Sosyal Mühendislik Projesi Olarak 'avusturya İslam’ı'

“Avusturya İslamı” ilk etapta Avusturya sınırları içinde yaşayan 700 bin kadar Müslümanın “ehlileştirilmiş”, devlet otoritesine boyun eğmiş bir İslam anlayışını yaşamasını ve öngörüyor.

Avrupa kıtasında müstesna bir örnek olarak Avusturya, İslam’ı resmi din olarak kabul etmektedir. Ülkede İslam’a resmi statü tanınmasının tarihi 1912 yılına kadar gitmektedir. Bilindiği üzere, 1908 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğu toprağı olan Bosna-Hersek’in bu tarihte Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarafından ilhak edilmesini takiben, bu devletin uyrukları arasında Müslümanlar da yer almış oldu. Bu yeni durum karşısında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, yaklaşan I. Dünya Savaşı’nda ordusunu Müslüman Boşnaklarla güçlendirme hedefini de gözeterek 1912 yılında İslam’a resmi dini statü tanıyan bir kanun çıkarmıştı. 60’lı yıllardan itibaren ise başta Türkiye olmak üzere, Mısır, Tunus ve Bosna-Hersek gibi ülkelerden çok sayıda Müslüman işçi ve öğrenci Avusturya’ya yerleşmişti. Bazı Avusturyalıların da İslam’ı seçmesiyle sayıları yüzbinleri bulan Müslümanlar, içinde bulunulan uluslararası siyasal konjonktürün de yardımıyla 1979 yılında Avusturya İslam Konseyi’ni (IGGiÖ) kurarak 1912 yılındaki kanuni düzenlemeden kaynaklanan resmi statüyü perçinlemiş oldular.

2015 ise yılında Avusturya Sosyal Demokrat Partisi (SPÖ) ve Avusturya Halk Partisi (ÖVP) hükümetince parlamentodan geçirilen Avusturya İslam Kanunu ile Müslümanların diğer büyük dini azınlıklar olan Yahudiler ve Protestanlar gibi devlet nazarında eşdeğer hukuki statüde görülmesine bir son verilmişti. Böylelikle Soğuk Savaş’ın bitiminden, hassaten de 11 Eylül 2001’den itibaren İslam ve Müslümanların aleyhinde gelişen konjonktürün, yükselen aşırı sağ siyaset ve medyanın eylem ve söylemleriyle de desteklenmesi sonucunda, Avusturya’da da İslam ve bağlıları bir yandan baskılanmaya çalışılırken diğer yandan da bir çerçeve içine hapsedilmek isteniyor.

"AVRUPA İSLAM'I" GÖLGESİNDE "AVUSTURYA İSLAM'I"

İlk olarak 1992 yılında Suriye asıllı Alman vatandaşı Bassam Tibi tarafından gündeme getirilen “Avrupa İslamı” kavramının gölgesinde kalmış olsa da, özünde aynı amaca matuf olan “Avusturya İslamı”, ilk etapta Avusturya sınırları içinde yaşayan 700 bin kadar Müslümanın “ehlileştirilmiş”, devlet otoritesine boyun eğmiş bir İslam anlayışını yaşamasını öngörüyor.

Yukarıda zikredilen uluslararası konjonktürün dönüşümünün yanı sıra, Türkiye’deki 28 Şubat döneminden hatırlayacağımız şekilde, Avusturya Müslümanlarının toplumsal hayat basamaklarını birer birer tırmanarak sınıfsal konumlarını güçlendirmeleri, Avusturya elitleri tarafından bir rahatsızlık unsuru olarak görülüyor.

Bu vesileyle, daha önceleri sorun olarak görülmeyen, Müslüman bireylerin görünürlükleri ve sosyal alandaki etkinlikleri kısıtlanmaya başlandı. Avusturya medyasının önemli bir bölümünün de desteğiyle, başta Başbakan Sebastian Kurz (ÖVP) olmak üzere çok sayıda siyasetçi aracılığıyla, aşırı sağcı jargon resmi devlet söylemi haline dönüştü. Bu İslamofobik sürecin henüz başında olsak da, anaokullarında ve ilkokullarda başörtüsü takmanın yasaklanması, hapishanelerde Müslüman tutsakların okuyacağı kitapları belirleme yetkisinin Avusturya İslam Konseyi’nin elinden alınması, Müslümanlar aleyhine kamuoyu oluşturmak amacıyla düzmece raporlar hazırlatmak ve sokaklarda turistler dahil peçe takmanın yasaklanması gibi halihazırda gündeme getirilen uygulamalar, ilerleyen zamanlarda karşılaşacağımız tutumlara dair yeterince ipucu veriyor.

Bu sürecin sonunda, baskılanmak istenen Müslümanların ortaya koyacakları tepkilere de bağlı olarak, ileri tarihlerde Müslümanlara ait kurumları tasfiye etmeye kadar varacak tedbirlerin öngörüldüğünü düşünmek için, tarihin tozlu sayfaları bize yeteri kadar malzeme veriyor. Bu çerçevede, İslam’ın Avusturya topraklarında günümüze kadar uzanan tarihini ana hatlarıyla 1912, 1979 ve 2015 yıllarını milat alarak okumak gerekirse; 2015 yılında başlayan ve Avusturya devletinin bir çeşit siyasal mühendislik hamlesi olarak da okunması mümkün olan “Avusturya İslamı”nın Müslümanlar tarafından kabul edilmemesi durumunda, devlet baskısının gün geçtikçe artacağı aşikardır.

AVUSTURYA İSLAM'ININ YEREL AKTÖRÜ KİM?

“Avusturya İslamı”nın aslında “Avrupa İslamı”nın bir prototipi olduğu, Avusturya’nın da Avrupa coğrafyası için bir pilot bölge olarak değerlendirildiği ilk bakışta akla gelen hususlardandır. Bu durumda, kıta Avrupası coğrafyasında karşımıza iki çeşit sosyal mühendislik üretimi “İslam” çıkmaktadır: Birincisi Avrupa Birliği’nin bütünlüğünü koruması halinde vücut bulması planlanan “Avrupa İslamı”, diğeri ise ülkeler bazında geçerlilik kazandırılmaya çalışılan “Fransa İslamı”, “Avusturya İslamı”, “Almanya İslamı” ve benzeri ulus-devlet “İslamları”dır. İçinde bulunduğumuz konjonktür gereği, bu ikinci tür sosyal mühendislik çalışmasının, Avrupa’nın birçok ülkesinde olduğu gibi, Avusturya’da da diğerinden daha önde olduğu söylenebilir.

“Avusturya İslamı” için en önemli yerel aktörün Adnan (Ednan) Aslan olduğu görülüyor. Almanya’da bir pedagog olarak eğitimini tamamlayan Adnan Aslan, köken olarak [Almanya’da sözde bir hilafet devleti kurduğunu ilan eden] Cemalettin Kaplan taraftarı bir yapılanmada yer almış olmasına rağmen, sorunsuz bir şekilde Almanya’dan Avusturya’ya gelip yerleşerek, burada önemli görevler üstlenmişti.

Resmi anlamda herhangi bir dini eğitim almamış olan Aslan, önce Viyana Üniversitesi bünyesinde kurulan Din Pedagojisi bölümünde görev almış, sonra yine aynı üniversitede İslam ve Teoloji Araştırmaları Enstitüsü’nün başına getirilmişti. “Avusturya İslamı”nın Avrupa için değilse bile en azından Almanya için bir prototip olduğu düşüncesini akla getirircesine Almanya’dan bu ülkeye ge(tiri)len Adnan Aslan, tıpkı Avusturya’dan Almanya’ya giden (ya da götürülen) Lübnan vatandaşı Mouhanad Khorchide gibi, İslam’da herşeyin ölçüsünü belirleyenin Allah olduğu inancının zıddına, her şeyin ölçüsünü koyanın insan olduğu inancını savunan Mısırlı Nasr Hamid Ebu Zeyd’in mukallididir.

Hümanizm felsefesinden yola çıkarak, İslam’a çerçeve çizmek isteyen bu üçlüden Aslan’ın, Avrupa düşüncesinin merkezinde de eski Yunan kökenli aynı felsefenin yattığını bildiğini ve “Avrupa/Avusturya İslamı”nı da buna göre şekillendirmek istediğini, kendisiyle yapılan bir röportajda dile getirmiş olduğu şu sözlerinden anlıyoruz:

“Ben korkutucu Tanrı tasavvuru ile büyütüldüm. Avrupa’da okurken bu konularda farklı düşünmeye başladım. Avrupa’da özgürlük ortamında büyüyen insanların farklı düşündüklerini gördüm. Bir kız öğrenci arkadaşım bana arkadan sarıldığında hissettiklerimi hâlâ hatırlıyorum. Göğüslerini üzerimde hissettiğimde şöyle düşündüm: Ah, ne kadar da güzel bir duyguymuş bu! Ama o an bu duygularımı kabullenemedim. Eskiden kendimi iyi hissetmemem gerektiğini düşünürdüm. Şimdi bu takıntılardan kurtuldum. Artık biliyorum ki ben bir kadına bakıp bundan keyif alabilir, onunla gülüp dans edebilirim. Tanrı’ya diyorum ki: Sen bana geçmişte bazı kötülükler yapmış olsan da şimdi bunları telafi ediyorsun! Allah’la teolojik zorunluluklar olmadan da iletişim kurabiliyorum ve bu şekilde ona daha da yakınlaştım”.

AVUSTURYALI MÜSLÜMANLAR NE YAPMALILAR?

Dünyaca ünlü Avusturyalı filozof Konrad Paul Liessmann’ın bir röportajında açıklıkla ortaya koyduğu gibi, “Avusturya İslamı” adı altında dayatılan anlayış çerçevesinde başta hukuk, siyaset ve eğitim alanları olmak üzere İslam’ın görünür olması istenmiyor. Müslümanların Avrupalı yaşam biçimine alternatif yaşam tarzlarını devam ettirmelerinin önüne geçebilmek içinse Liessmann, sınırlandırılmış yeni bir “İslam” çeşidine ihtiyaç olduğunu öne sürüyor ki Adnan Aslan’ın önderliğinde gerçekleştirilmeye çalışılan tam da budur. Avusturya İslam Yasası ile yürürlüğe konulduğu üzere, Avusturya dışından Müslüman din görevlilerinin ülkeye gelişlerinin önlenmesinin ve bu eğitimin Adnan Aslan’ın denetimindeki kurumlarda verilmek istenmesinin, Avusturya Müslümanlarının İslam anlayışının çerçevesini belirlemeye matuf bir çaba olduğu açıktır. Bu çerçevede Avusturya Müslümanlarına düşen en önemli görev, bu nevzuhur dini anlayışı pazarlayan kişi, kurum ve kuruluşların da kendilerini temsil edemeyeceklerini açıklıkla ortaya koymalarıdır. Eğer Müslümanlar 2015 yılında çıkarılan Avusturya İslam Yasası’nın taslak safhasındaki vurdumduymazlıklarını tekrarlayacak olurlarsa, çok yakın gelecekte”nı kabul etmek zorunda kalacaklardır.

Not: Avusturya ve Almanya iç siyaseti alanında uzmanlaşan Kazım Keskin halen Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde doktora çalışmasına devam etmektedir.

Kaynak: Kazım Keskin, Anadolu Ajansı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.