Anam Babam Sana Fedâ Olsun Yâ Resûlâllah!

Efendimiz’in irtihâlinden sonra Hazret-i Ömer’in ağlayarak şöyle bir mersiye okuduğu nakledilmiştir:

“Anam-babam Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah! Bir hurma kütüğüne dayanarak insanlara hitâb ederdin. Cemaat çoğaldığında, sesini onlara duyurabilmek için bir minber yaptırmıştın. Hurma kütüğü Sen’in firâkına dayanamayıp inlemeye başlamıştı. Sen mübârek elini onun üzerine koyunca ancak sükûnete ermişti. O hâlde, Sen’in ümmetin, aralarından ayrılıp gittiğin için hurma kütüğünden daha çok ağlayıp inlemelidirler.

Anam-babam Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah! Allah katında o kadar ulvî bir makâma sahipsin ki, Cenâb-ı Hak Sana itaati Yüce Zâtı’na itaat sayarak: «Rasûl’e itaat eden Allâh’a itaat etmiş olur...» buyurdu. (en-Nisâ, 80) Anam-babam Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah! Cenâb-ı Hak katında o kadar ulvî bir makâma sahipsin ki, Yüce Allah önce Sen’i affettiğini haber verdi, daha sonra da işlediğin zelleden bahsederek şöyle buyurdu: «Allah Sen’i affetsin, onlara niçin izin vers din!..» (et-Tevbe, 43)

ALLAH KATINDA O KADAR ULVÎ BİR MAKÂMA SAHİPSİN Kİ...

Anam-babam Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah! Allah katında o kadar ulvî bir makâma sahipsin ki, Yüce Allah Sen’i son peygamber olarak gönderdiği hâlde diğer peygamberlerden önce zikrederek şöyle buyurdu: «Hani Biz peygamberlerden söz almıştık; Sen’den, Nuh’tan, İbrahim’den, Mûsâ’dan ve Meryem oğlu Îsâ’dan da…» (el-Ahzâb, 7)

Anam-babam Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah! Cenâb-ı Hak katında o kadar ulvî bir makâma sahipsin ki, cehennem halkı ateşler içinde azap görürken, dünyada Sana itaat etmiş olmayı o kadar çok arzu edecekler ki dehşetli bir feryâd ile: «“...Eyvah bize! Keşke Allâh’a itaat etseydik, Peygamber’e de itaat etseydik!”diyecekler.» (el-Ahzâb, 66)

Anam-babam Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah! Cenâb-ı Hak, Mûsâ (a.s.)’nin mûcize olarak içinden nehirler akan bir kaya lûtfettiyse, bu, Yüce Rabbimiz’in Sen’in parmaklarından tatlı sular akıtmasından daha şaşırtıcı değildir. Sana salât ü selâm olsun! Anam-babam Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah! Allah Teâlâ, gidişi bir aylık, dönüşü de bir aylık mesâfe olan rüzgârı Süleyman (a.s.)’nin emrine vermişti. Bu da, senin Mîrac gecesi üzerine binerek yedi kat gökleri aşıp aynı günün sabah namazını Mekke’de kıldığın Burak’tan daha şaşılacak bir şey değildir. Sana salât ü selâm olsun! Anam-babam Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah! Cenâb-ı Hak, Îsâ (a.s.)’nin ölüleri diriltme mûcizesi vermişse, bu, kızartılmış zehirli koyunun Sen’inle konuşmasından daha şaşılacak bir şey değildir. Koyunun kürek kısmı Sana; «Ben zehirliyim, beni yeme!» demişti. Sana salât ü selâm olsun!

ÜMMETİ İÇİN BİN TÜRLÜ EZÂ VE CEFÂLARA KATLANMIŞTI

Anam-babam Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah! Nûh (a.s.), sabrı tükenince kavmine bedduâ etmek mecbûriyetinde kalmış ve: «Rabbim yeryüzünde kâfirlerden bir tane bile bırakma!» demişti. (Nûh, 26) Eğer onun gibi Sen de bize bedduâ etseydin, bir tanemiz bile kalmaz, hepimiz helâk olurduk. İnsanlar Sen’in sırtına bastı, gül yanağını kanattı, dişlerini kırdı, lâkin Sen yine de ümmetin için ısrarla hayır istiyor ve şu niyazda bulunuyordun: «Allâh’ım! Sen kavmimi mağfiret buyur! Zira onlar bilmiyorlar!»

Anam-babam Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah! Yaşının azlığı ve ömrünün kısalığına rağmen, Sana tâbî olanlar, ömrü son derece uzun olan Nûh (a.s.)’nin tâbî olanlardan çok daha fazladır. Zira Sana çok kimse îmân etmiş, «...Ona pek az kişi îmân etmişti.» (Hûd, 40) Anam-babam Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah! Eğer Sen yalnız emsalin ile oturup kalksaydın, biz Sen’in sohbetinle müşerref olamaz ve Sen’in yanında oturamazdık. Eğer emsalinden başkasıyla evlenmeseydin, bizlerden kimseyi nikâhlamazdın. Eğer yalnız dengin olan kişileri vekil tâyin etseydin, bizden kimseyi vekil tâyin etmezdin. Ancak vallâhi hem bizimle oturdun, hem içimizden bâzılarıyla nikâhlandın, hem de bir kısmımızı, yerine vekil tâyin ettin. Tevâzû eseri olarak kaba yünden elbise giydin, merkebe bindin, bineğinin terkisine yolcu aldın, yerde oturarak yemek yedin...

Allah Sana salât ü selâm eylesin!” (Gazâlî, İhyâ, I, 410-411)

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Fahr-i Âlem - Habîbi Hüdâ Hz. Muhammed Mustafâ, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.