Nasıl Müslüman Olunur?

Nasıl Müslüman olunur? Müslüman olurken söylenecek söz, Müslüman olan kişinin ilk yapması gereken şeyler nelerdir? Müslüman olma rehberi.

Cenâb-ı Hak, İslâm’ı insanların tabiat ve fıtratlarına uygun olarak göndermiştir. Diğer bir ifadeyle, yeni doğan her çocuk, İslâm’ın insanları getirmek istediği yapı ve kıvamda doğar. “İnsan ve Kur’ân ikiz kardeştir”, “İslâm tabiî ve fıtrî bir dindir” veya “İslâm fıtrat dinidir” gibi sözler bu hakikati ifade eder. İnsan tabiatına, akl-ı selîme ve sağduyuya aykırı olan inançsızlık ise daha çok inat, büyüklenme, şımarma, taassup, cehâlet, taklit ve kültürel çevre gibi ârızî durumlardan kaynaklanır.[1]

Dolayısıyla müslüman anne-babalar, çocuğu Müslümanlaştırmak yerine onun yaratılıştan getirdiği tabiî hâlini muhafaza etmeye çalışırlar. Bu sebeple İslâm’da, ergenlik çağına ulaşan çocukların dine girişini simgeleyen bir tören yoktur. İslâm’ın bu anlayışı, aynı zamanda insanın doğuştan Allah’ı tanıma kabiliyetine sahip olduğuna işaret eder. O hâlde ihtidâ eden (hidâyete eren) kişi, fıtratını hatırlamış ve ona dönmüş demektir. Zâten bu anlayış sebebiyle batılı mühtedilerin birçoğu, din değiştirenler için kullanılan “Convert/dönen” yerine “Revert/geri dönen” kelimesini tercih etmişlerdir.[2]

MÜSLÜMAN OLURKEN SÖYLENEN SÖZ

İslâm’a girmenin ilk şartı: (Kelime-i şahadet hakkında detaylı bilgiçin tıklayınız...)

أَشْهَدُ أَنْ لَا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ

Kelime-i Şehadet Okunuşu: “Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü”

Kelime-i Şehadet Anlmaı: “Şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur ve yine şahitlik ederim ki Muhammed (s.a.v) O’nun kulu ve rasûlüdür” diye kelime-i şehâdet getirmek sûretiyle Allah’ın birliğini ve Hz. Muhammed r’in peygamberliğini kabul etmektir. Bunun herhangi bir törenle veya dinî bir kurumun huzûrunda gerçekleştirilmesi gerekmez.

MÜSLÜMAN OLAN KİŞİNİN ÖNCEKİ GÜNAHLARI AF OLUR

İslâm’a Girmek Önceki Günahları Temizler

Allah Teâlâ, kendisine doğru bir şekilde iman eden kullarını dinsizliğin bütün kirlerinden arındırır, büyük-küçük tüm geçmiş günahlarını affeder. Bu sebeple yeni müslüman olan kişiler, manevî açıdan yeniden doğmuş gibidirler.

Amr bin Âs (r.a) müslüman olurken Efendimiz’e:

“–Şart koşmak istiyorum” demişti. Efendimiz (s.a.v):

«–Neyi şart koşacaksın?» buyurdu. O:

«–Mağfiret edilmemi» dedi. Allah Rasûlü (s.a.v):

«–Müslüman olmanın daha önceki günahları silip süpürdüğünü, hicret etmenin daha önce işlenen günahları yok ettiğini, haccetmenin daha önce yapılan günahları ortadan kaldırdığını bilmiyor musun?» buyurdu. (Müslim, Îmân, 192. Krş. İbn-i Sa‘d, I, 299)

Şu hâdise de mevzu ile alâkalı misallerden biridir: Birgün sahabeden biri Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e geldi ve şöyle dedi:

“Yâ Rasûlallah! Biz câhiliye ehliydik. Putlara tapar, kız çocuklarımızı diri diri toprağa gömerdik. Benim küçük bir kızım vardı ve beni çok severdi. Öyle ki ben onu çağırdığım zaman sevincinden âdetâ uçar ve koşa koşa yanıma gelirdi. Birgün yine onu çağırdım, koşarak yanıma geldi ve beni takip etmeye başladı. Yürüdüm ve âilemize ait olan yakındaki bir kuyunun yanına vardım. Kızımın elinden tutarak onu kuyuya attım. Kulaklarıma gelen son sözleri «Babacığım, babacığım» diyen çığlıkları oldu.”

Bunları duyunca merhamet ummânı Efendimiz ağlamaya başladı ve gözlerinden yaşlar boşandı. Orada hazır bulunanlardan biri hâdiseyi anlatan zâta çıkışarak:

“–Ey filan! Sen Rasûlullah’ı üzdün!” dedi. Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

“–Mâni olmayın! O, kendisini hüzne garkeden ve önem verdiği bir şeyi sormak istiyor” buyurdu ve o şahsa:

“–Anlattıklarını tekrar et!” buyurdu. Sahâbî sözlerini tekrarlayınca Rasûlullah (s.a.v) yine ağladı. Gözyaşları sakallarının üzerinden aktı. Daha sonra ona:

“–Allah, (müslüman olanların) câhiliye döneminde yaptığı hatâları affetti. Şimdi sen hayatına yeniden başla!” buyurdu. (Dârimî, Mukaddime, 1)

Allah’ın kullarını ne kadar çok sevdiğini anlamak için bu müjde bile kâfidir. Kaldı ki, Kur’ân-ı Kerîm’i ve hadîs-i şerîfleri okudukça, Allah’ın rahmetinin bizi hava gibi kuşatıp Güneş gibi ısıttığını bütün canlılığıyla hissederiz.

Cenâb-ı Hakk’ın, hidâyete eren kullarına büyük bir lûtfu daha vardır. O da, daha önce yaptığı hayır ve hasenât türünden amellerini, îmân ettiği anda kabul buyurup amel defterine yazmasıdır. Hâlbuki îmân etmeden önce yaptığı iyilikler, Allah tarafından kabul edilmiyordu ve küfür üzere ölseydi âhirette onlardan hiçbir şekilde istifâde edemeyecekti. Îmân ettiğinde ise geriye dönük olarak bütün amelleri kabul edilmiş oldu.[3]

YENİ MÜSLÜMAN OLAN KİŞİNİN YAPMASI GEREKENLER

Yeni müslüman olan kişiden ilk olarak gusül abdesti al­ması, daha sonra da dinin temel esasla­rını öğrenmesi beklenir. İslâm’a aykırı bir tedâî/çağrışım yapmıyorsa ismini değiştirmesi şart değildir. Ayrıca erkeklerin sünnet olması tavsiye edilir.

Ashâb-ı kirâmın haber verdiğine göre, bir kimse Müslüman olduğu zaman Rasûl-i Ekrem (s.a.v) ona namaz kılmayı öğretir, sonra da şöyle dua etmesini tavsiye ederdi:

اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِي وَارْحَمْنِي وَاهْدِنِي وَعَافِنِي وَارْزُقْنِي

“Allahümmağfir lî verhamnî vehdinî ve âfinî verzuknî: Allah’ım, beni bağışla, bana merhamet et, rızânı kazandıracak işler yaptır, bana âfiyet ve hayırlı rızık ihsân eyle!” (Müslim, Zikir, 35)

İslâm’a yeni giren bir insan, önceki Müslümanların sahip olduğu hakların tamamına sahip olur ve onlarla eşit seviyede tutulur. Kendisine, dinini öğrenip yaşama husûsunda gerekli yardım ve müsâmaha gösterilir.

HERKESİN MÜSLÜMAN OLMA HAKKI VARDIR

Bir insan önceki hayatında ne kadar günahkâr ve din düşmanı olursa olsun yine de onun İslâm’a girme hakkı vardır. Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Biri diğerini öldüren ve her ikisi de cennete giren iki kişiden Allah Teâlâ hoşnut olur. Bunlardan biri Allah yolunda savaş ederken diğeri tarafından şehit edilir. Kâtil olan da daha sonra tevbe edip müslüman olur, o da Allah yolunda savaşırken şehid düşer.” (Buhârî, Cihâd, 28; Müslim, İmâre, 128, 129)

Yine bu mevzuyla alâkalı olarak şu hâdiseyi hatırlayabiliriz:

Tâif kuşatmasında bir ok gelerek Hz. Ebûbekir’in oğlu Abdullah’a isâbet etmişti. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in vefatlarından kırk gün sonra da bu yara sebebiyle şehit olmuştu. Ebû Bekir (r.a) kızı Âişe vâlidemizin yanına girdi ve:

“–Kızım, (Abdullah’ın ölümüne çok üzülmüyorum,) sanki evimizden sadece bir koyun kulağı eksilmiş gibi hissediyorum. (Çünkü o Allah yolunda şehid oldu, neden üzüleyim ki?)” dedi.

Âişe (r.anhâ):

“–Kalbini sağlamlaştıran ve seni doğru yolda sâbit kılan Allah’a hamdolsun!” dedi…

Bir müddet sonra Sakîf heyeti yanına geldi. Abdullah’ı öldüren ok hâlâ Hz. Ebûbekir’in yanındaydı. Oku onlara gösterdi ve:

“–Bunu tanıyan var mı?” diye sordu.

İçlerinden Sa’d bin Ubeyd:

“–O oku ben yonttum, arkasına tüyü ben taktım, kuyruğunu ben yaptım ve onu ben attım.” dedi.

Ebû Bekir (r.a) şöyle dedi:

“–Bu ok oğlum Abdullah’ı şehîd etti. Senin elinle ona şehâdet mertebesini ihsan eden ve onun eliyle seni îmansız öldürüp alçaltmayan Allah’a hamdolsun! O’nun muhafazası ne kadar geniştir.” (Hâkim, III, 543/6021; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, IX, 167/18191)

İNSAN SAMİMİ BİR ARAYIŞ VE GAYRET İÇİNDE OLMALI

İmtihan dünyasında yaşayan insanın, hidâyete erebilmek için az da olsa bir gayret göstermesi lâzımdır. Allah’ın bazı kullarına lütuf ve rahmeti olsa da herkes bu büyük nimeti bedel ödemeden elde edemeyebilir. Bu sebeple insanoğlunun samîmî bir arayış ve gayret içinde olması, hep iyiliğe ve hayra doğru meyilli bulunması îcâb eder. Arayıp yönelmek bizden; yolu gösterip istikamet üzere güzel bir hayatı nasib etmek Rabbimizdendir. Âyet-i kerimelerde şöyle buyrulur:

“Bizim uğrumuzda gayret gösterip mücâhede edenlere elbette yollarımızı gösteririz. Muhakkak ki Allah ihsân erbabıyla beraberdir.” (Ankebut, 69)

“Hidâyeti kabul edenlere gelince Allah onların muvaffakıyyetlerini artırır ve kendilerine takvâlarını (yanlışlardan korunma hallerini) ihsân eder.” (Muhammed, 17)

İslâm’ın geldiği günlerde Hakîm bin Hizâm isminde güzel ahlâk sahibi bir zât vardı. Son derece cömert, müşfik, hayr u hasenât sahibi biriydi. Kızlarını diri diri gömmek isteyen babalardan onları satın alır, hayata kavuşturur ve himâye ederdi. Câhiliye devrinde yüz köle âzâd etmiş ve yüz tane deveyi hac esnâsında kurban kesmek, muhtaçlara dağıtmak gibi yollarla tasadduk etmişti. Müs­lüman olunca da yine Allah yolunda yüz deve infak etti ve yüz köle âzâd etti. Birgün Peygamber Efendimiz’e:

“–Ey Allah’ın Rasûlü! Câhiliye devrinde yaptığım bazı hayır işleri var: Sadaka vermek, köle âzâd etmek, sıla-i rahimde bulunmak gibi… Bunlara mukâbil bana ecir verilir mi?” diye sordu. Rasûlullah (s.a.v):

“–Sen, daha evvel yaptığın bu hayırlarla birlikte İslâm’a girdin! (Onların da sevâbını alacaksın!)” buyurdu. (Bkz. Buhârî, Zekât 24, Büyû 100, Itk 12, Edeb 16; Müslim, Îmân 194-196)[4]

MÜSLÜMAN OLMAK İÇİN ACELE ETMEK

İyilikler, güzel davranışlar ve sâlih ameller çok mühimdir. Ancak bunlardan tam anlamıyla istifade edebilmek “iman”a bağlıdır. Allah’ın istediği şekilde sahih bir iman olmadan bunların çok fazla bir anlamı olmaz. Bu sebeple her şeyden evvel ve bir an önce iman etmek lâzımdır. Uhud Gazvesi esnâsında Peygamber Efendimiz’in yanına yüzü demir zırh ile kaplı bir şahıs geldi ve:

“–Yâ Rasûlallah! Şimdi hemen harbedip sonra mı müslüman olayım, yoksa İslâm’a girdikten sonra mı harbe katılayım?” diye sordu. Rasûlullah (s.a.v):

“–Önce Müslüman ol, sonra harb et!” buyurdu. O zât Müslüman oldu, sonra savaştı ve şehit edildi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v):

“–Az çalıştı ancak çok kazandı” buyurdu. (Buhârî, Cihâd, 13; Ahmed, IV, 293)

Daha erken Müslüman olan kişi, cennette daha yüksek mertebeler elde etme imkânına kavuşur. Kişi, ne kadar çok ibadet eder ve ne kadar çok müslümanca yaşarsa o kadar çok mânevî kazanç elde eder. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Herkesin işledikleri amellerine göre dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.” (En‘âm, 132)

“Onlar Allah katında derece derecedirler. Allah onların yaptığı her şeyi görmektedir.” (Âli İmrân, 163)

Benî Uzre Kabilesi’nden üç kişi Peygamber Efendimiz’e gelip Müslüman olmuşlardı. Allah Rasûlü (s.a.v):

“–Bunların bakımını kim üstlenir?” diye sordu. Talha (r.a):

“–Ben, yâ Rasûlallah!” dedi.

Onlar Hz. Talha’nın yanında iken Rasûlullah (s.a.v) bir seriyye gönderdi. O üç kişiden biri bu birlik içinde çıktı ve şehit oldu. Daha sonra bir seriyye daha gönderdi. Bununla da ikincisi çıktı ve o da şehit oldu. Üçüncü şahıs ise bir müddet sonra yatağında vefât etti. Talha (r.a) der ki:

“–Yanımda kalan bu üç şahsı rüyamda cennette gördüm. Yatağında ölen en öndeydi, ikinci sırada şehit olan onu takip ediyordu, ilk defa şehit düşen de en sondaydı. Şaşırdım ve yatağında ölen kişinin şehitlerin önünde olması biraz da ağırıma gitti. Hemen Peygamber Efendimiz’e giderek gördüklerimi anlattım. Allah Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurdu:

“–Bunda şaşılacak bir şey yok! Allah katında tesbîh, tekbîr ve tehlîli[5] dilinden düşürmeden İslâm üzere ömür süren mü’minden daha fazîletli bir kimse yoktur.” (Ahmed, I, 163)

Peygamber Efendimiz, Müslüman olarak hayat sürmenin kıymetini ashabına anlatabilmek için şu misâlleri de vermiştir:

“–O yatağında ölen kişi, şehid olan kardeşinden sonra Ramazan orucunu tutmadı mı, bir senede altı bin şu kadar rekât namaz kılmadı mı? (O halde ikisi arasında bu kadar fark tabiî ki olacaktır.)»” (Ahmed, II, 333)

“–Kıldığı namazın ona ne dereceler kazandırdığını siz nereden bileceksiniz? Namaz, sizden birinin kapısının önünde akan ve her gün içine beş defa girip yıkandığı, suyu bol ve tatlı bir nehre benzer. Ne dersiniz, bu durum onda hiç kir bırakır mı? Siz, namazın onu hangi derecelere ulaştırdığını bilemezsiniz.” (Muvatta’, Kasru’s-Salât, 91)

MÜSLÜMAN OLARAK ÖLMEK

Bunların hepsinden daha mühim olan husus ise hayatı Müslüman olarak noktalayabilmek, son nefeste iman ile Allah’a kavuşabilmektir. Diğer bir ifade ile Müslüman ölmek, Müslüman olmaktan daha mühimdir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Rabbi ona (Hz. İbrahim’e): «Müslüman ol» demiş, o da: «Âlemlerin Rabbi’ne teslim oldum» demişti. Bu dini İbrahim kendi oğullarına vasiyet ettiği gibi Yakup da vasiyet etti: «Oğullarım! Allah sizin için İslâm dinini seçti. Sakın başka türlü değil, sadece müslüman olarak ölünüz» dedi.

Yoksa Yakub’a ölüm geldiği zaman siz orada mıydınız? O zaman Yakup oğullarına: «Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?» diye sormuştu. Onlar da: «Senin ve ataların İbrâhim, İsmâil ve İshâk’ın ilâhı olan tek Allah’a kulluk edeceğiz, biz ancak ona teslim olduk» dediler.” (Bakara, 132-133)

Dedenin de, torunun da evlatlarına vasiyet ettiği en mühim husus, müslüman olmaları ve Müslüman olarak can vermeleridir. Çünkü insanlara din olarak İslâm’ı seçen, onların bu dini kabul etmesini ve Müslüman olarak ölmesini isteyen Allah Teâlâ’dır. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur:

Dipnotlar:

[1] Mâide, 104; A‘râf, 28; Kehf, 32-37; Şuarâ, 74; Neml, 14; Fetih, 26; Nûh, 27.

[2] Prof. Dr. Ali Köse, “İhtida” mad., DİA, XXI, 555.

[3] Bkz. Buhârî, Zekât, 24; Müslim, Münâfıkîn, 57, 56; Nesâî, Îmân, 10/4995; Beyhakî, Şuab, I, 123/24.

[4] Hakîm bin Hizâm (r.a), Kâbe’nin içinde doğmuş ve 120 sene yaşamıştır. Bunun 60 senesi câhiliye devrinde, 60 senesi de İslâm üzere geçmiştir. (Müslim, Büyûʻ, 47; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, Beyrut 1409, I, 522/1234)

[5] Tesbîh, «sübhânellah»; Tekbîr, «Allahu ekber»; Tehlîl de «lâ ilâhe illallah» diyerek Allah’ı zikretmektir.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Ebedî Yol Haritası İslam, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

İSLAM NEDİR?

İslam Nedir?

HER MÜSLÜMANIN BİLMESİ GEREKEN DÎNÎ BİLGİLER

Her Müslümanın Bilmesi Gereken Dînî Bilgiler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Çok guzel bir yazi ellerinize saglik

    Citten çok güzel bir site.eskiden ateistim şimdi sayenizde müslüman oldum teşekürler.

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.