Ahirete İnanmak

Ahirete iman, imanın 6 şartından biridir. Peki Ahirete iman nedir? Ahiret hayatının safhaları nelerdir?

Cenâb-ı Hak, beşer hayatı için beş safha takdir buyurmuştur. Bunların birincisi âlem-i ervâh, ikincisi ana rahmi, üçüncüsü dünya hayatı, dördüncüsü berzah ve kabir âlemi, beşincisi ise âhiret ve onun neticesi olan Cennet veya Cehennem’deki ebedî hayattır. Bunlardan dünya hayatı, insana bir imtihan için verilmiş ve ebedî saâdet veya azap, beşerin bu âlemdeki fiil ve davranışlarına bağlı kılınmıştır. Her kulun bu fiil ve davranışlarının müsbet veya menfî karşılığının olduğunu bilmesi ve böylece mes’ûliyetini müdrik olması için de âhiret, îmânın altı esası arasında yer almıştır. Öyle ki, âhirete îman, ehemmiyetine binâen birçok âyet-i kerîmede Allâh’a îmanla birlikte zikredilmiştir. Bilhassa Kur’ân’ın son üç cüz’ünde âhirete îman üzerinde ısrarla durulur.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Allâh’a ve âhiret gününe îmân edip sâlih amel işleyen kimselerin Rab’leri katında büyük ecirleri vardır. Onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.” (el-Bakara, 62)

Mü’minleri medih şânında da:

“...Onlar ki Allâh’a ve âhiret gününe îmân ederler...” buyurur. (et-Tevbe, 45)

Âhiret, ölümden sonra başlayacak olan yeni, sonsuz ve gerçek bir hayattır. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Âhiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı! ” (el-Ankebût, 64)

Zira bunu bilenler, şu fânî âlemlerindeki her nefesi değerlendirir ve Cenâb-ı Hak’tan bir an dahî gâfil kalmazlar. Onların ömürleri, amel-i sâlihlerle dolu bir ibâdet ömrü olur. Âkıbetleri hakkında dâimâ havf ve recâ (korku ile ümit) arasında olurlar. Mahşerdeki büyük hesâbın dehşet ve şiddetinden gönülleri ürperir, Allah korkusuyla gözyaşı dökerler.

Şu kıssa, ilâhî hesâbın şiddetini îzah bakımından ne ibretlidir:

Sâlihlerden bir zât pazara uğramıştı. Lüzumlu birkaç şey alacaktı. Alacağı şeylerin karşılığını da evde hesaplamış ve elindeki paranın buna kâfî olduğuna kanaat getirmişti. Fakat pazar yerine vardığında o para, alacaklarına yetmedi. Bunun üzerine o sâlih kişi ağlamaya başladı ve bu hâli uzun bir müddet devam etti. Etrafındakiler, buna şaşırdılar. Parası yetmediği için bu kadar ağlamasının yersiz olduğunu söyleyerek kendisini teskîne çalıştılar. Bir zaman sonra kendine gelen o sâlih zât, boğazında düğümlenen hıçkırıklar arasında şaşkın kalabalığa şöyle seslendi:

“–Gözyaşlarımı bu dünya için sanmayın! Düşündüm ki, bugün evdeki hesap çarşıya uymuyor! Peki şu dünyada yaptığımız hesaplar yarın âhirete nasıl uyacak?!.”

KIYAMET VE YENİDEN DİRİLİŞ

Dünya hayatı için tâyin edilen süre nihâyete erdiğinde, büyük meleklerden İsrâfîl -aleyhisselâm-, Sûr’a üfürecek ve bu kâinât infilâk edecek, kıyâmet kopacaktır.[1]

Kıyâmetin kopmasıyla öylesine dehşetli manzaralar ortaya çıkacak ki; gök yarılacak, erimiş maden hâline gelecek, Güneş ve Ay kararacak, yıldızlar dağılıp dökülecek, dağlar atılmış yün gibi olacak, denizler kaynatılacak ve fışkıracak, Cehennem alevlendirilecek ve Cennet yaklaştırılacaktır. Gözler dehşetten kamaşacak, insanlar kaçacak, fakat sığınacak bir yer bulamayacaklardır. Bu dehşetli manzara sebebiyle, büyük bir kıymeti hâiz olan on aylık gebe develer bile salıverilecek, yani kıymetli malların bir değeri kalmayacak, yabânî hayvanlar bir araya toplanacaktır. Kimse dostunu sormayacak, kulakları sağır edecek bir ses ve korkunç bir sarsıntı sebebiyle emzikli kadınlar kucaklarındaki çocuklarını unutacak, hâmile kadınlar bebeklerini düşürecek, insanlar o günün dehşetinden sarhoşlar hâline döndürüleceklerdir. Günahkâr bir insan o günkü azaptan kurtulmak için fidye olarak yavrularını, eşini, kardeşini, kendisine sahip çıkan sülâlesini, hattâ dünyada var olan insanların tamamını verip kendisini kurtarmak isteyecektir.[2]

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Onlar, Allâh’ın kudret ve azametini hakkıyla takdîr edemediler (O’na lâyık tâzîmi göstermediler). Hâlbuki bütün bir Dünya kıyâmet günü O’nun avucunda, gökler âlemi de dürülmüş olarak elinin içindedir. O, (böyle bir azamet ve hâkimiyet sahibi olan Allah), onların ortak koşmalarından yücedir, münezzehtir. Sûr’a üflenir; Allâh’ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde kim varsa çarpılıp cansız yere düşer. Sonra ona bir daha üflenir: Bir de bakarsın bütün insanlar, kabirlerinden ayağa kalkmış, etrafa bakınıp duruyorlar.” (ez-Zümer, 67-68)

Yine Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Sûr’a üflenince, kabirlerinden Rab’lerine koşarak çıkarlar. «Vah hâlimize! Bizi uykumuzdan kim kaldırdı?» derler. Onlara: «İşte Rahman olan Allâh’ın vaad ettiği budur, peygamberler doğru söylemişlerdi.» denir.” (Yâsin, 51-52)

Bâzı âlimlerin beyânına göre, her ne kadar küfür ve isyân ehli, kabirlerinde muazzeb olacaklarsa da bu azap, âhirettekine nazaran pek hafiftir. Bu cihetle kabirdeki hayat, uykuya benzetilmiştir. Onlar mezarlarından kalkınca öyle müthiş bir azâba tutulacaklar ki;

«Yâ veylenâ/vah hâlimize!» diye feryâd ve figâna başlayacaklardır. (Ömer Nasûhi Bilmen, Tefsir, VI, 2943)

Bundan sonra artık ebediyet günü (يَوْمُ الْخُلُودِ) başlamaktadır.

O gün insanların diriltilmesi, yoktan var edici olan Hak Teâlâ için pek kolay bir keyfiyettir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“İnsan der ki: «Öldüğüm zaman sâhiden diri olarak (kabrimden) çıkarılacak mıyım?» İnsan düşünmez mi ki, daha önce o hiçbir şey olmadığı hâlde Biz kendisini yaratmışızdır.” (Meryem, 66-67)

“İnsan görmez mi ki, Biz onu bir nutfeden yarattık. Bir de bakıyorsun ki, apaçık düşman kesilmiş! Kendi yaratılışını unutarak Biz’e karşı misâl getirmeye kalkışıyor ve; «Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?» diyor.

De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gâyet iyi bilir. Yeşil ağaçtan sizin için ateş çıkaran O’dur. İşte siz, ateşi ondan yakıyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan onların benzerlerini yaratmaya kâdir değil midir? Evet, elbette kâdirdir. O, her şeyi hakkıyla bilen yaratıcıdır.

Bir şey yaratmak istediği zaman O’nun emri sadece «Ol!» demekten ibârettir. O da hemen oluverir. Her şeyin mülkü kendi elinde olan Allâh’ın şânı ne kadar yücedir. Siz de O’na döneceksiniz.” (Yâsîn, 77-83)

“O ölüden diri, diriden de ölü çıkarıyor; yeryüzünü ölümünün ardından O canlandırıyor. İşte siz de (kabirlerinizden) böyle çıkarılacaksınız.” (er-Rûm, 19)

Ebû Rezin -radıyallâhu anh- anlatıyor:

Bir gün:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Allah Teâlâ, mahlûkâtı yeniden nasıl diriltir? Bunun dünyadaki misâli nedir?” diye sordum. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Sen, hiç kavminin yaşadığı vâdiden kurak mevsimde geçmedin mi? Sonra bir kere de her tarafın yemyeşil olduğu bahar mevsiminde oraya uğramadın mı?” buyurdular. Ben, “Elbette!” deyince:

“–İşte bu, Allâh’ın yeniden yaratmasına delildir. Allah ölüleri de böyle diriltecektir!” buyurdular. (Ahmed, IV, 11)

Yaşatan, öldüren ve dirilten Cenâb-ı Hakk’ın beyân buyurduğu bu âyet-i kerîmeler ve Efendimiz’in hadîs-i şerîfleri de gösteriyor ki, diriliş muhakkak gerçekleşecektir. O hâlde önemli olan:

“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz; nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz!”[3] hadîs-i şerîfinden nasîb alarak o güne varmaktır.

KIYAMET ANSIZIN KOPACAKTIR

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Onlar; «Eğer gerçekten doğru söylüyorsanız, bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?» derler. Onların beklediği, sadece bir sayhadan ibarettir!.. Çekişip dururken kendilerini yakalayıverecek korkunç bir ses... İşte o anda onlar ne bir vasiyette bulunabilir, ne de âilelerine dönebilirler.” (Yâsîn, 48-50, 53. Bkz. Sâd, 15; Kàf, 42)

Büyüklük ve dehşetinden bahsettiğimiz bu muazzam kıyâmet hâdisesi, Allâh’ın azamet ve kudreti karşısında o kadar basit ve küçük bir şeydir ki, onu sadece bir sayha ile gerçekleştiriverecektir.

En az bunun kadar mühim diğer bir husus da, bu muthiş hâdisenin çok kısa sürede gerçekleşecek olmasıdır. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“…Kıyâmetin kopması, göz açıp kapama gibi veya daha az bir zamandan ibarettir. Şüphesiz Allah, her şeye kâdirdir.”[4]

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de kıyâmetin ansızın meydana geleceğini muhtelif misallerle îzah etmişlerdir. Bir defasında şöyle buyurmuşlardır:

“Güneş batıdan doğuncaya kadar kıyâmet kopmaz. Güneş batıdan doğduğu zaman, insanlar onu görür ve hepsi toptan îmân ederler. İşte bu vakit, şu âyet-i kerîmede bildirilen vakittir:

«…Rabb’inin bâzı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da îmânında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık îmânı bir fayda sağlamaz.» (el-En‘âm, 158)

Muhakkak ki, kıyâmet kopacaktır, öyle ki, alışveriş için satıcı ile müşteri aralarında bir kumaşı yaymış olacaklar da ne alışveriş yapmaya ne de kumaşı dürmeye vakit bulamayacaklardır. Kişi sağmal devesinin sütünü sağıp getirdiği hâlde, onu içmeye fırsat bulamadan ansızın kıyâmet kopacaktır. Yine kişi, havuzunu sıvayıp tamir edecek de suyunu kullanamadan ansızın kıyâmet kopacaktır. Yine kişi lokmasını ağzına kaldıracak, fakat kıyâmet ansızın kopacak da o lokmayı yiyemeyecektir.” (Buhârî, Rikâk, 40; Ahmed, II, 369. Bkz. Müslim, Fiten 140)

Burada en mühim husus, kıyâmetin ne zaman kopacağı değil, herkesin kendi kıyâmeti olan ölüm ve ötesine hazır olup olmadığıdır. Dünya, aldatıcı bir serap, âhiret ise ölümsüz bir hayattır. Kıyâmetimiz olan ölüm gelmeden evvel uyanalım ki çâresiz bir nedâmete dûçâr olmayalım. Zira her fânînin meçhûl bir zaman ve mekânda Azrâil ile karşılaşacağı muhakkaktır. Ölümden kaçılacak hiçbir yer yoktur. O hâlde insan:

(Vakit kaybetmeden) Allâh’a koşun...”[5] sırrından nasîb alarak rahmet-i ilâhiyeyi yegâne sığınak bilmelidir.

Has kullar, gün bugündür deyip kendi kıyâmeti kopmadan evvel âhiret tedâriğini görenlerdir ki, o dehşetli kıyâmet gününde böyleleri için ne bir hüzün, ne de bir korku vardır.

HESAP

Kıyâmet günü insanlar çok çetin ve şiddetli bir hesap ile karşılaşacaklardır. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.” (ez-Zilzâl, 7-8)

“O gün ki, ne mal fayda verir ne evlât! Ancak Allâh’a kalb-i selîm ile gelenler müstesnâ!..” (eş-Şuarâ, 88-89)

Hâsılı âhiret, hem kötüler hem de iyiler için mutlakâ olması gereken zarûrî bir âlemdir. Zira iyilerin mükâfâta nâil, kötülerin de cezâlarına dûçâr olmalarından daha tabiî bir şey olamaz. Nitekim bu fânî âlem şartlarında dahî iyilerin başını sokacağı yerler ve kötülerin de içine konulacağı zindanlar olmasaydı, hayat çekilmez hâle gelirdi!

Bir misal vermek gerekirse: Bir tiyatro grubunun, birinci sahneyi sergiledikten sonra perdeyi kapatıp, hâdiseleri paramparça, dağınık ve îzâha muhtaç bir vaziyette bırakarak oyunu bitirdiği hiç görülmemiştir. Böyle bir durum söz konusu olsa, düşünceleri tam harekete geçmiş, sinirleri gerilmiş, oyunun ve yazarının maksadını ve ana fikrini öğrenmeye heveslenmiş seyirciler ne düşünür acaba?! Akıllı bir çocuk bile oyunun bu şekilde bitirilmesini uygun görmez. O hâlde her şeyi mükemmel yaratan ve her işten haberdar olan Allâh’ın, bu koskoca kâinat kıssasını, bir çocuğun bile yapmadığı şekilde bitirmesi nasıl düşünülebilir?![6]

İnsanoğlu kendi vücûdunu ısıran bir sineğe bile kızıp onu cezalandırmak istemekte, diğer taraftan da bir kahvenin hatırını kırk yıl saymaktadır. Dolayısıyla kendisinden bir ömür boyu sâdır olan müsbet ve menfî davranışların Allah indinde karşılıksız kalacağını düşünmek kadar abes bir gaflet olamaz. Zira bu dünyada zâlimin zulmü, mazlumun âhı; kâfirin küfrü, mü’minin de îmânı vardır.

Cenâb-ı Hak buyurur:

“İnsanoğlu başıboş bırakılacağını mı sanır?” (el-Kıyâme, 36)

“Biz’im sizi boş yere, bir oyun ve eğlence olarak yarattığımızı ve sizin Biz’e döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (el-Mü’minûn, 115)

(İnsan) «Kıyâmet günü de ne zamanmış?» diye sorar. Gözler (hayret ve dehşetle) kamaştığı, Ay tutulduğu, Güneş ve Ay birleşip (karardığı) zaman... İşte o gün insan: «Kaçacak yer neresi?» diyecektir. Hayır, hayır! O gün kaçıp sığınacak hiçbir yer yoktur! O gün herkesin varıp karar kılacağı yer, ancak Rabb’inizin huzûrudur. O gün insana, önden yolladığı ve geri bıraktığı ne varsa hepsi haber verilecek.” (el-Kıyâme, 6-13)

KIYAMET ALAMETLERİ

Kıyâmetin tam olarak zamanı bildirilmemiş, ancak küçük ve büyük birtakım alâmetleri haber verilmiştir. Bunları kısaca şöyle hulâsa edebiliriz:

Küçük Kıyamet Alâmetleri:

1. İlim ortadan kalkacak, buna mukâbil cehâlet artacak. Bu durumda müskirâtı/sarhoşluk veren şeyleri içmek ve zinâ, alenen irtikâb edilir hâle gelecek.

2. Pek basit sebeplerle ve yok yere adam öldürmeler olacak.

3. Adâlet ve ehliyet kalkacak, haram ve helâle dikkat edilmeyecek.

4. Ana-babaya isyan, buna mukâbil fâsık kadınlara itaat artacak.

5. Ölçü ve tartıda hîle yaygınlaşacak, herkes bu hîlelerden şikâyet eder hâle gelecek.

6. İnsanlara hürmet ve merhamet son derece azalacak ve nasihatlere kulak asılmayacak.

7. Şehirlere göçler artacak, binalar yükselecek. Kötü ve ehliyetsiz kimseler îtibar görecek, söz ve hüküm onlarda olacak.

8. Kumar, fal ve oyun âletleri çok artıp revaç bulacak, vaktin nasıl geçtiği fark edilmeyecek.

9. İsraf artacak, dünya mal ve menfaati âhiret saâdetine tercih edilir hâle gelecek.[7]

Büyük Kıyamet Alâmetleri:

1. Kırk gün sürecek bir dumanın zuhûr etmesi,

2. Deccâl’ın çıkması,

3. Dâbbetü’l-Arz denilen bir varlığın çıkması,

4. Güneş’in batıdan doğması,

5. Ye’cüc ve Me’cüc’ün dünyaya yayılması,

6. Hazret-i Îsâ’nın yeryüzüne inmesi,

7. Hicaz’dan kuvvetli bir ateşin zuhûru,

8. Doğu, batı ve Arap yarımadasında olmak üzere üç adet yer batmasının meydana gelmesi.[8]

Âhiret inancı, mes’ûliyet şuurunu kuvvetlendirir, vazifeye bağlı, hak ve hukuka hürmetkâr olmayı temin eder. Bu sûretle gayet sağlam bir ahlâk anlayışına, çok mükemmel bir nizam kavramına ve pek ulvî bir hakşinaslığa vesîle olur.

Cenâb-ı Hakk’ın huzûruna çıkarak bütün söz, hâl ve hareketlerinin hesabını vereceğine, işlediği zerre kadar hayır ve şerri göreceğine kuvvetle îmân eden bir kişide yüksek bir ahlâk ve yüce bir hukuk anlayışının bulunacağı muhakkaktır.

Peygamber Efendimiz’in:

“Hiçbir kul, kıyâmet günü ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne yaptığından, malını nereden kazanıp nereye harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bir adım dahî atamaz!”[9] hadîs-i şerîflerini bilen bir mü’min mutlakâ hakka, hukûka ve hesabına dikkat eder.

Cenâb-ı Hakk’ın devamlı kendisini gördüğünü bilen ve âhirete de inanan bir insan, kimsenin görmediği yerlerde bile yanlış hareketler yapamaz. Herkesin güvendiği temiz bir insan hâline gelir.

Kalbinden âhiret fikri, Allah korkusu ve Allah muhabbeti silinen insanlar, şahsî maksat ve menfaatlerine perestiş edeceklerinden, onların, bu âlemin en zararlı unsuru hâline geleceği şüphesizdir. Bu tür insanların nazarında millet ve vatan sevgisi, umûmî menfaat, tarihten ibret alma gibi fazîletler gayet gülünç şeylerdir. Üstünlük ve meziyet ise insan aldatmaktan ibârettir. Bu sebeple, insanlardaki din ve âhiret fikrini zayıflatmak, cemiyetleri şiddetle helâke sürükleyecek son derece tehlikeli bir teşebbüstür. Uzak ve yakın tarihte bunun misallerine çok tesadüf edilmiştir.

Âhirete îmân eden ve hayatını ona göre tanzim eden mü’minlerde ölüm korkusu olmaz. Sıkıntılardan kurtulup ebedî huzûra ulaşma, Allâh’ın rızâsını elde etme ideali insanda yaşama sevincine yol açar, dünyanın ıztıraplarına karşı tahammül gücü verir. Geçici dünya arzuları insan rûhunu aslâ tatmin edemez. Rûhun huzuru, îmânın kazandıracağı ulvî zevklerde ve mânevî hazlardadır.

Hâsılı, Allâh’a tekrar geri dönüleceği inancı olmadan, bu hayatta gerçek bir başarı ve huzurdan bahsedilemez.

Dipnotlar:

[1] en-Neml, 87; ez-Zümer, 68; el-Hâkka, 14-16. [2] Bkz. el-Hac, 1-2; el-Meâric, 8-14; el-Kıyâme, 6-12; et-Tekvir, 1-13; el-İnfitâr, 1-5. Kıyâmetin meydana gelmesindeki azametle ilgili ayrıca bkz. İbrâhîm, 48; Tâhâ, 105-107; el-Kamer, 7-8; el-Hâkka, 14-16; el-Müzzemmil, 14; el-Mürselât, 8-11; Abese, 34-42; el-İnşikàk, 1-5; el-Kària, 1-5. [3] Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, V, 663. [4] en-Nahl, 77. [5] ez-Zâriyât, 50. [6] Prof. Dr. M. S. Ramazan el-Bûtî, Kübra’l-Yakîniyyâti’l-Kevniyye, s. 180. [7] Küçük alâmetler için bkz. Buhârî, Hudûd 20, Fiten 25; Müslim, Îmân 1; Fiten 18, 55; Tirmizî, Fiten 34, 37, 39. [8] Büyük alâmetler için bkz. Âl-i İmrân, 55; en-Nisâ, 157-159; el-En‘âm, 158; el-Kehf, 93-99; el-Enbiyâ, 96-97; en-Neml, 82; ez-Zuhruf, 61; ed-Duhân, 10-13. Buhârî, Büyû 102, Enbiyâ 49, Fiten 24, 25, 27; Müslim, Îmân 247, Fiten 23, 42, 100-103, 118; Tirmizî, Tefsîr, 27; İbn-i Mâce, Fiten, 31. [9] Tirmizî, Kıyâmet, 1/2417.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Din islam, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

AHİRETE İMAN NEDİR?

Ahirete İman Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.