1864 Çerkes Sürgünü

Çarlık Rusyası’nın, Kafkaslardan Çerkes halkını sürgüne göndermesi her yıl 21 Mayıs’ta acı ve gözyaşlarıyla anılıyor. Peki Çerkesler kimdir? 1864 Çerkes Sürgünü’nde neler yaşandı?

Çarlık Rusyası’nın, Kafkaslardan Çerkes halkını sürgüne göndermesinin üzerinden 157 yıl geçti.

ÇERKESLER KİMDİR?

Kendilerini Adige olarak adlandıran Çerkesler; Rusya, Türkiye, Suriye, Irak, Ürdün ve İsrail’de yaşıyor. Eski kaynaklarda Zigoi (Zνγoí), Keşek, Kasog diye adlandırılan halk için ilk defa 1245 yılında kullanılan “Çerkes” ismi bu tarihten itibaren yaygınlaştı. Kafkas-Rus savaşları (1763-1864) başlamadan önce Çerkesler batıda Karadeniz kıyılarından doğuda Sunja nehrine, kuzeyde Azak denizinden güneyde Kafkas dağlarına kadar uzanan 100 bin km²’den geniş bir alanı kaplayan ve Kafkasya’nın dörtte birini teşkil eden topraklarda yaşıyorlardı.

Çerkesler’in İslâmlaşması Tatarlar’ın etkisiyle XIII. yüzyılda başladı, Osmanlılar’ın bölgeye ulaştığı XV. yüzyılın son çeyreğinden itibaren yaygınlaştı. XVII. yüzyılın ortalarında Kabardaylar Müslüman olmaya başladılar. Bölgede cami ve mescidler yapıldı. Geçmişte putperest ve Hristiyanların ibadet ettiği mâbedler mescide çevrildi.

Günümüzde küçük bir grup Ortodoks ve Katolik Kabarday dışında bütün Çerkesler Sünnî-Hanefî Müslümandırlar.

RUSYA’NIN GÜNEYE İNME POLİTİKASI

Rusya’nın Karadeniz sahiline inme politikası gereği Kuzey Kafkasya’yı ele geçirme amacıyla 1556’dan itibaren başlattığı Kafkas-Rus Çarlığı Savaşı 308 yıl devam etti.

Önce Doğu Çerkezya’da Kabardey, ardından Dağıstan, Çeçenistan ve nihayetinde Batı Çerkezya’da Karadeniz kıyılarına doğru askeri harekatlar yapıldı. Kafkas Dağlarının iç kesimlerine Çerkesleri yok ederek ilerleyen Ruslar, teslim olanları ya Çarlık ordusuna katılma ya da göç etmeye zorladı.

MODERN TARİHİN İLK ETNİK TEMİZLİK HAREKETİ

Ruslar’ın 1857’den itibaren planladıkları, Kafkasya Komisyonu’nun kurulması ve çarın onayı ile 1861’de resmen kararlaştırdıkları Çerkesler’in sürgünü birçok araştırmacıya göre modern tarihin ilk etnik temizlik hareketidir.

1858-1878 yılları arasında Osmanlı topraklarına sürülen ve göç edenlerin sayısı 1.200 bin ile 1.500 bin olarak verilir. Çerkesler diğer Müslümanlarla birlikte İstanbul, Rumeli, Anadolu ve Suriye’ye yerleştirildi. Kafkasya’dan göçler 1910’lara kadar devam etti.

Kuzey Kafkasya bölgesinin yerli halkı olan Çerkesler, baştan sona etnik temizlikten geçirildi ve vatanlarından sürüldü. Soykırımın ana hedefi, Çerkeslerin (Adığelerin) yok edilmesi olsa da, olaylardan bazı Abhaz, Abazin, Çeçen, Oset ve diğer Müslüman Kafkas toplulukları da etkilendi.

Ruslar daha önce Türk topluluklarına da uyguladığı ev ve tarlaları yakma yöntemine girişerek Kafkas halkını göç ve açlığa maruz bıraktı.

21 Mayıs 1864’te kanlı Kafkas-Rus Savaşı’nın son durağı Soçi’de Ruslar törenlerle zafer ilan etse de Çerkesler için bu andan itibaren tarihin karanlık sayfası açılmış oldu. 21 Mayıs Çerkeslerin toplu sürgününü temsil eden gün olarak kabul edildi.

1,5 MİLYON ÇERKES SÜRGÜN EDİLDİ

Çerkes toplulukları başta Osmanlı Devleti olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerine sürgün edildi. Resmi olmayan rakamlara göre 1,5 milyona yakın Çerkes bir ay içinde sürgüne tabi tutuldu. Yoldaki şartlar, salgın hastalıklar, açlık gibi nedenlerle yaklaşık 500 bin Çerkes hayatını kaybetti.

Sürgüne tabi tutulanlar Anapa, Novorossiysk, Gelincik, Soçi, Adler gibi Karadeniz limanlarından gemilere bindirilerek Osmanlı’ya gönderildi. Çerkeslerin birçoğu Anadolu’da Ordu, Samsun, Tokat, Amasya, Sinop, Yozgat, Düzce, Adapazarı, Kocaeli’ye yerleştirildi. Çerkeslerin bir kısmı ise Suriye ve Filistin başta olmak üzere Orta Doğu’da yaşamaya başladı. Sürgüne maruz kalan Çerkesler zamanla yerli halka karıştı.

Osmanlı Devleti’ne gönderilemeyen Çerkesler ise Orta Laba ve Orta Kuban nehirleri bölgesindeki Rus Kazak köylerine iskan edildi.

Rusya’nın çok önceden planladığı “Çerkes halkını öz vatanlarından sürgün etme operasyonu” adım adım gerçekleştirilen bir eylem olarak değerlendiriliyor. Osmanlı topraklarına ulaşamadan binlerce kişinin öldüğü bu sürgün “tarihin en acı ve sarsıcı olaylarından biri” olarak nitelendiriliyor.

İnsanlık tarihine “kara leke” olarak geçen Çerkes sürgünü, her yıl Türkiye’de yaşayan Çerkesler tarafından da anılıyor, ağıtlar yakılıyor. Deniz kenarında “Nart ateşi” yakarak çevresinde “mezar taşı nöbeti” tutulan anma törenleri, “Sürgün Andı” okunması ile tamamlanıyor.

ÇERKES SÜRGÜNÜ İLE İLGİLİ SÖZLER

1929 baharında Adigey’e bilimsel çalışma üzerine giden Gürcü tarihçi Simon Canaşia’nın karşılaştığı 91 yaşında bir ihtiyar, olayları şöyle aktarmıştır:

“Deniz kenarında atılmış insan kemikleri vardı. Kargalar erkek sakallarından ve kadın saçlarından yuvalarını kurarlardı. Deniz yedi yıl boyunca karpuz gibi insan kafataslarını atıyordu. Benim orada gördüklerimi düşmanımın bile görmesini istemem.”

Olaylara şahit olan Rus araştırmacı Adolf Petroviç Berzhe, şunları kaydetmiştir:

“Novorossiisk limanında gördüklerimi asla unutmayacağım, on yedi bin Çerkes kıyıda toplanmış. Onların bu durumunu görenler Hristiyan da olsa, Müslüman da olsa, dinsiz de olsa dayanamaz, çökerdi. Kışın soğuğunda, karda evsiz, yiyeceksiz ve doğru dürüst giyecek giysisi olmayan bu insanlar tifo, tifüs ve çiçek hastalığının pençesindeydiler. Sadece görmek bile insanın kalbini acıtıyordu, zayıf bir kadın cesedi çöplüğe iki bebeğiyle beraber atılmış, birisi hayat mücadelesi içinde, diğeri annesinin göğsünde besin arıyor. Böyle sahneler hiç de nadir değildi. Rus tarihinin yüz karası olan bu acılı sayfa Çerkes tarihi açısından büyük zararlara yol açtı.”

Ünlü Rus edebiyatçı Lev Tolstoy şunları aktarmıştır:

“Köylere gece karanlığında dalmak adet haline gelmişti. Gecenin kara örtüsü altında Rus askerlerinin ikişer üçer evlere dalmasını izleyen dehşet sahneleri öylesine korkunçtu ki, hiçbir rapor görevlisi olanları aktarmaya cesaret edemezdi.”

Kaynak: DİA, AA

İslam ve İhsan

AHISKA TÜRKLERİNİN SÜRGÜNÜ

Ahıska Türklerinin Sürgünü

KIRIM TATAR SÜRGÜNÜ

Kırım Tatar Sürgünü

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.