Hz. Ali (r.a.) Yüzüne Tüküren Düşmanını Neden Öldürmedi?

Hayat kitabının öfke faslı, bir fâcia târihidir. Bu vahim tehlikeden kurtuluş çaresi, bu hoşa gitmeyen feveran karşısında kardeşlik ve sabır silâhını kullanmak, muvâzeneyi bozmadan sükûnete bürünmektir.

Resûlullah’ın terbiyesinde istikâmetlenen ashâbın nefsine âit meselelerde kâ’bına varılmaz fedâkârlık ve affediciliği her türlü takdîrin üzerindedir. Bunlardan tipik bir misâl, Hazret-i Ali’nin başından geçen şu hâdisedir:

Hazret-i Ali, Allah yolunda bir gazâ esnâsında karşısına çıkan amansız, güçlü bir düşmanı alt ederek yere düşürmüştü. Tam son darbeyi indirecekken, ölümle burun buruna kalmış olan rakibi, o an can havliyle Hazret-i Ali’nin yüzüne tükürdü. Bu iğrenç davranış karşısında Hazret-i Ali o düşmanını bıraktı.

Ölümün pençesinden kurtulan düşman, rakibinin gösterdiği bu merhamet ve af karşısında dehşete kapıldı. Hazret-i Ali’ye kendince bir mânâ veremediği bu davranışın sebebini sordu.

Aralarında geçen konuşmayı Mevlânâ Hazretleri gönül diliyle şöyle anlatır:

“O kişi dedi ki:

«–Yâ Ali! Üzerime keskin kılıcını çekmiştin! Tam öldürecektin ki, bundan vazgeçip canımı bağışladın! Neden böyle yaptın? Ne gördün ki, o beni yere seren kudretli öfken sükûnet buldu?

«Ey cenk meydanlarının yenilmez kahramanı! Lutfedip hâlinden bir parça anlat! Bu nice ahvâldir?»

«Yâ Ali! Şimdi anladım ki bu Hakk’ın sırlarındandır. Zîrâ kılıçsız adam öldürmek, ancak Rabbin kârıdır. Bu sırrı bana anlat!»

Rakibinin bu sözleri üzerine Hazret-i Ali şöyle buyurdu:

«–Ey kişi! Bilesin ki ben, kılıcımı Hakk’ın rızâsı için kullanmaktayım. Çünkü ben, Hakk’ın kuluyum, nefsimin, hevâ ve hevesimin değil...»

«Ben nefsimi tanıdım. Senin tükürüğüne mağlûb olmak bana giran geldi. Nefsimin şerrinden korktuğum için kılıcımı kınına soktum. Bunun için Allâh’ın rızâsından gayrı her şeyden yüz çevirdim.»

«Ben, mücevherlerle süslenmiş bir kılıç gibi tevhîd incileriyle doluyum. Bu sebeple muhârebede insanları öldürmekten ziyâde onların dirilmeleri için gayret sarf ederim.»

«Bunun içindir ki, şu gazâda seninle dövüşürken tükürmen dolayısıyla nefsânî bir hâl zuhûr edince, kılıcı kınına koymayı münâsip gördüm. Tâ ki, Allah için seven ve Allah için buğzeden bahtiyarlardan olayım.»

«Nefs ve şehvetinin esiri olana gelince, o, köleden ve esirden daha beter bir durumdadır. Çünkü köle, efendisinin bir sözüyle âzâd olur ve hürriyetine kavuşur, ancak nefs ve şehvetin kulu olan, yaşadığı geçici lezzetlerle sarhoş olarak acı bir felâketin ebedî hüsrânında uyanır.»

«İşte bunun için ben nefsime tâbî olmayıp seni öldürmekten vazgeçtim.»

«Ey kişi! Bende Hakk’ın sıfatlarından gayrı sıfat yoktur. Eğer sen de bu hidâyet devletine erişmek istiyorsan beri gel ve bana yaklaş!»

«Beri gel; Allah, fazl u rahmeti ile seni de âzâd eylesin! Zîrâ O’nun rahmeti, gazabını geçmiştir.»”

Bu sözlerden sonra hidâyet nûruyla müşerref olan bahtiyar adama Hazret-i Ali, şöyle hitâb eyledi:

“İşte şimdi tehlikeden kurtuldun. Nefsini tanıdın. Şimdi hidâyet nûru sâyesinde ender bir mücevher hâline geldin.”

 “Ey ilâhî nurla şereflenen kişi! Artık sen bensin, ben de senim. Yâni sen de bir Ali’sin. Hâl böyleyken ben Ali’yi nasıl bağrıma basmam?”

Kaynak: Osman Nurş Topbaş, Rahmet Peygamberi, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

HZ. ALİ (R.A.) KİMDİR?

Hz. Ali (r.a.) Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.