Abdullah Bin Cübeyr (ra) Kimdir?

Abdullah Bin Cübeyr (r.a.) kimdir? Okçular Tepesi komutanı Abdullah Bin Cübeyr'in (r.a.) hayatı ve şehadeti.

Abdullah Bin Cübeyr radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in Uhud’da Ayneyn tepesindeki okçuların başına tayin ettiği komutan!.. İki Cihan Güneşi Efendimiz’le İkinci Akabe biatında buluşup biat eden bir bahtiyar!.. Birinci Akabe biatından hemen sonra İslâm’la şereflenen bir iman eri!..

O, Medine’de doğup büyüdü. Son din ve son Peygamberin Mekke’de çıktığını duydu. Fazla zaman kaybetmeden İslâm’ın nûruna kavuştu. Asıl adı, Ebü’l-Münzir Abdullah b. Cübeyr b. en-Nu‘mân el-Ensârî’dir.

ABDULLAH BİN CÜBEYR (R.A.) KİMDİR?

Abdullah Bin Cübeyr radıyallahu anh Evs kabilesine mensuptur. Birinci Akabe Biatı’nda İslâm’la şereflenen Medine’li Es’ad ibni Zürare radıyallahu anh vasıtasıyla İslâmiyet’i kabul etti.

O, Medine’li yetmiş müslüman ile birlikte İkinci Akabe Biatı için Mekke’ye geldi. Biattan önce Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’le görüşmek istedi. Birkaç arkadaşıyla birlikte Sevgili Peygamberimizin bulunduğu yeri sorup soruşturdu. Amcası Abbas’ın evinde olduğunu öğrendi ve oraya gitti.

Abdullah Bin Cübeyr radıyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’le görüşme talebinde bulundu. Fakat Hazreti Abbas radıyallahu anh, İki Cihan Güneşi Efendimiz’in Medinelilerle olan münasebetini Kureyşlilerden gizlemenin gereğine inanıyordu. Bu sebepten onlara Peygamber’le ancak Akabe’de görüşebileceklerini söyledi. O da arkadaşıyla beraber oradan ayrıldı. Ertesi gün Akabe’de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’le görüşerek biat etti.

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN OKÇULARA TEMBİHİ

Abdullah Bin Cübeyr radıyallahu anh Bedir ve Uhud savaşlarına katıldı. Uhud Savaşı’nda İki Cihan Güneşi Efendimiz onu stratejik bir mevki olan Ayneyn tepesine yerleştirdi. Emrine elli kadar okçu verdi ve onların başına komutan tayin etti. İslâm ordusuna arkadan gelebilecek saldırıya engel olmasını istedi. Hiçbir şekilde oradan ayrılmamalarını emretti. Pek mühim, tarihi şu tenbihatta bulundu:

“Ey Abdullah!.. Düşman atlılarını oklara tutup bizden uzaklaştır! Üzerimize doğru gelmekten onları defet! Ey Abdullah!.. Durum ister lehimizde, ister aleyhimizde gelişsin, sen yerinde sabit kal! Düşman atlıları arkamız­dan, senin bulunduğun taraftan bize gelemesin! Ey Abdullah!.. Şayet bizim düşmanı yenip, ganimet toplamaya koyulduğumuzu görseniz bile, sakın bize katıImayın! Hatta bizi kuşlar kapar görseniz bile, ben size haber göndermedikçe, sakın şu yeriniz­den ayrılmayın!” buyurdu. (Buhari,V, 29; Müsned IV, 293; Ebu Davud, Sünen III, 51)

Bu tenbihata göre okçular, İslâm ordusunun arkasından hiç kimsenin gelmesine meydan ver­meyecek. Gelmek isteyenleri oka tutarak müşriklere engel olacaklardı.

Sevgili Peygamberimiz okçulara gereken emirleri verip, uyarılarda bulunduktan sonra:

“Size yöneldikçe, düşman süvarilerini oka tutunuz! Çünkü süvarilerin atları oklara doğru gelemezler!” buyurdu. Peşinden de: Allah’ım! Onlara bunları tebliğ ettiğime seni şahit tutuyorum!” dedi. (İbni Sa’d, II, 47; Vakıdi, Meğazi I, 274; M. Asım Köksal, İslam Tarihi 4/133-134.)

"ZOR VE ÇETİN BİR GÜN"

Uhud günü zor ve çetin bir gündü. Kardeşlerinin galip gelmeye başladığını gören okçuların büyük bir kısmı ganimetten mahrum kalmamak için yerlerinden ayrılmaya başlamışlardı.

Abdullah İbni Cübeyr radıyallahu anh bir komutan olarak onlara Allah Rasûlünün:

“Bizim bozguna uğradığımızı, atlarımızı kuşların kaptığını görseniz bile, ben size haber gönderinceye kadar yerinizden ayrılmayınız” buyurduğunu hatırlattı.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in size ne söylediğini unuttunuz mu? Yerlerinizi terketmeyin! dedi. Bütün gayret ve ısrarlarına rağmen çözülmeye engel olamadı.

O gün aynı ortamda bulunan Berâ İbni Âzib radıyallahu anh da olan biteni şöyle anlatıyor:

“O gün müşriklerle karşılaştığımız zaman Allah onları hezimete uğrattı ve  kaçtılar. Hatta dağa hızla kaçan kadınların eteklerini topladıklarını gördüm. Ayak bileklerindeki halkaları bile gözüküyordu. Bizimkiler şöyle demeye başlamışlardı: “Ganimet, ganimet!..”

Abdullah Bin Cübeyr radıyallahu anh yanında kalan on kişi ile birlikte mücadelesine devam etti. Okcuların tepeden ayrıldığını görüp süvari birliği ile arkadan kuşatan Hâlid ibni Velîd’in kumanda ettiği Mekkeli süvarilerle savaştı.

Okla savaşa başlayan Abdullah, oku bitince mızrağıyla, o da kırılınca kılıncıyla çarpışmaya devam etti. Kahramanca verdiği mücâdele sonunda İkrime ibni Ebû Cehil ve arkadaşları tarafından şehadet edildi. Müşrikler Abdullah İbni Cübeyr radıyallahu anh’ı öldürmekle yetinmediler. Kin, kibir, zâlim ve vahşiliklerini o şehidin vücudunu paramparça ederek suretiyle gösterdiler.

HZ. PEYGAMBER'İN VERDİĞİ EMİR

Yüce Rabbimiz Uhud Savaşından yaşanan bu durumu anlatmaktadır. Şöyle ki:

“Siz Allah’ın izni ile düşmanlarınızı öldürürken, Allah, size olan vaâdini yerine getirmiştir. Nihayet öyle bir an geldi ki, Allah arzuladığınızı (galibiyeti) size gösterdikten sonra zaafa düştünüz. (Peygamber’in verdiği) emir konusunda tartışmaya kalkıştınız ve âsi oldunuz. Dünyayı isteyeniniz de vardı, ahıreti isteyeniniz de vardı. Sonra Allah, denemek için sizi onlardan (onları mağlup etmekten) alıkoydu. Ve andolsun sizi bağışladı. Zaten Allah, müminlere karşı çok lutufkârdır.”

Abdullah ibni Cübeyr radıyallahu anhından birde şöyle bir hatıra nakledilir:

“-Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir grup ashâbıyla yolda yürürken, birisi gelip örtü ile Allah Rasûlü’nü güneşten korumak istedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, örtünün gölgesini görünce başını kaldırdı. Baktı ki bir çarşafla gölgelik yapılmış. Efendimiz, adama örtüyü bırakmasını söyledi. Ardından çarşafı alıp yere koydu ve: “–Ben de sizin gibi bir insanım!” buyurdu. (Heysemî, IX, 21)

Allah ondan razı olsun.

Rabbimiz cümlemize Abdullah ibni Cübeyr radıyallahu anh gibi tek başımıza kalsak da Sevgili Peygamberimizin emrine, sünnetine sımsıkı tutunabilmeyi, malımızı, canımızı onun yoluna feda edebilmeyi ve şefaatlerine erebilmeyi nasib eylesin. Âmin.

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 365

İslam ve İhsan

OKÇULAR TEPESİ HİKAYESİ

Okçular Tepesi Hikayesi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Allah onlardan razı olsun...

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.